Konuk Yazar: Jozef Naseh/Arkeolog…
Amuk, Amik, Amgk… Hangi dilde söylerseniz söyleyin, hepsi anlam ve kavram bakımından aynı coğrafi, ekolojik ve kültürel yapıyı tanımlar. ’’Amgk ‘’; Arapçada ‘’gamik’’ sözcüğünden türemiş, halk dilinde Türkçemize ‘’Amgk‘’, suyun derinliğini ifade eden sözcük olarak giriş yapmıştır. ‘’Amik‘’ sözcüğünü ise genelde Amuk Ovası dışına yaşamlarını sürdüren, Amuk ekolojik sisteminin bereketinden yararlanan ve bu sistemin kültürel yapısı ile ilişki kuranlar tarafından kullanılan bir sözcüktür. ‘’Amuk ‘’ sözcüğü ise genellikle kültür, doğa ve insan arasındaki ilişkiyi ekolojik ve tarihsel anlamda açıklamaya çalışan araştırmacı ve bilim insanları ile bu kültürü oluşturan yerel halk tarafından kullanılır.
Peki bu ‘’P‘’ harfi de nereden çıktı dersiniz? Bu konuda bir çok görüş var, ama bana göre en yaktın olanını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yöremizde, genellikle Osmanlı dil kültürünün mirası olarak Farsça , Arapça ve Türkçe dillerinin karışımı olan bir dil kullanılır. Bunlara , antik kültürlerin aktarımı ile günümüze ulaşan dilleri katarsak, çok zengin bir ortak dile ulaşırız.
‘’P‘’ harfi, Osmanlıca da 3., Türkçede 20. sırada olan bir harftir. Ebced hesabına göre, 2 sayısının karşılığıdır. İki sayısı, felsefe dilinde dişildir. Yani bereketin, çoğalmanın karşılığıdır. ‘’P‘’ harfi, ‘’Amuk‘’ sözcüğünün önüne geldiğinde, ‘’Pamuk‘’ olur. Bu sözcük de ‘’Bereketli Amuk‘’ anlamını taşır. Kısaca tanımlamak gerekirse, ‘’Pamuk‘’, Amuk Gölü’nün verdiği berekettir.
Öylemi acaba? Bir bakalım…
Pamuğun ana vatanı Hindistan’dır. Miladi yıllarda, orta Asya ‘ya ve doğu İran taraflarına yayılır. Sonraları Akdeniz iklimi ile buluşur.
Hintçede, Pamuk’a ‘’Kapaas‘’ denir.
Özbekçe de ‘’Paxta‘’ …
Batı dillerinde ‘’Cotton‘’…
Arapçada ‘’Kıtın‘’ denir…
Oysa ovada Arapça dilini kullananlar, Pamuk ‘a ‘’Bamuk, bamık vs. ‘’ derler. Çünkü Arapça’da ‘’p‘’ sesi kullanılmaz! Yerine ‘’b‘’ kullanılır. Türkçede ‘’Paşa‘’ kelimesinin Arapça da ‘’başa‘’ olarak kullanılması gibi.
Neyse, konumuz dil bilim değil. Konumuz, Amuk Gölü’nün ekolojik varlığının, Amuk Ovası’nda yaratığı yaşam kültürü ve bu kültürün insanlığın gelişimsel sürecine armağan ettiği kültürel birikimlerdir.
AMUK OVASI VE GÖLÜ NERESİDİR?
Amuk Ovası; Ekolojik olarak, Akdeniz’in doğusunda, Amanos Dağları ve Suriye Platosu arasında sıkışmış, güneyde Habib-i Neccar Dağı ve Kuseyr Platosu ile çevrili olan alan arasıdır. Bu alanın içinde yaklaşık 6600 km kare beslenme alanına sahip göl aynası bulunmaktadır. Bu göl aynası; Afrin, Karsu, Muratpaşa , Topboğazı, Bakras, Bekirli , Karaali , Bedirge , Harim, Sarısu gibi akarsular tarafından bütün yıl boyunca beslenmektedir. Gölde biriken fazla sular, küçük Asi Çayı aracılığı ile Asi Nehri’ne drene edilmekteydi.
Amuk Gölü, Anofol sivri sineğinin neden olduğu sıtma hastalığı ile mücadele etmek, Amuk Ovası’ndaki tarım arazilerini taşkından korumak ve tarım arazisi kazanmak amacı ile 1950 li yılardan itibaren kurutulmaya başlanmış ve bu çalışmalar 1975 yılında tamamlanmıştır.
AMUK GÖLÜ İLE GELEN YAŞAM KÜLTÜRÜ
Amuk Ovası, dünyanın en önemli sulak alanlarından biridir. Dolayısı ile doğa ve insan ilişkisinin başlangıç yerlerinden biridir. Bilim insanlarına göre bu ilişkinin başlangıcı paleolitik döneme (M.Ö. 2.000.00O – 10.000 ) kadar dayanır. Gördüğünüz gibi, Amuk Ovası’nda yaşamanın nerde, ne zaman başladığı konusunda henüz yeterli bir bilgimiz yok. Ama yapılan arkeolojik kazılarla elde edilen buluntular sonucunda elde edilen kültürel birikimler ve gölün kurutulma sürecine kadar (1975 ) geçen zaman diliminde yazılı ve sözlü aktarımlarla günümüze kadar ulaşan binlerce yıllık bir yaşam kültürü izine rastlayabiliyoruz. Bizler bu kültüre, ‘’Amuklu Kültür‘’ diyoruz.
Gelin bu kültürün gelişimsel sürecini birlikte izleyelim…
Buradaki ilk yerleşim alanlarına Neolitik Çağda ( M.Ö. 8000-5500) rastlıyoruz. İlk yerleşim alanlarının, sulak alan taşkın sitemine göre şekillendiği görülür. Bu yüzden ilk yerleşim alanları höyük (kültür katmanlarından oluşan tepecik) şeklindedir. Reyhanlı’nın sınıra yakın yol güzergahında bulunan Tel El Cüdeyde Höyüğü bunlardan biridir. Burada yaşam, küçük köy topluluğu şeklinde sürmüştür.
Kalkolitik dönemde, M.Ö. 5500-3000 yıllarında ise bir çok höyükte, bir birinden bağımsız, yaygın bir yaşam izine rastlanılmıştır.
Tunç Çağı döneminde ise (M.Ö. 3000-1000 ), beylikler şeklinde bir yaşam tarzı vardı. Amuk Gölü ve yakın çevresinde bulunan yerleşme alanları, mekezi Acçana olan beyliğe bağlıydı. Bu beyliğe bağlı olan yerleşim alanları (höyük ve çevresi ) iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde ise YAMHAD Krallığı’na bağlıydılar. Daha sonraları Hitit egemenliğine giren Acçana Beyliği , M.Ö. 13 yy. da Hitit Devleti zayıflayınca, AMUK Ovası ; ve diğer çevresindeki diğer beyliklerle birleşerek, merkezi KANULA (Reyhanlı yakınındaki ÇATAL HÖYÜK ) olan HATTENA Krallığı’na bağlandı.(Tekin 2002:9 )
Bu tarihten sonra Amuk Gölü ve çevresinde yaşam, insan –doğa ilişkisi uyum çerçevesi içinde, çok az değişikliklerle 1950 tarihlerine kadar kesintisiz olarak sürdü.
Ne oldu ise bu tarihten sonra oldu!
Amuk Ovası, 1950 li yıllarda Pamuk’un bereketi ile tanıştı. Pamuk ekimi için daha geniş tarım alanları açmak amacı ile önce gölün etrafında oluşan bataklıklar kurutuldu. O da yetmedi, zamanla göl kurutulmaya başlandı. Kurutulma işlemleri sırasında, göl suyunun drene edilebilmesi için Asi Nehri’nin yatağı göl seviyesinden aşağı çekildi. Bu işlemler sırasında, tarihi Roma köprüsünün taşıyıcı ayakları havada kaldı. Köprü taşıyıcı güvenliliğini kaybedince de yıkılmak zorunda kalındı…
Durun, daha bitmedi! Göl suyu drene edilince, ovadaki pamuk susuz kaldı. Pamuk’a su bulabilmek için yer altı kuyuları açılmaya başlandı. Bazı yerlerde 200/250 metreye kadar kuyular açıldı. Yer altı suları da kuruyunca , susuz kalan pamuk tarihe karıştı. Böylece binlerce yıllık insan-doğa ilişkisi ve onun oluşturduğu bereket ve yaşam kültürü, insan aklının “doğa yasasını” yeterince kavrayamamasından dolayı, tek yönlü olarak insan tarafından bozuldu.
İnsan aklı, bu ekolojik dengeyi bir daha oluşturabilir mi?
Biraz zor! Çünkü doğanın kedi yasası var. İnsanoğlu, bunu, aklı ile yeterince kavrayamadan gerçekleştiremez! Üstelik bu süreç binlerce yıl da alabilir. Amuk, ekolojik sitemi bir daha oluşsa bile, bu yaşam kültürünü oluşturanlar kaybolduğu için bir daha toparlanması olanaksız.
Amuk Ovası, henüz adını bilmediğimiz topluluklardan uygarlıklara kadar, isimlerini kendimizce belirlediğimiz farklı inanç kültürlerini birbirlerinin üzerine inşa etmiş, yeryüzünde başka hiçbir yerde eşi benzeri olmayan eşsiz bir kültürel miras bırakmıştır.
Bu mirası hovardaca harcadık. Buna rağmen, hala insanlığın gelişimsel sürecine öncül katkılar sağlıyoruz. Düşünün, ne kadar zenginiz…
Saygılarımla.