Türkiye ve ABD, iki NATO üyesi ülke… Zaman zaman, ABD’ye ¨Stratejik Ortak¨ ya da ¨Stratejik Müttefik¨ deniliyor. Bu kadar önemli krizlerin sahibi bir ülke, Türkiye’nin BEKA’sını olumsuz etkileyen kararlara imza atan bir NATO üyesi ABD, ¨Stratejik Ortak¨ ya da ¨Stratejik Müttefik¨ olur mu? Müttefik denilebilir mi?
27 Ekim 1962, Jüpiter füze krizi… Sovyetler Birliği, ABD’yle arasında krize neden olan Küba’daki Sovyet füzelerinin sökülmesini kabul etti. Bunun karşılığında, Türkiye’deki ABD Jüpiter füzelerinin sökülmesi koşulunu ileri sürdü; ABD de bunu kabul etti. ABD bu kararı, Türkiye’ye danışma gereği duymadan almıştı. Jüpiter füzelerinin kendisine danışılmadan pazarlık konusu yapılması, Türkiye’de büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. Bir pazarlık söz konusu olduğunda, ABD’nin Türkiye’yi feda edebileceği ortaya çıktı.
5 Haziran 1964, Johnson mektubu… Kıbrıs’ta Rumların Türklere saldırısı üzerine, 7 Haziran 1964’te Türk askerinin Kıbrıs’a çıkması planlandı. Bunun üzerine ABD Başkanı Johnson, Başbakan İnönü’ye 5 Haziran 1964’te ifadesi ağır ve tehdit dolu bir mektup gönderdi. Mektupta, NATO üyesi iki ülkenin savaşmasının kabul edilemez olduğu, ABD’nin Türkiye’ye sağladığı askeri malzemenin bu müdahalede kullanılmasına izin verilmeyeceği, Sovyetler’in Türkiye’ye saldırısı karşısında NATO’nun Türkiye’yi savunma konusunda isteksiz olacağı belirtildi. Bu krizde Batı’nın, Türkiye’nin değil Yunanistan’ın yanında yer alacağının farkında olan İnönü 16 Nisan 1964’de, Johnson mektubundan 1.5 ay önce Time Dergisi’ne verdiği röportajda aynen şöyle demişti: ¨Müttefikler tutumlarını değiştirmezlerse, Batı ittifakı yıkılabilir… Yeni şartlarda yeni bir dünya düzeni kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini alır!¨ Türkiye, 18 Şubat 1952’de NATO’ya üye olmuştu.
1974, haşhaş krizi… Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, 1971’de Erim Hükümeti’nin yasakladığı haşhaş ekimini yeniden başlattı. Ecevit’in bu kararı, Türkiye-ABD arasında krize neden oldu. Bülent Ecevit, yıllar sonra 2002 yılında Hürriyet gazetesinden Sedat Ergin’e yaptığı açıklamada, ”Yasaklayıcı tutumlarına karşın haşhaş üretimini belli kurallar içinde serbest bırakışımız ABD’de çok tepki uyandırmıştı. Kongre’nin ambargosu aslında Kıbrıs değil, haşhaşla ilgiliydi. Sonra Kıbrıs’a yamandı” dedi. ABD’ye rağmen haşhaş ekiminin serbest bırakılması, ¨Tam Bağımsızlık¨ anlayışıyla dik duruşun bir göstergesiydi.
5 Şubat 1975, silah ambargosu… 1974 Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle, ABD Türkiye’ye, 5 Şubat 1975’te üç yıl sürecek ağır bir silah ambargosu uyguladı. Bu yaptırım kararıyla, Türk-ABD ilişkileri Kıbrıs sorununa bağlanmış oluyordu. Türkiye’nin ambargoya cevabı, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşu oldu. Türkiye, bu kadar güçlü değildi ama ABD’ye en sert karşılığı verebilmişti.
25 Temmuz 1975, ABD üslerinin kapatılması… Başbakan Süleyman Demirel’di. İktidarda ise, Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti vardı. Silah ambargosunun kaldırılması için Demirel, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Kissinger ile Ankara’da; ABD Başkanı Ford ile Brüksel’de görüştü. Fakat sonuç alınamadı. Bunun üzerine, 25 Temmuz 1975 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi’yle ABD’nin Türkiye’de bulunan 21 üs ve tesisi kapatıldı. Yaklaşık beş bin ABD’li asker ve sivil ülkeyi terk etti. Türkiye, ABD’ye ¨Tam Bağımsızlık¨ anlayışıyla misliyle karşılık vermişti.
26 Eylül 1978… ABD Başkanı Carter’ın onayıyla Türkiye’ye uygulanan ambargo kaldırıldı. Ambargo kaldırıldığında, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) lideri Bülent Ecevit Başbakandı. Ecevit, ambargonun kaldırılmış olmasına rağmen, Devlet politikasını sürdürdü. ABD’nin üs ve tesislerini açmadı. Üs ve tesisler, 12 Eylül yönetimi tarafından 18 Kasım 1980’de açıldı. Başbakan Demirel’in ABD üslerini kapatması, Ecevit’in ABD’nin yaptırımları kaldırmasına rağmen üsleri açmaması Türkiye’nin ¨Tam Bağımsız¨lık hassasiyetinin tarihi bir örneğiydi.
1 Mart 2003 tezkeresi… 2003’te ABD’nin Irak harekatı nedeniyle, ABD askerinin Türkiye’de konuşlanmasına ilişkin tezkere, TBMM’den geçmedi. ABD, çok istediği tezkerenin TBMM’den geçeceği beklentisindeydi. Tezkere kapsamında İskenderun’a konuşlandırılacak askerler, araçlar ve gemilere yönelik harcamalar için yaklaşık 200 milyon dolar bile ayrılmıştı. ABD, büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Bu günü unutmadı… ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali yaklaşık 1.5 milyon insanın hayatına mal oldu. Irak, parçalandı ve Türkiye’ye tehdit olacak yapılar ve terör örgütleri ortaya çıktı. TBMM, tezkereyi reddederek tarihi bir görev yapmış ve ¨Tam Bağımsızlık¨ ilkesine sahip çıkmıştı.
4 Temmuz 2003, Çuval krizi… Irak’ın Süleymaniye kentinde ABD askerleri, Türk Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bağlı subayların bulunduğu karargâha baskın düzenledi. Bir binbaşı komutasındaki 11 Türk özel harekatçının başına çuval geçirildi. 60 saat süreyle sorguya çekildiler. Çuval geçirme olayı, Türk tarihi açısından kabul edilebilecek bir olay değildi. Türk kamuoyu, büyük bir öfke ve tepki gösterdi. Dönemin hükümeti, sadece sözlü kınama açıklamasıyla yetindi. Hükümet ABD’ye NOTA bile verilmedi. Çuval Olayı karşısında Türkiye’nin takındığı pasif tutum, 40 yıllık Türkiye-ABD arasındaki gerginliklerde bir ilkti. Türkiye, ABD’ye gereken karşılığı vermedi.
9 Ekim 2017, Vize krizi… ABD tarafından alınan kararla, Türkiye’de vize hizmetleri askıya alındı. Ardından Türkiye, ABD’de bulunan elçiliklerinde vize işlemlerini durdurduğunu açıkladı.
26 Temmuz 2018… Türkiye’de casusluk suçlamasıyla tutuklu bulunan ABD vatandaşı Rahip Brunson, 25 Temmuz 2018’de ev hapsi cezasıyla cezaevinden çıkarıldı. ABD Başkanı Trump ve Başkan Yardımcısı Pence, Brunson’ın serbest bırakılmamasından dolayı Türkiye’yi yaptırımlarla tehdit eden tweetler paylaştılar. 26 Temmuz 2018’de, önce ABD Başkan Yardımcısı Pence, hemen ardından Başkan Trump’tan peş peşe yaptırım açıklamaları geldi. Pence, ¨Pastor Andrew Brunson’ı hemen serbest bırakın ya da sonuçlarına katlanmaya hazır olun… ABD, Türkiye’ye karşı bazı ekonomik yaptırımlar uygulayacak¨ dedi. Trump, ¨ABD Türkiye’ye geniş yaptırımlar uygulayacak. Brunson çok acı çekiyor. Bu masum din adamı hemen serbest bırakılmalı¨ paylaşımını yaptı. Başkan Trump ve Yardımcısı, 1964’teKİ Johnson mektubunda yer alan kaba ifadeleri de aşan tehdit sözcükleri kullandılar. 1 Ağustos 2018’de, ABD Brunson’ın serbest bırakılmamasında payları bulunduğu gerekçesiyle İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı’na yaptırım kararı aldı. İki bakanın kara listeye alınarak ABD’deki mal varlıklarına el konulması, ülkeye girişlerinin ve ABD ile tüm ticari ve finansal ilişkilerinin dondurulması kararı verildi. Türkiye, buna karşılık ABD’nin Adalet ve İçişleri Bakanlarının Türkiye’deki mal varlıklarını dondurdu. Rahip Brunson, 12 Ekim 2018’de serbest bırakıldı ve ABD’ye gitti. Trump, Beyaz Saray’da Brunson’u kabul etti ve ¨Erdoğan ile birkaç konuşma yaptıktan sonra onunla anlaştık. Bunun için minnettarız ve Türk halkına da minnettarız. Anladığım kadarıyla sen de minnettarsın.¨(1) diye açıklama yaptı.
6 Haziran 2019, Pentagon Mektubu… Türkiye’nin Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemi alımı sürecinde, ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a, 6 Haziran 2019 tarihli bir mektup gönderdi. Mektupta, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemi almasının gerçekleşmesi durumunda, ABD’nin uygulayacağı yaptırımlar sıralandı. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Türkiye’ye gönderdiği mektupta, özetle “Türkiye S-400 alırsa ağır sonuçları olur” diyordu.(2) Mektupta, Türkiye’nin F-35 Savaş Uçağı üretim zinciri projesinden çıkarılacağı; Türkiye’ye CAATSA (ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası) yaptırımlarının uygulanacağı; Türkiye’nin ABD ve NATO ile olan ilişkilerinin olumsuz etkileneceği belirtiliyordu. Tarihte “Johnson Mektubu” olarak geçen mektuba benzer tehditleri içeren maddeler. Türkiye karşılık vermedi. Sadece S-400 alma haklılığını dile getiren açıklamalar yaptı.
9 Ekim 2018, Barış Pınarı Harekatı, Trump’ın mektubu ve paylaşımları… Türkiye’nin Suriye sınırında ABD’nin desteğiyle oluşturulan terör koridorunu yok etmek, bölgeye barış ve huzuru getirmek amacıyla, 9 Ekim 2018’de Barış Pınarı Harekâtı başlatıldı. ABD Başkanı Trump, Cumhurbaşkanı’na bir mektup gönderdi. Ayrıca, Harekat ile ilgili Türkiye’yi tehdit eden paylaşımlar yaptı. Twitter paylaşımında, ¨Türkiye kuralına göre oynamazsa, çok sert yaptırımlarla onları vururum. Yakından izliyorum” gibi ifadeler kullandı. 17 Ekim 2018’de ABD Başkan Yardımcısı Pence ve Dışişleri Bakanı Pompeo Ankara’ya geldiler. Yapılan görüşme sonucunda, Barış Pınarı Harekatı durduruldu. 480 kilometre olarak belirlenen askeri hedef, 140 kilometre ile sınırlandırıldı. Harekât, Politik Hedefleri karşılayamadan anlaşmaya varılmış oldu. Gelinen aşamada, ABD desteğiyle, PKK/PYD terör örgütü daha çok güçlendi, düzenli orduya ve devletçiğe dönüştürüldü; Suriyeli sığınmacıların dönmesi hedefi de gerçekleşemedi. Türkiye’nin coğrafi bütünlüğüne kasteden PKK/PYD terör örgütü, etkisiz duruma getirilemedi. Türkiye’nin, 1974’te Kıbrıs Barış Pınarı Harekatı’nda ABD’ye karşı takındığı tutum, 2018’de Barış Pınarı Harekatı’nda sergilenemedi.
14 Aralık 2020, CAATSA Yaptırımları… ABD Başkanı Trump, Başkanlığı devretmeye bir ay kala, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sistemi gerekçesiyle, iki yıldır tartışılan yaptırım kararını 14 Aralık 2020’de onayladı. CAATSA, ABD’nin tehdit olarak gördüğü Rusya, Çin, Kuzey Kore, İran gibi ülkelere uyguladığı ¨Amerika’nın Hasımlarıyla (Düşmanlarıyla) Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası¨dır. Savunma Sanayii Başkanlığı’na, Savunma Sanayi Başkanı’na ve Savunma Sanayi Başkanlığı ile ilgili üç Türk vatandaşına yaptırım kararı alındı. 12 yaptırım maddesinden seçilen beş madde, diğerlerine oranla daha hafif yaptırımlar. Bu yaptırımlar, ilk kez bir NATO üyesine uygulanıyor. Yani, bu yaptırımlarla Türkiye, ABD’nin düşmanı olarak kabul edildi. Bu da ilk… ABD, Türkiye’nin 1.25 milyar dolar ödediği F-35 savaş uçaklarını da vermiyor. Ayrıca, ABD yaptırımları kaldırmak için 2.5 milyar dolar ödenerek alınan S-400’ün Türkiye tarafından kullanılmamasını koşula bağlıyor. Ek yaptırımlarla da tehdit ediyor. Türkiye, bu yaptırımlara karşılık, sadece kınama açıklamalarıyla yetindi. S-400’ü de henüz aktif duruma getirmedi. Oysa, 1975’te silah ambargosunu kaldırmadığı için ABD’nin 21 üs ve tesisi kapatılmıştı. Türkiye bu kadar güçlü değildi ama ¨Tam Bağımsızlık¨ anlayışı güçlüydü..
Yukarıda sıralanan olaylar, iki ülke arasında yaşanan ve kriz olarak adlandırılan gerginliklerdi. Bu olaylar kriz ise, aşağıda yer alanlar savaş nedeni olmalıydı…
7 Ağustos 2003… ABD Dışişleri eski Bakanı Condoleezza Rice, Ulusal Güvenlik Danışmanı iken 7 Ağustos 2003’te Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında, 23 ülkenin rejimi ile sınırlarının değişeceğini belirtmişti. Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, İsrail, Ürdün, Suudi Arabistan, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar, Kuveyt, Irak, Suriye, Lübnan, Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan’ın oluşturduğu ülkeler, 17 milyon kilometrekarelik bir coğrafyayı kapsamaktaydı. ABD’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı, Türkiye’nin sınırlarını değiştiren bir projeyi açıkladı. Fakat herhangi bir kriz yaşanmadı…
PKK/PYD terör örgütü, en büyük kriz… ABD’nin ısrarlı desteğiyle, Suriye’de PKK bölücü terör örgütünün kolu PYD, hayal edemeyeceği büyüklükte bir coğrafyaya, Suriye’nin yaklaşık yüzde 30’una sahip oldu. ABD, PYD/PKK’ya modern silahlar verdi, eğitti, donattı. 60 bin kişilik bir terörist ordu ve devletçik oluşturdu. Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü tehdit eden böyle bir terör devletçiğinden daha büyük bir kriz mi olur? Fakat, ABD’nin oluşturduğu bu tehdit, iç kamuoyunda Rahip Brunson krizi kadar önem kazanmadı. Türkiye’nin coğrafi bütünlüğüne kasteden ana tehdit, yani büyük kriz gözden kaçmış gibi. Bu BEKA sorununa rağmen, Türkiye ABD’nin herhangi bir üs veya tesisini kapatmadı, Barış Pınarı Harekatı’nı sürdürmedi.
2016, FETÖ, diğer en büyük kriz… CIA’nın ve ABD’nin, FETÖ hain darbe girişimini desteklediği ortaya çıktı. FETÖ, halen ABD’de koruma altında. NATO’nun 14 maddelik anlaşmasının ruhuna uygun olarak, NATO üyesi olan iki ülkeden biri olan ABD’nin FETÖ’yü iade etmesi gerekirdi, etmedi. ABD’nin bu politikasına rağmen, Türkiye ABD’ye sert bir karşılık vermedi.
1960-2003 dönemi incelendiğinde, ekonomik ve askeri yönden güçsüz olan Türkiye’nin gerginliklerde ABD’ye, ¨Tam Bağımsızlık¨ anlayışına uygun şekilde misliyle karşılık verdiği ortaya çıkar. 2003’teki ¨Çuval Krizi¨ dahil sonraki süreçte, Türkiye’nin daha güçlü olmasına rağmen, ABD’ye karşı daha yumuşak bir tutum izlendiği ve önceki dönemin ¨Misliyle Karşılık Verme Politikası¨nın uygulanmadığı görülür. Bununla beraber, Türkiye’ye yönelen tehditlerde azalma yerine artış olduğu gerçeğini not etmek gerek. Hamaset sözcüğünün, stratejide yeri olmadığının da altını kalın bir çizgiyle çizmeli…
Türkiye ve ABD, iki NATO üyesi ülke… Zaman zaman, ABD’ye ¨Stratejik Ortak¨ ya da ¨Stratejik Müttefik¨ deniliyor. Bu kadar önemli krizlerin sahibi bir ülke, Türkiye’nin BEKA’sını olumsuz etkileyen kararlara imza atan bir NATO üyesi ABD, ¨Stratejik Ortak¨ ya da ¨Stratejik Müttefik¨ olur mu? Müttefik denilebilir mi? ABD’nin 1950’lerden itibaren özellikle Ortadoğu’da izlediği politikanın, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına tümüyle aykırı olduğu gerçeği ortada değil mi?
Atatürk’ün dış politikasının temel ilkelerinden üçü, Tam Bağımsızlık, Millet Egemenliği, Yurtta Barış Dünyada Barış’tır…Başarılı Hatay politikası; 1934’te Balkan Antantı ve 1937’de Sadabat Paktı’yla oluşturduğu ittifaklar, hep ¨Tam Bağımsızlık¨ şemsiyesi altındadır. Atatürk demek; akıl, bilim, tam bağımsızlık ve anti emperyalizm demektir. Atatürk’ten uzaklaştıkça, Atatürk’ün ilke ve politikalarını görmezden geldikçe, milli savunma sistemine de sahip olamazsın, tam bağımsız da olamazsın… Milli egemenlik te sadece sembolik iki sözcükten ibaret kalır… Sorgula, sorgularsan yolun Atatürk’e ve O’nun ilkelerine çıkar…
(1)https://www.aa.com.tr/tr/dunya/trump-rahip-brunson-icin-cumhurbaskani-erdogana-minnettariz/1952148
(2)https://www.amerikaninsesi.com/a/s400-f35-fuze-sistemi-turkiye-abd-amerika-savunma-sistemi/4950071.html?utm_source=dlvr.it&utm_medium=twitter