Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Emekli Tuğgeneral Dr. Naim BABÜROĞLU

İran’a savaş başladı. Sıra kimde?

1977-1981 yılları arasında ABD’de başkan olan Carter, Aralık 1977’de İran’ı “Fırtınalı bir denizde istikrar adası” olarak nitelemişti. 1978 Ağustosunda, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından Beyaz Saray’a verilen raporda, İran’da bir devrim olasılığının bulunmadığı yazılıyordu. Ancak, birkaç hafta içinde sokak gösterileri başladı. İran Şah’ı Rıza Pehlevi, Ocak 1979’da ülkeyi terk ederek Mısır’a gitti.

Paris’te sürgünde bulunan Ayetullah Humeyni, 1 Şubat 1979’da İran’a döndü. Yaşlı bir mollanın iktidarı ele geçirerek İran’ı bir İslam Cumhuriyetine dönüştürebileceğine CIA içinde ihtimal veren yok gibiydi. CIA Direktörü Turner, bu konuda şunları söylüyordu: “Humeyni’nin kim olduğunu, hareketin hangi boyutta destek bulduğunu çözemiyorduk. Bu şahsın yedinci asırdan kalma dünya görüşlerinin, ABD için ne anlama geldiğini de kavrayamıyorduk… Açıkçası resmen ayakta uyuyorduk!” Oysa eğitimli elitlerden kara cahile kadar İran toplumunun tümü, CIA’nın her şeye gücü yetebilen bir yapı olduğu kanısındaydı.

Ayetullah yanlısı bir grup İranlı öğrenci, Kasım 1979’da Tahran’da ABD Büyükelçiliğini işgal etti. 53 elçilik görevlisini, Carter iktidarının sonuna kadar tam 144 gün boyunca rehin aldılar. ABD elçiliğindeki rehineleri kurtarmak için Nisan 1980’de, CIA tarafından “Desert One” operasyonu yapıldı. Kurtarma operasyonunu gerçekleştirecek sekiz komandoyu taşıyan helikopter, alandaki bir nakliye uçağına çarptı ve içindekilerle birlikte parçalandı. Tutsak Amerikalılar, kendilerini esir alanların kararıyla Carter’ın Başkanlığı devredip Beyaz Saray’dan ayrıldığı gün ve saatte serbest bırakıldı. Özgürlüğe kavuşmanın, Amerikan istihbaratıyla ya da gizli bir operasyonla hiç ilgisi yoktu. Bu zamanlama, tamamen ABD’yi küçük düşürmeye yönelik siyasi bir mesaj niteliğindeydi.

Humeyni’nin yönetime el koymasından hemen sonra Başbakan Ecevit tarafından, Humeyni’ye iyi niyet mesajı gönderilmişti. İran’ın Türk Büyükelçisi Turgut Tülümen bu mesajı iletmeye ve Humeyni’nin görüştüğü ilk büyükelçi olmaya önem veriyordu. Tülümen, kabul edilişini şöyle yazıyordu: “15 Şubat 1979 akşamı, Humeyni tarafından, karargâh binası olarak kullandığı okulun bir salonunda kabul edildim. Bu şekilde yeni rejimi de tanımış oluyorduk… Kabul yerinin girişinde ayakkabılarımızı çıkardık… Ayetullah Humeyni, İran ve Çin halılarıyla döşenmiş küçük bir salonun köşesinde, yere serili ince bir şilte üzerinde bağdaş kurmuştu… Humeyni eliyle sol tarafı gösterdi. Hepimiz yere bağdaş kurmuştuk.”

Humeyni’nin yönetimi devralacağını hisseden bazı uyanık devlet görevlileri ve özellikle işadamları önce servetlerini yurt dışına transfer etmiş, sonra da kendileri kaçmışlardı. Kaçamayanlara gelince, haftalar ve aylar içerisinde, aralarında eski başbakan, bakanlar, generaller ve üst düzey bürokratların da olduğu yüzlerce kişi binaların damlarında kurşunlanarak idam edildiler. Bu kişilerin kanlar içinde yerde yatan bedenlerinin fotoğrafları, gazetelerde günlerce çarşaf çarşaf sergilendi. Devrim acımasız, fotoğraflar ise iğrençti. 1979’da İran için ABD, “Şeytan ve Düşman” olmuştu. ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük kaybı ise İran’dı.

Bu devrimden 35 yıl sonra, 14 Temmuz 2015’te İran ile P5+1 ülkeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya) arasında İran’ın nükleer programı konusunda anlaşma sağlandı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), İran’ın nükleer dosyasıyla ilgili temel sorumlulukları yerine getirdiğini 16 Ocak 2016 tarihinde açıkladı. Böylece, ABD 35 yıl önceki İran’a dönüş hazırlığı yaparken, İran Ortadoğu’da daha güçlü bir aktör durumuna geldi. Bu anlaşma ile Suriye’de rejim değiştirme yerine, terörle mücadelenin birinci önceliği alacağı ortaya çıktı. Anlaşmadan sonra, Rusya Devlet Başkanı Putin: “Ortadoğu’da terörle (yani IŞİD’e karşı) mücadele güçlenecek” dedi.

