Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Garip Turunç

ADALETİN DÜŞTÜĞÜ AĞLANACAK ACINASI DURUM

Keşke, yüreğimin dili olsa da konuşsa. Mehmed Âkif Ersoy; “Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem / Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizârım!” diyor. Ben de, uzak ülkemde hukuk düzeninin ve adaletin düştüğü ağlanacak acınası durum hakkında yazacaklarımın belki bin katını yüreğimde hissediyor, bin kat acı ve sızı hissediyorum. Ancak yüreğimin dili olmadığından hepsini yansıtamıyorum. Ama söze de bir yerlerden başlamalı, hüznümü ve derdimi dillendirmeliyim.

 

İnsan esas itibarıyla iki sebeple ağlar; sevinçten ya da hüzünden. Yargının gözyaşları sevinçten değil maalesef. Zira yargının sevinci ancak bağımsız adalet dağıtmakla mümkün olabilir. Uzun zamandır bağımsız adalet dağıtmadığı ise malum. Bugünkü hukuk ve yargı düzenini belirleyen mevcut ucube Anayasa, biri 12 Eylül tarihinde biri de 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan iki halkoylaması ile değiştirilerek hukuku ve yargıyı tek kişinin atamalarına/emrine bağlayan bir nitelik taşımaktadır. Bu nedenledir ki ‘Türk Milleti’ adına yargı bağımsız dağıt(a)madığı adalet ve vesile olduğu zulüm nedeniyle acziyetten ve vicdan azabından ağlıyor.

 

***

Gezi davası, Gezi eylemlerinin üzerinden 9 yıl geçtikten, aynı başlıklarda defalarca yargılama yapılıp sanıklar suçsuz bulunduktan, aynı sanıklar sonradan ağır ceza mahkemesinde açılan davada beraat ettikten sonra geçen yıl tam da beklenildiği gibi mahkumiyetle sonuçlanmıştı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, davanın bir numaralı ve tek tutuklu sanığı Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’yı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 10 Kasım 2019’da serbest bırakılması kararına ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin bu kararı uygulamaması nedeniyle Türkiye aleyhinde yaptırım sürecini başlatmasına rağmen ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm etti. Mahkeme, diğer sanıklar Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi’yi 18’er yılla cezalandırdı. Bununla yetinmeyerek yıllardır tüm duruşmalara katılan bu isimlerin, kaçma şüphesiyle tutuklanmalarına da karar verdi.

 

Geçen hafta Gezi davasında Yüksek Yargıtay 3. Ceza Dairesi Osman Kavala’nın cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan (TCK md.312) müebbet hapsini, aralarında Hatay milletvekili Can Atalay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman ve Çiğdem Mater Utku için ise hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçundan (TCK 312/1 ve 37/1) 18 yıl hapis cezalarını onandı.

 

Oysa ki Osman Kavala’nın hükümeti devirmek istediğini gösteren hiçbir kanıt yok. Cebir ve şiddet kullandığına, şiddet olaylarına karıştığına ilişkin hiçbir kanıt yok. Ama gene de ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildi. Belli ki karar önceden verilmiş. Yargıtay’dan karara  bir hukuki kılıf giydirmesi istenmiş.

 

Osman Kavala’nın suç (!) oluşturan Yargıtay kararındaki bütün eylemleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10 Aralık 2019 tarihli kararında incelenmiş ve şu sonuca varılmıştı:

 

“Başvurucuya atfedilen … ve sonradan savcının suçlamalarına konu olan olgular ya hukuka uygun, birbiriyle ilgisi olmayan, izole ya da Sözleşme’den (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) doğan hakların kullanılması niteliğindeki eylemlerdir.” (….) “Dosyada … ya da iddianamede başvurucunun şiddete başvurduğuna ya da şiddet eylemlerini kışkırttığına ya da bu tür eylemleri desteklediğine dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır.”

 

***

Can Atalay’ın da Hatay Milletvekili seçildikten sonra en azından, haksız yere tutulduğu cezaevinden Anayasa’nın 83/3 maddesine göre ‘hükmün infazının milletvekilliği görevi sona erene kadar’ ertelenerek tahliye edilmesi gerekiyordu. Yargıtay, depremle canlarını, mallarını kaybetmiş Hatay halkının dertlerine çare olmak yerine, vekilini esir tutmakla ayrı bir tartışma başlattı. Daire, Anayasa Mahkemesi’nin mevcut koşullarda milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılamayacağı yönündeki içtihat kararına rağmen Atalay hakkındaki kararı onadı.

 

Daire, bu kararı verirken Berberoğlu konusunda yaşananları da dikkate almadı. Yargıtay, MİT TIR’ları davasında milletvekili seçilmesine rağmen Berberoğlu hakkındaki 5 yıl 1 aylık cezayı onamıştı. Milletvekilliği düşürülen Berberoğlu, cezaevine konulmuştu. Anayasa Mahkemesi, bu karardan sonra Berberoğlu hakkındaki yargılamanın durdurulması gerektiğini belirterek, davayla ilgili olarak da hak ihlali kararı vermişti. Bunun üzerine Berberoğlu hakkındaki yargılamanın durmasına ve vekilliğinin geri kazandırılmasına karar verilmişti. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, AYM’nin kararı beklenmeden karar verdiği için eleştirilmişti.

 

Yaşananlara rağmen Yüksek Yargıtay 3. Ceza Dairesi, AYM’yi beklememeyi tercih etti. Anayasa Mahkemesi, 27 Eylül’de, Atalay’ın vekil seçilmesine rağmen tahliye edilmemesi nedeniyle yaptığı başvuruyu 5 Ekim’de görüşme kararı aldı. Yargıtay ise bu açıklamadan bir gün sonra Gezi davasını karara bağladı ve Atalay’ın cezasını onadı.

 

Türkiye gibi demokrasiyle yönetilmeyen, hukuk devletinin ve yargı bağımsızlığının rafa kaldırıldığı ülkelerde siyasal yargılamalar böyle yapılır. Siyasal iktidarın görüşlerini paylaşan yargıçlar bulunur ve bunların atama, terfi yoluyla o davaya bakmaları sağlanır, sonra da bu yargıçlar iktidarın istediği yönde kararlar verirler. Bu kararlar, Yüksek Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararı gibi, genelde hukuksuzlukla vicdansızlığın birleştiği kararlardır. Ama, bu ne otoriter iktidarları, ne de bu kararlara imza atan yargıçları rahatsız etmez.

 

***

Sırtlarında hak dışında kimseye itibar etmeyeceklerini gösteren düğmesiz cübbe taşıyan “Yargıtaya verilen görev ve sorumluluklar çerçevesinde” misyonunları şuydu: “Adli uyuşmazlıkları; insan hakları, etik ilkeler ile evrensel hukuk değerleri ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının temel ilkeleri ışığında, toplumun güvenini ve hukuki güvenliği sağlayacak şekilde şeffaf, topluma karşı hesap verebilir, bağımsız ve insan onuruna uygun bir yaklaşımla; makul sürede sonuçlandırarak, ülke genelinde içtihat birliğini” gerçekleştirmekti… İnsanlar, onlardan medet umarken, gücün karşısında ezilmek, ağlamak ve insanlardan af dilenmek onlara yakışmaz. Aksine davranış, onları tarih karşısında sorumlu kılar ve kıyamete kadar lanetle anılmalarına sebep olur.

 

Bu lanete uğramamak ve aşağılanmaya tabi olmamak için, vicdanlı, dürüst yargı mensuplarının, dik durarak yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını, hukuku ve adaleti gereği gibi savunmaları, zulme karşı birlikte direnmeleri, nemelazımcılık yapmamaları şarttır. Vatanını ve milletini seven yargı mensupları, güce tapmayı, aralarındaki çekişmeleri sonlandırmak, hukuka ve adalete sahip çıkmak zorundadır.

 

Zira, yargının teslimiyeti devletin teslimiyeti, yargının çökmesi devletin çökmesidir. Devlet çöktükten sonra ise ne oda ne makam ne de unvan kalır.

 

Sonuçta Gezi otoriter bir iktidara karşı örgütsüz, spontane, iki il hariç Türkiye’nin bütün kentlerinde, milyonlarca kişinin katıldığı ve tarihin en barışçıl demokratik bir halk direnişiydi. Gezi davasında yargılanan da gerçekte bu direnişin kendisi, Gezi’ye katılan herkes. Gezi halktır, cezaevlerindeki yurttaşlarımız da bu halkın bağrındadır. İktidar bir yandan Gezi’yi suç olarak gösterirken, bir daha yenilenmesini önlemek için ciddi bir gözdağı veriyor. Yargılanan ve mahkum olanlar ise bu sürecin kurbanları.

 

Hakkı kullanmayı suç sayan suçlamaların ve kararların görüşüne karşı hapisteki Tayfun Kahraman’ın “Adaleti Beklerken” adlı kitabında mahkumiyetin tasdikini isteyen Tebliğnameye cevabı şöyle olmuştu:

 

“Bu kararın anlamı, Geziyi savunan bizlere yönelik asılsız, akıldışı suçlama ve yargılamalarla tarihi yeniden yazma, Gezi Direnişini bizler nezdinde düşman yapmaktır. (…) Sözümüz geleceğe: Bir bedeli varsa eğer bu memlekette demokrasi, özgürlük ve kardeşlik talep etmenin, biz bu bedeli şerefle öderiz. Bir kavga varsa eğer Cumhuriyet’i ve değerlerini korumak için, biz bu kavgayı veririz. Bir emek gerekiyorsa eğer kente, doğaya, yaşama sahip çıkmak için biz bu alın terini dökeriz. Üzerinden 10 yıl geçen Gezi Direnişinin kalbimize ve aklımıza kazıdığı gerçek gibi biliriz ki; bu bedel çocuklarımız içindir, bu kavga memleket sevdasıdır, bu emek geleceği kurulacaktır.”

 

Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasay Üniversitesi Em. Öğt. Üy.

 

Bordeaux, Pazartesi 2 Ekim 2023

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER