Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Garip Turunç
Garip Turunç

 “Yeni Türkiye”nin Bağnaz Demokrasi Manzaraları

 

 

Özgürlük ile otorite arasındaki mücadele, başta Eski Yunan ve Roma dönemlerinin belirgin özelliği olarak karşımıza çıkar. Eski çağlarda bu mücadele halk ve halkın bazı sınıfları ile hükümet arasında olurdu. Özgürlük baştaki yöneticilerin despotik yönetimine karşı korunmayı ifade etmekteydi. Bugünkü dünyamızda demokrasi fiilen, temsil kurumu ile işliyor. Temsil düzeninde, temsilcilerde sorun varsa, seçimle gelenlerin “özgürlükçü” olmasının güvencesini vermiyor. Artık, modern liberal  demokrasinin gerçek çıkarlarına ters düştüğü ülkelerde “çoğunluğun diktatörlüğü” konusu, toplumun korunmaya hazır olmasını gerektiren en önemli kötülükler arasında yer alıyor.

 

Özellikle Latin Amarika’da birçok örneğine rastladığımız bu siyaset tarzı kaçınılmaz olarak bir “biz” ve “ötekiler” ayırımına dayanıyor. Ortadoğu’da demokrasi konularında önde gelen uzmanlarından Shadi Hamid‘in Brookings dergisinde tam da bu konuyla ilgili yayımlanan makalesinin şu bölümünü izleyelim:

“Gelişmekte olan dünyada bağnaz demokrasinin ortaya çıkışı, demokratik yollardan seçilmiş liderlerin halktan aldıkları yetkiyi temel özgürlükleri kısıtlamak için kullandıklarına tanıklık etti. Seçimler hâlâ serbest ve hilesiz ve dirençli ve faal muhalefet partileri mevcut. Ama iktidar partileri, muhaliflerini rakipleri olmaktan ziyade düşmanları olarak görerek, medya özgürlüklerini kısıtladılar ve devlet bürokrasilerine kendi yandaşlarıyla doldurdular. Demokratik süreci üzerindeki kontrollerini sistemi kendi çıkarları için şike aracı olarak kullandılar. Bazı durumlarda, Hugo Chavez dönemindeki Venezuela’da olduğu gibi, kişiye tapınma, bağnaz demokrasinin sağlamlaştırılmasının merkezi haline geldi. Bu, bazen, yolların üzerine dikilen billboardlardaki “Chavez halktır” afişleri örneğinde olduğu gibi komedi sınırlarına dayandı.” (Bkz. The Future of Democracy in the Middle East: Islamist and Illiberal | Brookings)

 

Brookings Enstitüsü’nün kıdemli araştırmacılarından Shadi Hamid‘in tespitleri gerçeyi yasıtmaktadır. Dünyada 1939’dan bu yana yaklaşık 40 ülkenin bu hastalığa yakalandı, Şili dışında hiçbir ülkenin bu rejimden kalıcı olarak kurtulamadı. Bizim ‘Yeni Türkiye’de ise bu hastalığın belirtileri, belediye başkanlarının gözaltına alınmasından Silivri tehditlerine kadar her alanda kendini gösteriyor.

 

***

“Tek Adam Rejimi” hastalıkları böyle bir şeydir. Hukukun dışına çıkmaktır, demokrasiden uzaklaşmaktır, insan haklarını hiçe saymaktır, kurumları yerle bir etmektir, yargıyı siyasetleştirip 15.5 milyon kişinin oyu ile cumhurbaşkanı aday olmasını engelleyip Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını ipal ettirip hapisettirmektir.

 

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, bir konuşmasında CHP’yi hedef alarak, bu partinin “İstanbul’a çöreklenmiş haramilerin güdümünde olduğunu” iddia edebiliyor. Ayrıca Erdoğan, ana muhalefetin bu durumunun demokrasiye yakışmadığını vurguluyor: “Bir de kalkmış bu perişan hali ile cumhurbaşkanı adaylığı peşinde koşmaya başlamış. Ondan önceki de çalmadık kapı bırakmamıştı. Ama sonuç ortada cumhurbaşkanı olacaktı şimdi tarih oldu. Şimdi kapısını çalan yok. Bunun nefesi 2028’e kadar yetecek mi izleyip göreceğiz. Bakalım cumhurbaşkanlığı hevesinde daha kaç CHP’li telef olup gidecek.”

 

İktidar savaşı, daha doğrusu otoriter bir rejimin muhalefete karşı iktidarda kalma savaşı, normal bir demokratik sürecin parçası olmadığı ve iktidarı bırakmaya direndiği için çok sert geçer.  Bu evrensel gerçeği ülkemizde de yaşıyoruz.

 

Zorluk anlarında, sıkıntıyı yaratanların sesi sıkıntıyı yaşayanlardan yine fazla çıkıyor. Değişmenin yerine, gitmesini bilmeyenlerin ayakta kalmanın, güç kullanarak, siyaseti siyasi alanın dışına taşımaya çalışarak, yargıyı siyasileştirerek iktidarını sürdürmenin bin bir yolunu arayarak, diklenerek dik durmanın, kendi iktidarının bekasını koymanın gürültüsü günden güne artıyor.

 

Artıyor çünkü benim uzak ülkemde sistemin adı demokrasi olsa da işleyişi öyle değil. Ülke, 2018 yılından sonra hizlanıp, Batı dünyasında eşi benzeri olmayan, ancak Güney Amerika ülkelerinde görülen “Cumhurbaşkanığı Hükümet Sistemi”, yani Neopatrimonyal Sultanizm”/“Tek Adam Rejimi” hastalığına kapılmıştır ve gaspedilmiştir. Bu hastalık durumda, her şeyden evvel kim iktidara gelmişse, “yıpranırsam, performansım düşerse gitmeliyim” demez. Ya ne der? “Benim gibisi yok, geldiysem ülkenin sahibiyim demektir. Niye gideyim? Ben devletim, bana laf söyleyen devlete laf söylemiş olur der.

 

Artık meydan din-iman ve vatan-millet edebiyatı ile doldu. Muhafazakâr kitlelerin ; “Kuru soğan yeriz ama Reis’i yedirmeyiz” sloganı da vardı ortada. Zor, sıkıntıda kaldıklarında ; “Ne yani bunlar gitsin de CHP mi gelsin?” savunmaları da… “Boş tencere iktidarı götürür” demişti rahmetli Demirel. O devir bitti işte.

 

Machiavelli, “Prens” adlı kitabında, iktidar olduktan sonra, orada kalmak için her şey caizdir, diyor ya; bizimkiler de makamları ve mevkileri, kişisel çıkar sağlamak amacıyla, despotik bir düzen kurarak, Devlet-i ebed müddet (sonsuza kadar sürecek “türk devleti”) korumaya çalışıyorlar. 

 

***

Baskıcı ve otoriter iktidarlara karşı, “Türkiye somutunda ne yapmalı?” sorusunun yanıtı – gelecek için tahminlerimiz çerçevesinde – çok net: Bu tehlikeler ancak toplumsal “Topyekûn Demokratik Direnişle” önlenebilir.

 

“Topyekûn Demokratik Direniş”e, ülkemizin ilerici yurtsever güçleri, siyasal ve toplumsal muhalefeti, en başta da Ana Muhalefet Partisi CHP gelmektedir.

 

Kabul etmek gerekir ki ana muhalefet CHP, Rejimi ve Ülkeyi gelecekteki tehlikelere taşıyacak olan “Süreci” Meclis’te başlatılan “Komisyona” katılarak, kendisinden beklenen Direniş Refleksini gösteremiyor. Süreç konusunda birinci derecede belirleyici olduğu apaçık olan AKP’nin ne pahasına olursa olsun yeniden seçilebilme arzusu ve bunun için DEM oylarına duyduğu hayati ihtiyaç olduğunu göremediği gibi; ülkenin içinde bulunduğu ve taşıyamaz hale geldiği bu “Tek Adam Rejimi” çıkmazdan kurtulmak için gereken stratejik bir vizyon üretemiyor. İİktidar satranç oynuyor, anamuhalefet ise tavla. Karşı tarafın attığı zarlara göre hareket ediyorlar. Bir kez daha siyaset ustası lider çeşitli manevralarla muhalefeti bir yandan yanına çekiyor, bir yandan parçalıyor. Gelişmeyi iyi okumak gerekir.

 

Gerçek muhalefet, akıl ve stratejiyle hareket eder. Türkiye’de böyle bir muhalefet dün de yoktu, bugün de yok.  Ülkede gerçek muhalefet olsaydı, Erdoğan 10 yıldan fazla iktidarda kalamazdı. Birlikte hatırlayalım: 2014 seçimlerine giderken ülkede rejim deyişmesi söz konusu; Cumhurbaşkanı seçilecek halk tarafından. CHP, parti içinde anket yapıyor; milletvekillerine, belediye başkanlarına, ilbaşkanlarına anket yapıyor. Birtakım isimler belirlendi; 12 kişilik bir bir liste vardı. Bu 12 kişilik lestiyi sordular partiye; milletvekillerine, belediye başkanlarına, ilbaşkanlarına sordular; Cumhurbaşkanı adayımız kim olsun diye sordular. CHP’nin bütün omurgası Eskişehir Büyükşehir Başkanı Prof. Yımaz Büyükerşen aday olsun dediler. Ve o gün yapılan aketlerde Yımaz Büyükerşen seçiliyordu, seçilmezse bile RTE ilk turda seçilemiyordu. Sonra bildiri yayınlandi, Eskişehirde aday açıklanacaktı. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu çıktı, konuştu ve indi. Herkes şöke oldu, bir şaşkınlık yaşandı. Ertesi sabah çıktı, bizim Cumhurbaşkan adayımız Ekmeleddin İhsanoğlu dedi. En son, umut olan, geçen Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Meral Akşener’in “kumar masası” dediği Altılı Masa rezaleti yaşandı. Son 15 senede siyaset sahnesinde bu kadar tesedüf yaşayan bir başka ülke bulamazsınız dünyada; AKP seçim kaybetme ihtimali olduğu anda mücizevi olaylar yaşanıyor.

 

Neredeyse çeyrek asır… 2001 yılının ağustos ayında “adalet ve kalkınma” iddiası ile kurulan AKP’nin iktidarının kendi kadrolaşmaları ile çıkardığı yasalar ile ardından tek adam rejimi ile ilmek ilmek inşa etmeye çalıştığı “Türkiye Yüzyılı” ve yeni Türkiye. Ekonomik istikrar yerini derin yapısal krizlere, demokratik reform vaatleri devasa bir kurumsal güven kaybına çoktan bırakmış. Hukuk, demokrasi, insan hakları yok olmuş. Deyim yerindeyse, her alanda derin bir çöküşü, yozlaşmayı, hatta çürümeyi görüyoruz. Ama umut bizleriz.  ‘yeni Türkiye’de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? Umut siyasetini yalnızca siyasal partilerden, liderlerden beklemek doğru da değil. Her kesimi -sivil toplum, akademi, medya, kültür üreticileri, yurttaşlar-bu sürecin parçası. Umut birlikte üretilirse gerçek olur. Herkesin kendi küçük alanında bu umudu büyütme sorumluluğu var.

 

Platon eski Yunan’da siyasete girmeyi, “kendinden zayıf birisi tarafından yönetilmeyi önlemenin yolu” olarak tanımlıyor. Siyaseti hayatın her alanına yaymaya, örgütlemeye çalışmak. Demokrasi, kardeşlik, eşitlik ve barış mücadelesinde ortak tutum almak, bu mücadele içerisinde birlikteliği geliştirmek gerekiyor. Ülke çıkarını her şeyin önüne koymalıyız, hem cumhuriyetimizi hem de demokrasimizi sağlam temellerle donatmak için.  Ve kimseyi yolda bırakmadan. Sorumluluk bilinci en yüksek olan yurttaştır. Örnek kişiliği toplumsal yaşamın göstergelerinden biridir.

 

***

Yazımı, aynı ‘kader’ ortaklığını paylaştığım, eski Osmanlı Balkan toprakları Romanya doğumlu Fransız Yazar Eugène Ionesco’nun 1959 yılında yazmış olduğu (Rhinocéros) “Gergedan”oyununa bir atıf yaparak sonlandırmak istiyorum.

 

Küçük bir kasabanın sokaklarında sebestçe dolaşan bir gergedanın gelişi ilk başta eğlenceli gelse de, yavaş yavaş bedenleri ve zihinleri deforme eden bir “gergedan iltihabı” salgını, kisa sürede kasaba halkını ele geçirir.

 

Eserin sahnede canlandırılan baş karakteri Bérenger, çevresindeki gergedanlaşmaya karşı direnmekte, bu yüzden aşağılanmakta, baskı altında kalmaktadır… Ama çaresizdir!.. Sevgilisi Daisy de etkilenmiştir… “Belki hatalı olan biziz. Onlardan fışkıran şu müthiş enerjiye bak… Birer tanrı gibiler… Bérenger’i o kadar da sevmiyorum…”

 

Bütün arkadaşları ve sevgilisi/eşi tarafından da terk edilen Bérenger mahkûm olduğu yalnızlık içinde kendi varlığını da sorgulamaya başlar ama bir türlü “Gergedanlaşamaz”, insan kalma savaşı vermektedir. Ve sonunda perde onun şu isyan haykırışıyla kapanır:

 

“İnsanım ben, insan kalacağım tek başıma olsam bile direneceğim!…”

 

 

Prof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğ. Üy.

Bordeaux, Cuma 15 Ağustos 2025

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER