Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Garip Turunç
Garip Turunç

“Biz Bize Benzeriz”

“Sonuç olarak…” diye bir deyim vardır hani. Biz, “sonuç olarak”, bunca deneyimden sonra, “başlangıca” dönüyoruz; şu noktadan söylüyorum: “biz bize benzeriz” var ya, işte oraya dönüyoruz. Bir şeyler benzemeye çalışıyor ve çalışır gibi yaptık; ama sonunda gene kendimize benzeyerek kalıyoruz.

 

Doğu toplumlarına özgü kaderci, diktatoryal, şekilci ve de biate alışkın bir toplum olmanın sonuçlarına katlanıp her daim Araf’ta kalan, sembollerle büyüyüp insanları etiketleyen toplumsal bir süreçten geçtik, geçiyoruz. Gözlerimizi kör eden iktidar hırsından, biz bize benzeriz mantığından hareket edip, kumpaslardan, ordusu FETÖ operasyonundan geçirilmiş darbe teşebbüsünden, son 6 ayda İBB Başkanı ve CHP Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu‘nun, 18 CHP’li belediye başkanlarının ve yüzlerce belediye çalışanlarının tutuklama operasyonunlarıdan, toplumsal belleğe baskı kurarak olmayan hukuk, olmayan eşitlik, olmayan muhalefet, olmayan demokrasi sayesinde, devleti askıya alıp ülkeyi bir tımarhaneye çevirdik. İdeolojik semboller ve içi boşaltılmış kavramlar aracılığıyla insanları belirli bir kalıbın içine sokmaya çalıştık. Sistemleri ve büyük anlatıları anlamlandırmadan, bilinçaltındaki kodlar ve tek tipleştirici sembollerden hareketle kamplara ayrılan korkunç bir Türkiye yarattık.

 

Toplum olarak sembollerden hareket ettiğimiz için sistemleri, fikirleri ve kavramları inceleyip okumadık. Okuduysak da anlamadık. Anladıysak pratiğe yansıtamadık. Semboller aracılığıyla yaşama yön verdik, sembollere göre düşündük. Yine sembollerden hareketle sembolik vatanlar, sembolik devrimler, sembolik dinler, sembolik liderler, sembolik fikirler, hatta yaratılan sembolik dinden, falanca siyasi partiye oy vermenin “mahşerde berat belgesi olacağını” söyleyerek sembolik kalıplar yarattık. Badem bıyıklılar ve sakallı geçler dinci, gür bıyıklılar ve parkeliler solcu, sarkık bıyıklılar milliyetçi, türbanlılar gerici, mini etekliler moderndir gibi ötekileştirici ve dışlayıcı ayrımlarda bulunup birbirimizi çarmıha gerdik.

 

ÇOK FENA ÇUVALLADIK

 

Devletin baskısından kitapları toprağın altına gömüp kitaptan korkan bir nesil yetiştirdik. Nasıl olsa kitabı bombaya benzeten büyüklerimizden çok şey öğrenmiştik. “Kuran okumayan çocuklar şeytana teslim olur” gibi hurafelerle, ufkumuzu körelten sembollerle uğraşırken, insanlık tarihine faydalı olabilecek tek bir filozofu, aydını ve sanatçıyı yetiştiremedik. Üstelik felsefeyle, sanatla, müzikle uğraşanları, “Sanatçı müsveddeleri”, “senin her tarafın sanatçı olsa ne yazar”, ahlaksız, dinsiz, sapkın diye nitelendirdik/suçladık, “dine, inancımıza hakaret ediliyor” diye dilini kopartırız”la tehdit ettik. İnsanların fikirlerine aldırmadan onları bölücü, vatan haini ve terörist diye etiketledik. Jakoben bir tavırla ‘cadı avını’ başlatıp şu imzacı akademisyen, şu solcudur, dincidir, Kürt’tür, FETÖ’cüdır, rüşvetçi CHP’lidir vs, diye birbirimizi ötekileştirdik. Hatta ötekileştirmekle kalmayıp şeytanlaştırdık, yargıladık, hapislere attık, tezgâha getirip karanlık köşelerde işkence ettik ve öldürdük. Yakın geçmişte toprak altına gömdüğümüz onca aydının acısıyla kıvrandık her gün. Anımsayalım; Ocak ayı, Metin Göktepe, Onat Kutlar, Hrant Dink, Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy demekti. Şubat ise başlar başlamaz Abdi İpekçiyi hatırlatıyordu. Aydın öldürümleri sonra da bugünlere geldiğimizde çorap söküğü gibi başka acılar takip etti.

 

Son üç aylık insan hakları raporu’nda, yurttaşların en bük korkusunun artık gözaltı ve tutuklama olduğu ortaya çıktı. Raporda, yalılınızca üç ayda 681 yaşam hakkı ihlali (bunlardan 560’i – “İşin fıtratında var saydığımız – iş cinayetleri ve 85’i kadın cinayetleri/16’sı çocuk, cezaevlerinde ölenler ise 6 kişi ya hastalıktan ya da kötü koşullardan), 395 işkence vakası (bunlardan 155’i cezaevlerinde gerçekleşmiş, ayrıca işkence görenlerin 8’i çocuk) ve 228 belediye başkanı, milletvekili ve siyasi parti yöneticine açılan dava tespit edildi. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ağır müdahaleler var. 362 kişi bu üç aylık dönem içerisinde gözaltına alındılar, en temel anayasal haklarını kullanırken. Toplam 17 de çocuk var var bunların içerisinde.

 

Nasıl yaşamak bu! Kâh gökyüzünde kanat çırpıyoruz kâh en dipsiz kuyuların derinliğinde kayboluyoruz. Bilinmezler labirentinin karanlığında el yordamı, kalp çırpınışıyla yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Acaba bugün hangi korkunç olaylarla karşılaşacağız, kapısı tekmelenerek açılıp kimler gözaltına alınacak diye uyanıp, her saniye bir başka yana savrulup sarsılıyoruz.

 

Geçen hafta Şişli’de Mecidiyeköy semt pazarında yurttaşlara “Türkiye’nin en önemli sorununun ne olduğunu” sorusu yöneldiğinde yaygın olarak ekonomik kriz ve adaletsizlik yanıtları alındı. Bir yurttaş “Adalet yok, hukuk yok; hakkını savunamıyorsun. En küçük bir kelime konuştuğunda, hemen hakaretten içeriye giriyorsun. Rahat bir ortamda, adaletli bir ortamda değiliz. Yolda yürümeye korkuyoruz; kimseye laf söyleyemiyorsun haklı olsan bile.” sözleriyle toplumda yaşanan korku iklimine dikkat çekiyordu. Son Aksoy Araştırma‘nın anketine göre, Türkiye’de yurttaşların yüzde 81’i yaşam biçimine müdahale kaygısı yaşıyor. Ertan Aksoy, sosyal medya hesaplarından yaşam biçimine müdahale ile ilgili şu değerlendirmeleri yaptı: “Geçmişte, İstanbul Üniversitesi özelinden yola doğru, ikna odaları mevcut gücün vardı. Türban kişilerinin anlatımlı başlarını açması için uygulanan oda ikna iktidarlarını ve yandaşları bir sembole dönüştürülmüşlerdi. Yanlış da bir uygulamaydı ama sembol üstünden bir söz konusuydu. Şimdi uzaktaki adliye koridorları ile nezarethaneler ikna odalarına dönüşmüş durumda.” Aksoy ayrıca, “Bir twit attınız diye en iyi ihtimal ile Emniyet’e çağrılıyorsunuz, yargılanıyorsunuz. Genellikle bu cezanın peşin verilmesi durumuna dönüşüyor” ifadelerini sözlerine ekledi.

