“Alıştım bu korkunç dünyaya”

İkinci Dünya Savaşı, insanlığın yaşadığı en büyük savaştı. Bu savaş, 6 yıl sürmüş, insanlığa yıkımlar, ölümler, acılar getirmişti. Milyonlarca ölü, sakat, yaralı, yetim, işsizden başka; yıkılmış, yok edilmiş, haritadan silinmiş kentler, kasabalar, köyler yaratmıştı bu savaş. İnsanoğlu, ikinci Dünya Savaşı’yla, tarihinin en büyük felaketini inanılmaz acılar çekerek yaşadı. Alman büyük sermayesinin desteklediği Hitler ve Nazi […]

İkinci Dünya Savaşı, insanlığın yaşadığı en büyük savaştı. Bu savaş, 6 yıl sürmüş, insanlığa yıkımlar, ölümler, acılar getirmişti. Milyonlarca ölü, sakat, yaralı, yetim, işsizden başka; yıkılmış, yok edilmiş, haritadan silinmiş kentler, kasabalar, köyler yaratmıştı bu savaş.

İnsanoğlu, ikinci Dünya Savaşı’yla, tarihinin en büyük felaketini inanılmaz acılar çekerek yaşadı. Alman büyük sermayesinin desteklediği Hitler ve Nazi Partisi; ırkçı ideolojisi ve Büyük Almanya düşüyle insanlığa savaş açarken, getirmek istediği Yeni Düzen’iyle dünyayı yeni bir buluşla da tanıştırıyordu: Toplama Kampları.

Nazi Toplama Kampları yalnızca 20. yüzyılın değil, insanlık tarihinin de en vahşi, insanlık dışı, onursuz ve vicdansız olaylarından biriydi. Kampların ilki 1933 Haziran ayında açıldı. Kamp sayısı altı ayda 50’yi Nazi iktidarı boyunca da 1000’i geçti. Bu kamplarda altı milyondan fazla insan, gaz odalarında ve akıl almaz işkenceler altında can verdi. Yönetimlerini SS’lerin yaptığı, bir süre sonra Gestapo’nun yönettiği bu kamplarda, Nazizme karşı olan, Nazizmin kendisine düşman kabul ettiği milyonlarca insan, sistemli bir biçimde işkenceden geçiriliyor, aşağılanıyor, zorla çalıştırıyor, çıplak, aç susuz bırakılıyor, köpeklere parçalatılıyor, toplu olarak kurşuna diziliyor, gaz odalarına tıkılıyor, yakılıp duman ve kül haline getiriliyordu.

Edebiyat, doğası gereği bu savaşı da belleğine aldı. Bu savaşa karşı, daha savaşın başlamasından önce sesler yükselmeye başlamıştı. Savaşa karşı olan bu sesler savaş boyunca sürmüş, savaşın bitmesinden sonra da yeni savaşların olmaması için bir kez daha yükselmişti. Bu sesler, yüzlerce aydın insanın, çağından ve insandan sorumluluk duyan yazarların sesleriydi. Bu yazarlar, savaşın acılarını ve yıkımlarını haykırmaya çalıştılar. Kamplardaki yaşamı ve ölümü anlatan yapıtlar yazdılar. Onların anlatımıyla İkinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin, kültürünün unutulmaz sayfalarına yazıldı.

Öner Yağcı, “Nazi Kampları” adlı kitabında insanlık tarihinin asla unutulmaması gereken bu gerçeğini mercek altına alıyor. Nazi Toplama Kamplarıyla ilgili edebiyat ürünleri, romanlar başta olmak üzere, öyküler, şiirler, denemeler, günceler, anılar ve kamplar hakkında yapılan inceleme ve araştırmaları bir araya getiriyor, Nazi Toplama Kapları gerçeğini tüm ayrıntılarıyla gözlerimizin önüne seriyor. Yazar, bu incelemesini unutulmuşluğa bir tepki olarak kaleme aldığını belirtiyor ve Nazi kamplarında yalnızca Yahudilerin yok edildiği savını çürütüyor. Bu savın, Nazi kampları dehşetinin etkisini azaltan ve insanlığın bu vahşetten ders çıkarmasını engelleyen ve sadece gerçeğin perdelenmesine yarayan bir sav olduğunu söylüyor. Yağcı, Nazi vahşetinin irdelenmesi ve en derin ayrıntılarına kadar anlaşılması yolunda önemli bir adım atıyor. Nazi Kamplarının insani ve duygusal haritasını çıkarırken, bu kampların günümüzdeki iz düşümlerini gösteriyor:

“Nazizmin suçları bir ulusun suçu değildir. Her çağda ve her ulusta var olan vahşiliktir, binlerce yılın yarattığı insanı yok etmektir Naziliğin yaptığı. Bu serüven her ulusun başına gelebilir, propaganda, dehşet, topyekun askerileşme, polis rejimi altına gençliğe rejimin ilkeleri aşılanarak katiller göklere çıkarılırken ahlak yok edilir. Efendi olduğuna inandırılır. Her halk kapılabilir buna. Gemlenmez bir gücün saltanatıdır, köle dünyası kurma isteğidir. Katillerin kahraman ilan edilmesidir.”

Bu kamplarda nelerin yaşandığını anlatan, çoğu kamplarda kalan ve tesadüfen yaşamda kalmayı başaran insanlarca yazılmış yapıtlardan alıntıları okurken, bu dehşet olayın, insanlık tarihinde ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Öner Yağcı, “Nazi Kampları”nda yaşananları bilimin ve sanatın aydınlığında enine boyuna sorgularken, ülkemizde bir ilki gerçekleştiriyor. Yapıtını Nazi Kampları’nda öldürülen Miklos Radnoti’un dizeleriyle sonlandırıyor:

Üzülmüyorum bile,
alıştım bu korkunç dünyaya
öyle ki acısını kimi zaman duymuyorum artık
tiksiniyorum yalnızca.

Orhan Tüleylioğlu

Exit mobile version