6 Şubat’tan sonra Antakya’dan zorunlu olarak ayrılan pek çok insan oldu. Depremi kötü yaşayanların bazıları, bir daha dönmeme kararı alarak ayrıldılar. Şartları elveren, “Bir daha dönmem,” diyenlerin bir kısmı daha sonra geri döndü. Gerçi sonradan pişman olanlar oldu ama… Birkaç kişiden duydum: “Gittiğin yerde de mutsuzsun. Dönsen, Antakya’da da mutsuzsun. Özetle, mutsuz olacağını bile bile bir yer seçmek zorundasın,” şiarını pek çok kişiden dinledim. Döndükten sonra verdiği karar için pişman olmayan, tüm olumsuzluklara rağmen kısmen de olsa mutlu olanlar da vardı. Özellikle yaşlılar. Onlar pek mutlu oldular döndükleri için. Bunlardan biri, 92 yaşındaki annemdir. Depremden sonra 18 ay boyunca Eskişehir’de bizlerle beraber kalmış, son bir yılını Antakya’da geçirmiş, o yaşa rağmen yeniden doğmuş gibi. Soluk, ölgün rengi uçmuş… artık yüzünden gülücüklerin eksik olmadığı pespembe bir yüz!
Aradan 2.5 yıl geçti ve ben de nedenini tam bilmeden, çözmeden Antakya’yı çok sevdiğimi anladım. Geri döner miyim? Kim bilir. Şartlar el verirse neden olmasın.
Sadede geleyim. Geçenlerde kırk günlük bir süre için Antakya’daydım. Beni bekleyen onlarca sorun vardı. Fazla gerilmeden, kendimi yıpratmadan çözmeliydim. Çoğunu çözdüm. Çözerken, yazılmaya değer onlarca, yüzlerce olayla karşılaştım. Ama bir tanesi… Bir tanesinin yeri çok özel. Onu paylaşacağım sizlerle: Bir cuma sabahı, banka kartımı ATM makinesine kaptırdım. Kısa bir süre sonra mesaj geldi: “Hafta başında gelin, kartınızı alın,” diye. Hafta başında saat 08.50’de bankanın önündeydim. Saat 09.00’da açılacak. 15-20 kişi kadar vardı. Kapının açılmasıyla birlikte insanlar içeri dalıp, “sıramatik”in önünde sıraya dizildiler. Biz orta yaşlılar ve gençler, yaşlılara öncelik verdik doğal olarak. Önümde 8-10 kişi. Lakin sıramatik bozuk, sıra vermiyor. Ön sıradan tanıdık bir genç, yanıma yaklaşarak benimle selamlaştı, hal hatır sordu. Annesinin önlerde olduğunu söyledi. Annesine bakarak, sağ kolumu dirsekten kırarak, selam verdim. Normalde, resmi yerlerde mesafe koyan biriyim, pazartesi sendromu da eklenince… sohbet pek açılmadı. Genç ha bire bir şeyler anlatıyor. Benden yeterli ilgiyi göremediğinden olacak, arkamdaki başka bir genç cevap vermeye başladı. İkisi arasındaki sohbet koyulaştı. Hadi ayıp olmasın diye, ben de katılayım dedim. Katıldım. Sırada bekleyen diğer insanlar da koyu bir sohbetin içindeler. Sıramatik devreye girince genç, annesinin yanına gitti. Öbürü sohbete devam etti benimle. Senli benli konuşunca, “Önceden tanışıyor muyuz? Çıkaramadım sizi,” deyiverdim. “Yok, yok! Tanışmıyoruz. Şimdi tanıştık sizinle” deyince, içsel bir gülme tuttu beni. Ne o adımı biliyor, ne ben adını biliyordum ama tanışmıştık işte. Banka görevlisi insanlara seslendi: “Sıramatikten sıra fişi aldınız ama sizi biz çağıracağız. Çünkü sırayı gösteren ekran bozuk!” Ufak bir homurdanma. Güvenlik görevlisi sıra ile çağırıyor: “1,2,3…” Yeniden ortalığa seslendi: “Para yatıracak olanlar sıradan ayrılıp benim tarafa yaklaşabilirler.” Neredeyse 10’a yakın kişi ayrılacak gibi olunca, büyük miktarda bir tutarı söyleyerek insanları frenledi ama homurtu daha da yükseldi ve açıklama ihtiyacı duydu: “Kasada para yok. Önce para yatacak ki, işlerinizi görelim,” deyiverdi. Homurtu ile gülme birbirine karıştı. Derken, gençle annesi yanıma geldiler. İşlerini halletmiş, bankadan çıkacaklar. Genç sordu: “Zaman zaman yazılarınızı okuyorum. Sırada ne var, merak ediyorum?” , “Burada yaşananları yazacağım,” dedim. Afalladı. “Niye ne oldu ki! Yazılmaya değer bir şey mi var?” gibisinden bakışlar. “Bir banka, işlerin yürümesi için, deprem geçirmiş ve henüz yerinden kalkamamış insanlardan para istiyor. Hem şu ortama baksana. Sanki bir köy meydanı. Herkes herkesle sohbet içinde. Yüzlerce sorun varken, her şeyi unutmuş gibiler…”, “Merakla bekleyeceğim yazını,” deyip çıktılar bankadan genç ve annesi.
İşte böyle. Antakyalının, Antakya dışında aradığı ve bulamadığı buydu. Onlarca, yüzlerce soruna rağmen yaşama sevinci, coşkusu, direnci… Böyle bir atmosferi, ortamı çağıran insani sıcaklık, hoşgörü…
Ekim 2025, Eskişehir

YORUMLAR