Fakat bu anlaşmaya en çok karşı çıkan iki ülke İsrail ve Suudi Arabistan’dı. İran ile yapılan bu anlaşma, Suudi Arabistan’la İsrail ittifakını daha da kuvvetlendirdi. Çünkü İran hem İsrail hem de Suudi Arabistan için düşman ülkeydi.

Ve anlaşmanın imzalanmasından iki yıl sonra, ABD Başkanı Trump, 8 Mayıs 2018’de eski başkan Obama döneminde İran’la imzalanan Nükleer anlaşmadan çekildiğini dünya kamuoyuna duyurdu. Trump, diğer imzacı ülkelerin karşı çıkmasına rağmen anlaşmayı elinin tersiyle iterek çöpe attı. Trump’ın bu kararına karşı çıkan ülkeler Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, Türkiye, İran ve Suriye oldu. AB, BM, ABD eski Başkanı Obama ve ABD Dışişleri eski Bakanı Kerry de anlaşmanın devamından yana. İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn de beklendiği gibi Trump’ın kararını şiddetle desteklediler. En çok sevinen iki ülke, İsrail ve Suudi Arabistan oldu.

Trump’ın bu açıklamasının ardından hiç gecikmeden İsrail, Suriye’deki İran askerlerinde bir hareketlilik olduğu gerekçesiyle Golan’daki kuvvetlerini alarma durumuna geçirdi. Füze savunma sistemlerini savaşa hazır duruma getirdi. ABD ve İsrail, İran’a karşı Suriye üzerinden savaşı başlatmış oldu.

ABD, İran’a karşı üç cephede savaşı planladı. Birinci cephede, İran içinde toplumsal çalkantıları, çatışmayı ve rejime karşı başkaldırıyı hedefleyen sert yaptırımlar. İkinci cephede, Suriye’deki İran askerlerinin vurulması ve İran’ın Suriye’deki varlığına son verilmesi. Üçüncü cephede, Lübnan’da Hizbullah’ı vurarak İran’a ders verilmesi. İsrail hiç gecikmedi, Trump’ın açıklamasının hemen ardından, Suriye’deki İran tesislerini/üslerini vurarak savaşı ikinci cephede başlatmış oldu. 9/10 Mayıs gecesi, İsrail 28 F-15/F-16 savaş uçağıyla yaklaşık 60 füzeyle ve karadaki unsurlar da 10’dan fazla taktik füzeyle hedefleri vurdu. Rusya, İsrail’in attığı füzelerin yarısından fazlasının Suriye hava savunma sistemleri tarafından tahrip edildiğini belirtti.

Trump, İran’la gerginliği artırarak Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) halkalarını tamamlıyor. Trump’ın bu kararı, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail ittifakının önce İran sonra Türkiye ve bölgeyi Libya’ya benzetme hayallerini de süslüyor. Ayrıca, savaş çarkını hızlandırarak silah ticaretini artırmak istiyor. Güney ve Kuzey Kore liderlerinin 27 Nisan 2018’de el sıkışması, ABD’nin en büyük beş silah üreticisine pahalıya mal oldu. Aynı gün, yaklaşık 10.2 milyar dolar kaybettiler. Oysa Trump savaş çarkını hızlandırmayı vaat etmişti. Bu yüzden, Ortadoğu’da, özellikle İran ve Suriye’de gerginliği artırmak zorunda.

İran’ın misilleme hakkını kullanarak, İsrail’e birkaç füze atmasını ABD ve İsrail dört gözle bekliyor. İsrail, böylece dünyayı ayağa kaldıracak ve ABD’nin İran’ı vurması için her türlü girişimi yapacak.

Dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin %75’i Ortadoğu ve Hazar Denizi bölgesinde yer almaktadır. Bölgenin jeopolitik yönden önemli iki ülkesi ise İran ve Türkiye’dir. İran, Ortadoğu ve Hazar Denizi’ni birbirine bağlarken; Türkiye, bölgenin Avrupa ve Akdeniz’e açılan boğazı konumundadır. İran, dünyanın dördüncü büyük petrol, ikinci büyük doğalgaz varlığına sahip bir ülke. İran’ın, Rusya ve Çin ile geliştirdiği işbirliği, ABD’nin Ortadoğu ve Hazar Bölgesi stratejisini olumsuz etkilemektedir. Rusya ve Çin’in Suriye’ye destek olmalarının ana nedeni de, Suriye’den sonra sıranın İran’a gelmesi ve savaşın “ağırlık noktası”nın bu ülkelerin kendi sınırlarına dayanması endişesidir.
Evet, sıra İran’a geldi. Taşlar hızla döşeniyor… Sonraki ülke? Hedefte Türkiye var

Fransız Devlet adamı Charles de Gaulle, 1960’larda ne demişti: “Uluslararası ilişkilerde inançlar ve ideolojiler değil, ulusal çıkarlar esastır.”

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER