Yazı serüvenimin başlarında, herhangi bir olayı, “yazılmaya değer” görüp klavyenin karşısına oturduğumda, hemen hemen her şeyin sayfalara dökülebileceğinin farkına vardım. E, hayat sadece yazarak geçirilmeyeceğine göre, bazı şeyleri tadında bırakıp yazmamak gerek. Gerçi birilerine ilginç bir şey anlatınca, “Bunu yazacak mısın, yazdın mı?” dedikleri çok oldu ama cevabım çoğu kez şöyleydi: “Hayır yazmayacağım; anlatarak paylaşmak, yeterli.”
Asansörlerle ilgili ilginç pek çok şey yaşadım. Yazsaydım, değil bir deneme, bir kitap çıkardı ortaya. Neyse, bu defa kitapla değil, anı-deneme ile yetineyim.
Öğrenciliğimin son ayları, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin İbni Sina Hastanesi’nde (Mart 1985’te açılmıştı) geçti. Bilenler bilir; bina, 16 katlı (ydı). Kot farkından dolayı zeminin altında beş kat. Özetle sıralayacak olursak, -5, -4, -3, -2, -1, 0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9,10,11. Hasta ve yakınları bir yer sorduğunda, tarif üzerine aradıkları katı zor buluyorlardı. Örneğin sorulan yere, “- 2.katta,” dediğimde, anlamadıklarını ifade eden bakışlar fırlatıyorlardı. “ 2’ yi anladık da bu – (eksi) ne ola ki?!” bakışları… İnsan gençken enerjik oluyor, anlatmak için çok çaba sarf ediyor ve çok zaman harcıyor. Böyle durumlarda sayı doğrusunu örnek veriyordum: “Bakın,” diyordum, “sayı doğrusundaki 0 (sıfır), zemin katın karşılığıdır. Yukarıya doğru çıktıkça, 1. kat, 2. kat… öyle gider; aşağı indikçe -1. kat, – 2. kat… Tabii, şu anda yazdıklarıma ek pek çok şey daha anlatıyordum ama nafile. Anlattıklarımı anlayanların sayısını yüzdeye vursam, ancak yüzde 10. Sayı doğrusundaki sıfırın (0), zeminin karşılığı olduğunu bile idrak edemiyorlardı. Zemini, birinci kat olarak kabul ettiklerinde zaten olay bitiyor. Aradan yıllar geçtikçe artık yoruluyor ve anlatmaktan vaz geçiyorsunuz. Bir yer sorana “tarif etmek” yerine, sorduğu yere “beraber gitmek” daha az yorucuydu.
Çalıştığım özel hastanenin birinde, zeminin altında bir kat daha vardı. Yani, – 1.kata sahip bir hastane. Çalışma yerim de bu kattaydı. Hastanenin 5.katından aşağıya, -1.kata inecektim. 35-40 yaşlarında bir çift, benim gibi asansör kapısının önünde durdular. İkisi de çok gergindi. Kadın, kocasına, “-1.kat için altı kat aşağı inmemiz gerek,” dedi. Adam, “Yok, değil; 5’ten 1 çıkarsan, 4 eder. Yani biz bir kat aşağı ineceğiz,” Zor frenlediğim bir içsel gülme tuttu beni. Adamın engin (!) matematik bilgisine hayran kaldım. Kadın, “E, o zaman asansöre gerek kalmaz, yürürdük,” deyince, adam cevabı yapıştırdı. “Ben de deminden beri onu söylüyorum. Asansöre gerek yok! Yürüyelim!” Bu süre içinde asansör gelmiş, hepimiz binmiş ve çift, dördüncü katta inmişti bile. Onlar inince, içsel gülme, dışsal bir gülmeye dönüştü ve asansörde bir başıma doyasıya bir kahkaha attım.
Bir başka hastanenin geniş iki asansörünün yanı sıra, altı kişilik iki küçük asansörü daha vardı. Küçük asansörlerden herhangi birine altı kişinin bindiğini, daha doğrusu sığabildiğini, görmedim. Ya dört kişi biniyor ya da beş. Dört kişi bindiğinde, dört köşeye dağılıyorlardı. Beşincisi bindiğinde, genellikle ortada duruyordu. Ama bir gün! Bir gün… Hastanenin en üst katında asansöre, ben dâhil iki erkek, iki kadın, toplam dört kişi bindik ve köşelere dağıldık. Kadınlar çapraz köşelerdeydi. Doğal olarak biz erkekler de… Asansör hareket ettikten hemen sonra alt katta durdu. Kapı açıldıktan sonra, oldukça kilolu bir adam bindi. Ortada durmak istemedi ki önünde duran biri kadın, biri erkek, iki kişinin arasına girmek istedi. Doğal olarak rahatsız oldular. Adam sığamayınca, önce sağa, sonra sola, yine iki kişinin (birisi bendim) arasına girmek istedi. Böyle olmayacağını anladım ve yerimi terk ederek ortaya geçtim. Adam, bir zafer kazanmış gibi hemen yerime geçerek derin bir soluk aldı. İneceğim kata gelince indim ve düşündüm neden bu şekilde davrandığını. Öyle ya, Mevlana boşuna dememiş: “Kardeşim sen düşünceden ibaretsin… Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsen gülistan olursun, diken düşünürsen dikenlik olursun.” Düşündüm de, köşelerdeki bizler seyirciysek, adam, ortada, sahnedeydi ve sahnede durmak istemiyordu. O sadece seyirci olmak istiyordu. Hatta daha da ötesinde bir köşeye sinmek, bir köşede kaybolmak, yeri geldi miydi silinmek istiyordu. O yönetenlerin istediği bir insan tipiydi: Sahnede durma! Kendini gösterme! Fikrini söyleme!
Belki de düşündüklerim size abuk sabuk geldi. Ama ben sadece et ve kemik yığını değil de, düşünceden ibaretsem…
İşte böyle düşündüm.
Not: Bu anı-denemeyi yazarken, bir hataya düşmemek için, 40 yıl sonra Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi binası katlarının adlandırmasına yeniden, internetten bakayım, dedim. Sanırım hastaların, hasta yakınlarının, öğrencilerin ve sağlık çalışanlarının kafasında oluşan karmaşaya çözüm bulmak amacıyla yeniden bir düzenlemeye gidilmiş.
| Eski | Yeni | Açıklama |
| -5 | 0 | |
| -4 | 1 | |
| -3 | 2 | |
| -2 | 3 | |
| -1 | 4 | |
| 0 | 5 | Hastane ana girişi |
| 1 | 6 | |
| 2 | 7 | |
| 3 | 8 | |
| 4 | 9 | |
| 5 | 10 | |
| 6 | 11 | |
| 7 | 12 | |
| 8 | 13 | |
| 9 | 14 | |
| 10 | 15 | |
| 11 | 16 |

YORUMLAR