 

Sonuç olarak, bilinçaltındaki batakhanede, ideolojik semboller aracılığıyla zafere koştuğumuzu iddia ederken çok fena çuvalladık. Hem de çok fena. O kadar dışlayıcı, ötekileştirici ve ideolojik/partizan davrandık/davranıyoruz ki, gerçek yaşamı, teneke mahallelerde milyonlarca aç ve perişan bir şekilde yaşayan Mehmet amcaları ve Ayşe teyzeleri, sefaleti, işsizliği, yoksulluğu, acılarımızı, insanlığı, dostluğu, kardeşliği, merhameti, ağlamayı, gülmeyi, âşık olmayı ve hasret çekmeyi neredeyse unuttuk.

 

İyilikten, sevgiden, merhametten, sanattan, estetikten, kültürden, doğadan, topraktan, maneviyattan uzaklaştıkça kuruyoruz. Çatlamış toprak gibi, kuruyan ruhumuz da bizi beslemiyor. Üretemiyor, enerji veremiyor, bedenimizi sükunete erdirmiyor. Kuru hayatlarımız olmaya başladı. Kavgalardan, mahkemelerde hukuk savaşlarından, çekişmelerden, ihtiraslardan, siyasi tartışmalardan, öfkeli “hain” söylemi, maalesef küçücük bir çocuğun dimağına kadar sirayet etmiş kurumuş toprağa döndü hayatlarımız. Bilgilere dayalı soğukkanlı araştırmalar ve rasyonel çözüm programları gerektiren kalıcı fakirlik ve pahalılık sorunlarımızı, birbirimizi hain diye suçlayarak çözebilir miyiz?! Çözebiliyor muyuz?

 

SÜREKLİ DEBELENİP DURUYORUZ

 

Yıllardır zorlanan bir geçiş döneminin içindeyiz. Kurucu iradenin toptan ve bütünüyle yok edilme – emperyalist güçlerin Osmanlı’nın “Farklı grupları bir araya getiren çoklu millet sistemini” övmesi, Ortadoğu’da bir “federatif yapı benzerine” gidişin işaret edilmesi, Türk-Kürt-Arap üçlü kültürel kimliğinin ve ittifakının vurgulanması, Kültürel kimliklere dayalı, Kürt ve Alevi Cumhurbaşkanlığı yardımcılıklarının önerilmesi ve İslamcı yaşamı toplumda etkin kılma – stratejileri halen gündemde. Cumhuriyetin özgür yurttaş oluşturma ve milletin egemenliği sistemi, ABD elçisinin Trump’ın politikasına yönelik “Meşruiyet verelim” çıkışıyla da son günlerde tam tersine işletiliyor. Yerleşik simgelerin, değerlerin, ilişkilerin, dürüstlüğün, toplumsal hiyerarşinin hızla değişmesine hatta çökmesine tanık oluyoruz. Toplumsal değer yargıları, kültürel kodlar, ahlak ölçüleri de hem değişiyor, hem de çözülüyor. İlahi ölçüye uygun ahlakın toplumsalın üstünde oluşu, ABD-Trump’un “Hileleri seçimleri herkesten daha iyi bilir” sözleri, utanılacak en çarpıcı bir durum biçimde karşımıza çıkıyor ve ülkemiz adına da üzücü olan bunları çaresiz birer izleyiciyiz diye böyle devam ediyor.

 

Biz daha önce 17-25 Aralık’ta olanları da dizi izler gibi izlemiştik. Sonra peşi peşine ifşalar, ayakkabı kutularında saklanan paraları, bakanlarımıza takılan Patek Philippe kol saatleri de izlemıştik. Daha sonra 15 Temmuz’da olanları da dizi izler gibi izledik. KHK’lerin çıkarılışını, öğretim görevlilerinin hırpalanışını, HDP’li vekillerin tutuklanışını, Gezi olaylarındaki gerçeklerin saptırılışını, Kavala’nın yargılanmasını, “mühürsüz oylar geçersizdir” denmesine rağmen bunları geçerli sayarak seçim sonuçlarıyla oynanmasını, orada burada bombalar patlatılmasını, açılım yalanlarını ve açılımdan vazgeçme senaryolarını, hepsini hep dizi izler gibi izledik. Hukukun elimizden kayıp gidişini izledik, hâlâ da izliyoruz. Laikliğin yok edilişini izledik, izliyoruz (AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yönde çeşitli açıklamaları vardır. Örneğin bir konuşmasında, “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye… Yahu bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek” demiştir.) Ülkenin bir Ortadoğu cehennemine çevrilişini izledik. Barışın savaş pazarlıklarına feda edilişini izledik. Ordu ve polis kurumunun içinin oyuluşunu izledik. Meclis’in yetkilerinin elinden alınışını izledik. Son günlerde Erdoğan’a yakın isimlerden eski bakan Cemil Çiçek‘in de yaptığı dikkat çekici çıkışta’da belirtiği gibi “Baba mirası harcar gibi bu Cumhuriyeti, Cumhuriyet’in nimetlerini ve kazanımlarını göz ardı ediyoruz.” Kamu mallarının satılışını, doğal zenginliklerin, sit alanlarının, tarım alanlarının, derelerin, denizlerin, dağların, zeytinlliklerin, tapolu toprakların asıl sahiplerinin ellerinden alınıp onlara zarar verecek sermayelere devredilişini izledik. Ve dünyada örneği görülmemiş ucube tek adam şahsım rejiminin, önüne çıkan engelleri tek tek yıkarak ve o yıktıklarının üzerine saraylar yaparak arşa yükselişini izledik.

 

NEDEN HEP ÇARESİZİZ ?

 

86 milyon nüfuslu koca bir ülkeyiz. Peki, neden hep çaresiziz ? Neden sürekli debelenip duruyoruz?

 

Platon şöyle buyurur: “Demokrasinin esas prinsibi, halkın eğemeliğidir. Ama milletin kendini yöntecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanmazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.”

 

Bir önceki haftalık yazımda sözünü ettiğim bilge insan Doğan Kuban Hocamız da şöyle buyurur: “Düşünme insan işidir, fakat her insan düşünmez. Akıl, ayırt etme, düşünme, bilinç, bellek. İnsanoğlunun eşsiz ve yapısını yeni öğrenmeye başladığımız, beyin denen mücevher biyolojik bilgisayarının olanak verdiği yetenekler. Düşünme insanın en büyük yeteneği; ama bilgiyle beslenmeden sadece hayvanlara egemen olmaya yarar.

 

Koca ülke neden debeleniyor? Çünkü yaşam düşünce odaklı değil, nesne odaklı. Onu bu hale getiren toplumsal cehalet. Türkiye büyük bir yalan ortamında yaşıyor. Buna olanak veren, toplumun cehalet mirasıdır. Bu da kavramsal düşüncenin gelişmemiş olmasından kaynaklanıyor. Düşünenler çoğalmadı ve utanmıyoruz. En çok ölüleri ve cenazeleri, camileri ve AVM’leri, borsaları ve gökdelenleri, yolları ve sarayları ve de otomobilleri düşünüyoruz. Bu tablo bile bir komplo görünümü veriyor. 700 yıllık bir cehalet banyosunun tarihini de yazıyoruz. Çağdaş hiçbir ülke cahil kadrolarla idare edilemez. Bu, miadı dolmuş bir uygulamadır. İyi bir eğitime dayalı uzmanlık, bütün hükümet kadrolarının vazgeçilmez ilkesi olmalıdır. Geleceğin dünyasında yaşamanın vazgeçilemeyecek ilkesi budur. Kazanana ödül vaat eden politik sistem çürümüştür. Öğretim, çağdaş standartlara göre düzenlenmek zorundadır. Bu düzeyin altında kalan ancak yakın geleceğin kölesi ve canlı bombası olabilir.”

 

Ne dersiniz?

 

Haksız mı?

 

 

 

Prof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasaray Üniversitesi Em. Öğ. Üy.

Bordeaux, Perşembe 2 Ekim 2025

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER