Çağıltılı bir nehrin kenarında durur da önünüzden köpürerek akan suya gözlerinizi dikip bakarsanız, biraz sonra başınız döner, gözleriniz kararır, düşecek gibi olursunuz. Nehrin nereden gelip nereye gittiğini görebilmek için biraz geriye çekilmek gerekir. Sanırım, hayatla ilişkilerimiz de biraz böyledir. Bugün ülkemizde yaşananlara aşırı bir dikkatle baktığınızda başınızın dönmesi, nehrin akış yönünü gözden kaçırmanız neredeyse kaçınılmazdır. Ama benim gibi uzaktan (Fransdan) bakarsanınız, göreceğiniz manzara maalesef çok vahim; “Nehir, kaotik zamanlar Türkiye’yesine doğru akıyor”. Ülkemizde siyasetin çatışarak, boğuşarak, döyüşerek, oldukça gergin bir dönüşümden geçmesi artık yalnızca siyasi partilerle ya da seçim sonuçlarıyla açıklanamayacak kadar çok katmanlı bir hâl aldı. Parti içi bölünmeler, medya manipülasyonu, toplumsal kutuplaşma, yargı bağımsızlığının aşınması derken, şimdi havadan nem kapmaya ve derhal operasyon yapmaya ve ülkeyi karıştırmaya, muhalefete alabildiğine yüklenmeye hazır bir tehlike daha sessizce büyüyor; Muhalefetsiz bir siyasal düzen…
“Türk siyaseti, tarihinin en ibretlik dönemlerinden birini yaşıyor.” İktidar taaruz stratejisinin ürettiği gerilim, siyasetteki harareti her geçen gün daha artıyor. Ortada siyaset yok, siyasi mesaj yok, siyasi vizyon hiç yok; yargı sopasını kullanarak, ağır, keskin ve her defasında bir öncekini aşan bir güç kullanımı var. İktidar hangi alanda lüzumlu görüyorsa o alanda muhalefete gücünü gösteriyor. iktidar elden gidecek endişesi ile Cumhuriyet tarihinden beri ilk kez bir ana muhalefet partisi, bu denli geniş çaplı bir operasyonla karşı karşıya kaldı. Aralarında Cumhuriyet Halk Partisi’nin, milyonlarca halk desteğiyle “cumhurbaşkanı adayı” ilan ettiği ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da olduğu, 13 belediye başkanı tutuklandı, hepsi yolsuzluk suçlamasıyla yargılanıyorlar. Geçtiğimiz hafta CHP’li eski İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve onunla birlikte onlarca belediye yöneticisi tutuklandı. CHP’li Antalya Belediye Başkanı Muhittin Böcek ve Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere tutuklandılar ve görevinden uzaklaştırıldı. CHP’li Adana Belediye Başkanı Zeydan Karalar da tutuklalanlar arasında.
Son polis gözaltı ve tutuklamalarında olduğu gibi, evrensel ve ulusal hukuk kuralları, devlet teamülleri ayaklar altına alınıyor. Olağan ifadeye çağırma usulü yerine hemen tamamen sabahın erken saatlerinde “gözaltı” uygulamaları yapılıyor. Açıklanan delillerin çoğu “gizli tanık” ve “itirafçı” beyanları. Vatandaş vatandaşa, polis polise, savcı savcıya kırdırılıyor. Ülkede siyaset giderek savcı siyasetine dönüşüyor. Kuşkusuz tümü değil, ancak (AKP kabinesi adalet bakanının önceki yardımcısı, bugünün başsavcısı gibi) kimi savcılar, yalnızca ülke siyasetinin işleyişinde etkinlik kazanmakla kalmıyor; iktidarın yerine siyaset yapıyor; muhalefeti çalışamaz kılmayı kendine iş ediniyor!
CHP lideri Özgür Özel’in, isim vermeden bir savcı hakkında yaptığı açıklama, ülkemizin nasıl tehlikeli sularda yüzdüğünü gösteriyor. Özgür Özel’in anlattığına göre: “Kim olduğunu bildikleri, üç isimli bir savcı, tutuklu Ekrem İmamoğlu’nun ifadesini alırken: “Kızmıyorsunuz değil mi? Bu işler böyle… İleride seçimi kazanırsanız, siz de bizi yargılarsınız!” diyor. Ekrem İmamoğlu savcıya sert bir ifadeyle: “Siz kim, biz kim? Ülkede böyle mi adalet sağlıyorsunuz? Bunu düşünüyorsan demek ki, suç işliyorsun, yargılanman lâzım! Sen nasıl savcısın?” deyince
üç isimli savcı: “Kızma başkanım, kızma!” diye lâfı değiştiriyor.
Özgür Özel’in anlattığı bu olay, ülkemizin yargıda bile nasıl “Siz-biz” kavgasına sürüklenmekte olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
***
Yargı ve kolluk, Türkiye’nin her döneminde ve AK Parti iktidarının her farklı döneminde bir siyasi araç ve imkan olarak kullanıldı. Ergenekon davalarıyla ordunun siyasetteki etkisi törpülenirken de benzer bir siyasi amaçla yargı kullanılmıştı. Ülkemizde en alaturka şeklinde sahnelenen bu “demokrasicilik” oyunu, Ümit Özdağ veya Selahettin Demirtaş gibi parti başkanlarını, Barış Pehlivan, Fatih Altaylı veya Tımur Soykan gibi ünlü gazetecileri cezaevine atıyor, AYM’nin sayısız kararına karşı gelebiliyor ve şimdi de hedef ana muhalefeti “silkeleyin“ diye talimat veren, ”turpun büyü heybede daha bekleyin” diyen Cumhurbaşkanı’nın talimatları yerine getiriyor… 18 – 19 Mart’tan sonra oluşturulan, İmamoğlu’yla başlayıp Zeydan Karalar’a kadar uzanan, gazetecilerin tutuklanması, tv kanallarının karartılması ile devam eden, ana muhalefeti kıskaca alan Türkiye manzarası…
Tehlikenin adı, açıkça söyleyeyim, sistemsiz muhalefet değil; muhalefetin sistemli biçimde etkisizleştirilmesi. Dahası, muhalefetin halkın gözünde itibarsızlaştırılmasıyla yetinilmiyor, devletin imkânlarıyla muhalefetin kim olacağına, nasıl konuşacağına, ne kadar yükselebileceğine de karar veriliyor. Muhalefet, doğal olarak iktidarın alternatifi olma ve proje üretme dersini boşlamış, gücü yettiğince direniyor. Saray’ın “sokaktan vazgeç gel Ankara’ya partinin başında ol”, biçimindeki açıklamalarına, CHP lideri Özgür Özel, “şimdilik meydanlarda yasal güvenliği alınmış demokrasi mitingleri yapıyoruz, halkı sokağa ne zaman çağıracağıma ben karar veririm, aklını başına al, beni buna mecbur etme”, diyor.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, geçen hafta partisinin TBMM’de düzenlenlediği grup toplantısında Özel’e cevabını veriyor:
“Partinin başında şaibeyle anılan kurultayla başa gelen bir zat var. Paniğin, telaşın tüm emarelerini görebiliyoruz. Oturduğu koltuğu bir türlü dolduramayan zat meyhane ağzıyla bağırıyor. Bir sonraki kürsüde söylediklerinin tersi zırvaları arka arkaya sıralıyor. Konuşmalarında mantık örgüsü hak getire. Ülkeye bir faydası yok ama en azından milleti eğlendiriyor.”
“Bu pespayeliğin gerisinde utanç verici bambaşka bir tablo var. Yargı, cumhuriyet tarihinin en büyük hırsızlık çetesine yönelik bir soruşturma açtı. Şikâyet edenlerin, şikâyet edilenlerin, rüşvet alanların hepsi CHP’li. Ahtapotun farklı il ve ilçelerdeki kolları birer birer deşifre olmaya başladı. Diğer şehirlerde de manzara aynı. 100 yıllık halk partisi olmuş haraç partisi. Yüzlerce mağdur son çare gidip yargıya başvuruyor. Ortada siyasi değil, hukuki bir süreç var. Bu sürecin hiçbir tarafında biz yokuz.”
“CHP’nin başındaki zat bir süredir sandık diyip duruyor. Anayasa ve seçim kanunu değişmediğine göre cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimi 2028 yılında, mahalli idareler seçimi 2029 yılında yapılacak. Siyasetin ve milletin böyle bir gündemi yok. Bu zatın hangi sandıktan, seçimden bahsettiğini bilmiyoruz. Millet en son seçimde bize yüzde 52,18 ile ülkeyi 5 yıl yönetme görevi verdi. Allah’ın izniyle bu süreyi sonuna kadar kullanacağız”
Hemen hemen bütün kamuoyu araştırmalarında çıkan “toplumun yüzde 57’sinin yargının hukuki değil siyasi operasyon yürüttüğüne inandığı” verisi ortada dolaşırken; muhalefeti “silkeleyin“/”turpun büyü heybede daha bekleyin” diyen Erdoğan, “biz bu sürecin hiçbir tarafında yokuz, süreç siyasi değil hukukidir” açıklaması Erdoğan’ı dinleyenler ikna olmuş mudur?
Türkiye’nin, toplumsal destek yönünden en zayıf döneminde (yüzde 29!), siyasi ömrü tükenmş, azınlıktaki bir iktidar odağının inadı, hırsı ve çıkarı sonucunda bu aşamaya geçmesi, gerçekten trajiktir!
Bu, artık sadece bir iktidar stratejisi değil, ülke için yönetilmesi giderek zorlaşan bir krizdir.
***
Peki, iktidarın amacı ne? Sandık ortadan mı kalkıyor, başka bir evreye mi geçiyoruz, daha nereye kadar bu otoriter dalga sürecek?
Haklı endişeler ve sorular bunlar.
Benim gibi Anavatandan uzak, ABD Stanford Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Ali Yaycıoğlu‘nun geçen hafta T24’de ‘Kilit’ başlıklı yazısı benzer sorularla başlıyor:
“Hepimiz aynı soruyu soruyoruz:
Türkiye geri dönüşü olmayan yeni bir otoriterleşme fazına mı geçti? Ülke açık bir diktatörlüğe mi gidiyor?
Yolun sonuna mı gelindi? İktidar, seçimle kazanamayacağını gördüğü için köprüleri yakıp bu yolu mu seçti?
19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve ardından CHP’ye yönelik operasyonların yoğunlaşması, yeni bir safhaya mı geçildiğini gösteriyor?
Erdoğan ve çevresi, artık seçimle iktidarda kalamayacaklarını gördükleri için, Türkiye’nin yorgun düşmüş, yara bere içindeki demokrasisini topyekûn tasfiye edip, muhalefeti etkisizleştirmeyi ve seçimleri bir tiyatroya dönüştürerek kalıcı bir otoriter nizam mı kurmak istiyor?
Peki, diyelim ki bu geri dönüşsüz yola girdiler – asıl soru şu: Bu çevrenin Türkiye’de kalıcı, kapalı ve otoriter bir düzen kurma kapasitesi var mı?”
Haklı ve yerinde sorular. Hangi demokratik ülkede seçilmiş liderler böylesine ölçüsüz hareket edebilir? O ülke kalıcı huzur, refah, istikrar ve özgürlük hedefine ulaşabilir mi? Uluslararası camiada etkisini ve saygınlığını koruyabilir mi? Çok zor.
Tayyip Erdoğan, hem Cumhurbaşkanı hem Ak Parti Genel Başkanı olarak, 18 – 19 Mart’la başlayan sürecin hem Türkiye’ye, hem de partisine gittikçe daha ağır bedeller ödettiğinin nasıl farkında değil, anlayamıyorum.
Bu davaların varacağı bir yer yok. AKP’nin geri dönüşü pek olanaklı görünmüyor. Bu toplumu daha fazla germeyin, kamu çalışanlarına yönelik baskıya son verin. Daha fazla kin tohumları ekmeyin, rövanşizmi körüklemeyin. “Birlikte yaşama” düşüncesini daha fazla hırpalamayın. Yazık ülkeye…
Tarih şahittir ki, birbirine düşen milletler, kendi evlatlarını yiyen devletler, içeride de dışarıda da iflah olamazlar. Uluslararası arenada hasımlarına karşı zayıf düşer, dostlarının beklentilerini karşılayamaz, prestij ve nüfuz kaybederler. Hatta tarih sahnesinden bile silinebilirler. Allah milletimize ve devletimize zeval vermesin. Ülkemizi şu cinnet tünelinden bir an evvel çıkarsın.
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, Cuma 11 Temmüz 2025

YORUMLAR