Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Yonca Özgül
Yonca Özgül

Bin Gün Bin Çile

Asrın felaketi olan 6 Şubat 2023 depremi üzerinden 1000 gün geçti. Dile kolay tam 1000 gün.

Hatay halkı ne durumda? Adıyla bile oynandı, güzelim Antakya’ nın. “Antakya halkı ne durumda?” kulağa daha tanıdık, daha kadim gelmiyor mu ?

Neler yapıldı, yapılıyor?
Anlaşılan çığlıklarımızı duymayanlar, bizi bugün de duymuyor. 1000 gün sonra da duymuyorlar.

Halen konteynerlarda yaşam mücadelesi veren öğretmen arkadaşlarım var.
Elbette herkesin hakkı iyi yaşamak, normale kavuşmak. Hele bir de topluma yön veren eğitimcilerin, çocuklarımızı geleceğe hazırlayan eğitim neferlerinin belli bir standartta yaşamaları bir hayli önemli diye düşünüyorum.

Öğretmen arkadaşlardan artık konteynerları tahliye etmeleri gerektiği duyumunu alıyoruz. Bunun yerine başlarını sokabilecekleri alternatif bir çatı sunulmuyor. Kara kara düşünüyorlar ne yapsak diye. Konutlar henüz teslim edilmedi. Bazı arkadaşlara kura sonucu TOKİ’den ev çıkmış, imza atmışlar teslim aldık diye de, alt yapı ve üst yapı yok, elektrik, doğal gaz, su vb. yoksa nasıl yerleşebilirler oraya? Eh bitmiyor çilesi depremzedenin bitmiyor…
Kiralık konut arar bu eğitimci arkadaşlar da, kiralar bu primitif koşullara rağmen çok ama çok yüksek. Ne yapsın bu eğitimciler…
Ülkemin aydınlık yüzleri, Türkiye’ mizi
omuzlarında yükseltmek isteyen bu güzel zihniyet. Nedir bu eziyet… Kiminiz, eee yeter işte 1000 gün idare edildiler diyebilir.
Yeter ise, kiraların bu kadar yüksek olmaması için ciddi bir denetim ve yaptırım gerekli.
Devlet, eğitimcilere, kendi evlerine kavuşana kadar imkan sağlamalı.

Bu kadim kentte altyapı, güvenlik, insanca yaşam koşulları, doğaya, çevreye saygı, adalet içler acısı ve vahim durumda ne yazık ki…

Hepimiz, her gün aynı acıları yaşıyor, hayatı felç eden problemlerle karşılaşıyoruz. Bilinçli ve büyük bir ihmal olabileceği konusunda toplumda yaygın şüpheler ve kanılar var. Koskoca 1000 günde, istenseydi, daha adaletli ve gerçekçi bir kalkınma yaşanamaz mıydı?

İstenseydi, Antakya’ nın ruhunu ve özünü yansıtan yerler ayağa kaldırılamaz mıydı?

Niye öze değil de vitrine yönelik oluyor çalışmalar?

Elliüç bin insan adalet diye haykırıyor.
Konteynerları, iş yerlerini su basıyor, elektrikler çok sık kesiliyor, her yer toz toprak…
Yollar çamur pisti gibi mübarek. Okul yolu düz gitmiyor, okul yolu engebeli, dolambaçlı ve sarp buralarda!

Okul yolunda ödümüz kopuyor. Çocuklar derin çukurlu yollarda, çamurlarda kaya kaya, düşe kalka, üstü başı batarak, inşaatlar arasından, ürkütücü ve ilk defa gördükleri koskoca kepçelerin, ekskavatörlerin, greyderlerin hoyrat çığlıkları arasından okula gitmeye çalışıyorlar.

Vah ki ne vah, dillere destan Antioch vah…

Nefes alamıyoruz, nefessiz kaldık. Neden TOKI uğruna yeşil alanlar, zeytinlikler yok ediliyor, istila ediliyor, neden? Üstelik ihtiyaç fazlası TOKI yerleşkeleri yapmak uğruna. Hazine arazileri ne güne duruyor?

Hatay nefes alamıyor. Hatay’ ın entübe edilmesine ramak kaldı.

Cumhuriyetin 102. yılında bu yaşananlar düşündürücü değil mi?

“Dünya, kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp, hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.” demiş Albert Einstein.

Daha ne kadar seyirci kalmayı düşünüyor yetkililer ve insanlık?

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER