“ANNE” GÜNÜ!

Macaristan’ın büyük şairi Attila Jozsef’in çok sevdiğim, beni çok etkileyen şiirlerinden biridir “Anne” şiiri… “Bütün bir hafta, aralıksız Annemin görüntüsü geçti gözlerimden Kolunda ağır çamaşır sepeti Çatı katına tırmanırken Ve ben yaramaz, delişmen çocuk Bağırır, tepinirdim yerimde Bıraksın da koca sepeti Çatıya beni taşısın diye O, söylenmeden, bana bakmadan Çıkar, sererdi çamaşırları Göz kamaştıran aklıkta […]

Macaristan’ın büyük şairi Attila Jozsef’in çok sevdiğim, beni çok etkileyen şiirlerinden biridir “Anne” şiiri…
“Bütün bir hafta, aralıksız
Annemin görüntüsü geçti gözlerimden
Kolunda ağır çamaşır sepeti
Çatı katına tırmanırken

Ve ben yaramaz, delişmen çocuk
Bağırır, tepinirdim yerimde
Bıraksın da koca sepeti
Çatıya beni taşısın diye

O, söylenmeden, bana bakmadan
Çıkar, sererdi çamaşırları
Göz kamaştıran aklıkta çamaşırlar
Sallanır, döner, hışırdarlardı.

Ağlamak için çok geç şimdi;
Annemi uçuşan kır saçlarıyla
Görüyorum gökyüzü sonsuzluğunda
Göğün suyuna katarken çivitini”

Jozsef, her birimizin imgelem dünyamızdan çıkagelen ‘anne görüntüsünü’ geçirir gözlerimizden, ‘o delişmen, yaramaz çocuk’ halimizle annemiz karşısında bütün ‘tepinişlerimizi’, annemizin şefkatli sabrını ve ‘o göz kamaştıran aklıktaki çamaşırlarda’ saklı kalan, giderek uzaklaşan çocukluğumuzun sihirli dünyasını duyumsatır! Benim gibi, ‘gökyüzünün sonsuzluğunda, göğün suyuna çivitini katmakta’ olan annelerinin ardından ağlayanların, zaman ve mekan ötesi hüznünü, eksiklik duygusunu yaşatır. Anne gününde, bu şiirin anlamı da, yaşattığı duygu da çok daha yoğun.

“ANNELİK” ve GÜNÜN ANLAMI / HAKİM ANLAYIŞI AŞMAK
Yaşanmışlık deyimlerimizi, düşünce, duygu ve algılarımızı, insansal koşul ve bağlılık ilişkilerimizi, sosyokültürel bağlamları da katarak, ilgi ve gereksinimlere göre “şey “leştiren, parayla alınır satılır birer “meta” haline getiren kapitalizmin ve serbest piyasa düzeninin “hediye ile kutsama” sarmalından kurtarılması gereken günlerden biridir anne günü!
Her anne ve annelik durumu, kişiseldir, tektir ve özneldir! Bu “biricik” olma durumunu ortadan kaldıran, silen, kategorik bir çoğulluk içinde eriten “anneler günü” yerine, anne olmanın her kadın için öznelliğini ve biricik olma durumunu vurgulayan “anne günü” tanımlamasını savunma ile başlamalı! Annelik; kadının yaşamı içinde var etme gücünü, zaman ve koşullarını özgür iradesiyle seçmesi gerekli olan bir doğal sürecin sonunda edindiği ve hukuk tarafından korunması gerekli biyolojik, fizyolojik, psikolojik bağlamları olan kişisel bir durum ve bu durumun gerektirdiği ve şekillendirdiği sosyal, kültürel koşullar bütünün oluşturduğu yaşamsal bir süreçtir.
Ancak; yaşadığımız koşullarda, eşitlikçi toplumsal cinsiyet kurgusunu, kadın erkek eşitliğini düşünce ve pratik olarak reddeden bir siyasal, sosyokültürel anlayışın hakimiyetinde annelik; “kutsallık” atfedilerek, kadının varlık amacının, bedeninin, beyninin, yüreğinin, emeğinin, imgesinin ve cinsel kimliğinin yegane amacı, hak öznesi varlığının “kutsal” hapishanesi, özgürlüğünün ideolojik biçimlenmesini gösteren bir haritası haline getirilmeye çalışılıyor!
Son yirmi yıldır eril bir şiddet dili, tüm topluma yayıldı! Fiziksel ve psikolojik şiddet, ‘erkekliğin’ bir varoluş biçimi olarak, sistematik hale geldi! Kadın, siyasallaşmış bir din anlayışının belirlediği günah kavramını içeren bedensel bir imgeye indirgeyen ‘değerler sistemi’ oluşturuldu. Kadının yaşam biçimi, eteği, şortu, gülüşü, yürüyüşü katli için gerekçe sayıldı. 6 yaşında evlenebilir, bezinden, dizinden tahrik olunabilir yönündeki söylemler yaygınlaştırıldı. Bu anlayış, eğitime, sanata, hukuka toplumsal tüm yaşama dayatıldı. Kadın, cinsel bir obje ya da kutsallaştırılmış annelik vasfı içine hapsedilmek istendi. Kamusal her alandan, iş yaşamından, sokaktan, üniversiteden, hayatın akışını belirleyen mekanlardan soyutlayan, eve kapatmayı amaçlayan, özel hayatında da biyolojik, fizyolojik, moral yönleriyle insansal varlığını, kişi olma hakkını yok sayan, ailenin parçası, kocasının malı, baba, kardeş, oğul, amca, dayı “namusu” gören düzenlemeler ve uygulamalar yapıldı. (Son olarak da “9.Yargı Paketi” adı altında hazırlanan ve gündemde olan yasa taslağı ile kadınların Medeni Kanunda düzenlenen haklarına, Anayasa Mahkemesinin soyadı kullanma hakkına ilişkin kararına ve 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda düzenlenen koruma hükümlerine aykırı, onları ortadan kaldıracak düzenlemeler yer alıyor.)
Tüm bu koşullar, en çok da annelerin yüreğini yakıyor!
Her gün, erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısı artıyor! En çok annelerin yüreği yanıyor!
Fizyolojik, psikolojik, cinsel şiddet görenlerin sayısı artıyor, en çok annelerin yüreği yanıyor!
Yoksulluk, açlık ve işsizlik sarmalında eğitimden kopan, çalışmak zorunda kalan çocuklar, en ağır koşullarda çalıştırılıyor, kazalarda ölüyor, en çok annelerin yüreği yanıyor!
Çocuk yaşta evlendiren kızların sayısı artıyor, annelerin yüreği yanıyor!
Bu ekonomik koşullar içinde, gelir, çocuklarının ihtiyacını karşılamaya, evde “tencere kaynatmaya” yetmiyor, en çok annelerin yüreği yanıyor!
Kayıp anneleri, Çorlu Tren kazasında evlatlarını kaybeden anneler, Soma’da , Amasra’da madenlerde ölen işçi anneleri, adalet bekliyor, yürekleri yanıyor!
Depremde çocuklarını yitiren anneler, onların yokluklarının yarattığı boşlukta, o boşluğa düşmeden, acı içinde ayakta durmaya, yaşamı yeniden var etmeye çalışıyor, yürekleri yanıyor!
Deprem sonrasında sığındıkları konteynerlerde, sağlıklı ve güvenli barınma koşullarından, temel ihtiyaçlardan yoksun, her türlü zorluk ve olanaksızlık içinde, çocuklarına bir yaşam oluşturmak için çırpınan binlerce anne, yürek yangını içinde!
Annelik; bir koşulsuz sevme, bir bağımsız bağımlılık, bir benzersiz benzerlik yaratma gücüdür! Bu gücün bilinciyle yaşayan tüm annelerin, böyle annelere sahip tüm evlatların, bu evlatların sevgilerini, kadınların bilincini paylaşan tüm babaların ve onların değerini bilenlerin, ‘annelerin yüreklerinin yanmayacağı koşulları’ oluşturma sorumluluğu günü, kutlu olsun!

Hukukçu/Akademisyen, Yazar.

Exit mobile version