Camla tanışması, babasının işlettiği lokantada, masanın üzerinde bulunan radyonun hemen yanında süs olarak kullanılan sürahiyi kırmakla başladı. Kırdığı sürahiden dolayı, babası onu, poposu kızarıncaya kadar cezalandırmıştı. O cezanın acısı; yıllar sonra, cam üretim atölyesinin önce ustası, sonra da sahibi olmasını sağladı.
Anılarını benle paylaşırken, belki de bir cezalandırmayla başlayan, alın teri ile kazanılmış ustalığı, çalışma yıllarının yorgunluğunu başkaları ile paylaşmak istemediği için, kırık cam yeşili gözlerini, benden kaçırırcasına, onurla taşıdığı kasketinin içine saklıyordu.
Sonra derin bir nefes aldı, gözlerini bana çevirdi… ‘’Jozef kardeşim, değer miydi? Bilmiyorum? Ama kulaklarımda hala, kırılan sürahinin sesi çınlıyor. Yüreğimde de, söndürdüğüm cam fırınımın ateşi yanıyor.’’
Zorluklar içinde geçen bir yaşamı, gözlerini boşluğa çevirerek anımsadı, sonra ikram ettiğim kahvesinden bir yudum aldı, benimle sohbet etmeye başladı.
Aner bey, bu işe nasıl başladınız?
Hatay’ın Anavatana katıldığı yıllarda, Antakya’da gezici cam ustaları ve atölyeleri vardı. Bunlar, genellikle kuzey Suriye’den gelen ustalardı. Bu ustalar, şehrin uygun yerlerinde ocaklar kurar, toplama cam kırıklarını bu ocaklarda eritir, onlara yeni bir şekil vererek kullanıma hazır hale getirirlerdi. Antakya’ya gelen bu ustalardan cam yapım işini öğrenen yeni ustalar yetişmeye başladı.
Bunlardan biri, benim hem işverenim, hem de beni yetiştiren ustam olan, rahmetlik Rasim Zeytunlu idi. Rasim ustanın bir de işletme ortağı Halil Gülşen vardı. Aynı zamanlarda bu işi yapan, Antakya’nın son üfleme cam ustası, diş tabibi sayın Şadi Asfuroğlunun babası, rahmetlik babası Asef Asfuroğlu ve kardeşleri Ali ve Ferit de vardı. Yanılmıyorsam, Ali iyi bir usta idi ve bu işi İstanbul’da öğrenerek Antakya ya geldi. O zamanlar işleri çok iyi idi. 1964 yılında, Asef, kardeşleri vefat edince, işlerini İskenderun’a taşıdılar. Ondan sonra ne yaptılar hatırlamıyorum.
Diğer bir cam atölyesi de, Harbiyeli olan Mehmet Şorba ve ortaklarına aitti.
Aklıma gelmişken, bir atölyeyi daha hatırladım. Mahmut Dersuniyeli ve Suphi Gezmen’e ait. Güven Cam Sanayi daha vardı.
Ben işi kavradıktan ve ustalaştıktan sonra, 1979 yılında, Yıldız Cam Sanayi ismi altında bu işi ticari olarak tek başıma yapmaya başladım.
Türkiye de cam sanayinin ve teknolojinin hızlı bir gelişim sürecine girmesiyle, el emeği göz nuru ile ürettiğimiz ürünlerle rekabet edemez oldum. Bu yüzden, 2004 yılında fabrikamı kapatmak zorunda kaldım. Bir zamanlar Suriye ile iyi olan ekonomik ve ticari ilişkilerimiz sırasında, burada ekonomik değeri kalmayan fabrikamı İdlip şehrine taşıdım. Oradaki ortağım ile çok iyi bir iş ilişkisi içindeydik. İşlerimizde çok iyi gidiyordu. Ondan sonrasını anlatmayım! Zaten biliyorsunuz.
O zamanlar bu işin mektebi yoktu. Usta çırak ilişkisine dayalı bir sistem vardı. Çıraklar, fırına cam kırıklarını atarlardı. Kalfalar, fırından kor halinde çıkan cam hamurunu üflerlerdi. Ustalar da ona şekil verirlerdi. Doğal olarak bütün bu süreç, ustanın yönetiminde ve denetiminde olurdu. Fırına ne zaman kırık cam parçalarının atılacağını, üfleme zamanını usta ayarlardı.
Camın işleme sürecini anlatabilir misiniz?
Bizim kullandığımız ham madde, kırık cam parçalarıdır. Bunları hurdacılar toplar bize getirir. Açık alanda bunları kümeleriz. Toplanan Ccam kırıkları karışık olduğu için, önce ayıklama işlemine tabi tutarız. Bu işlem özenle yapılması gerektiği için, kadınlara yaptırırdık.
Kadınlar, bal rengi olan cam parçacıklarını ayıklar, bir torbaya koyarlardı. Bir kamyon yükü olduğu zaman, bunları İstanbul da ilaç sanayi için cam şişe üretimi yapan fabrikalara satardık. Arta kalan yeliş ve beyaz camları yıkadıktan sonra, üretimimizde cam hamuruna dönüştürmek üzere fırına yakın yerlerde depolardık.
Cam fırınını, camın ergime noktası olan 1300 santigrat derecede tutmaya özen gösterirdik. Yakıt olarak da, ilk zamanlarda zeytinyağından elde edilen pirina kullanırdık. Daha sonraları iş hacmimiz artınca, fuel oil kullanmaya başladık. Şimdilerde elektrik enerjisi kullanılıyor.
Fırından çıkan cam hamuruna şekil verdikten sonra, fırının üzerinde yer alan ve cehennemlik adını verdiğimiz yerde soğutmaya bırakırız. Soğutma sürecinden sonra, satışa sunmak üzere son bir kalite kontrolünden geçiririz.
Daha çok, kuru ve sıvı gıdaları saklamak amacı ile kullanılan kapları üretirdik. Bunların arasında katermizler (kavanozlar ), damacanalar (elifler ), şişeler, sürahiyeler, bardaklar ve tabaklar üretirdik.
Büyük ölçekteki katermizler; peynir, tuzlu yoğurt , zeytin ve buna benzer gıda maddelerinin korunması ve depolanması için kullanılırdı. Damacanalar; zeytin yağı, şarap ve rakı gibi sıvı gıdaları depolamak için kullanılırdı. Diğerleri, mutfak ve sofra kültüründe kullanılan kap kapacaklardı.
Özel bir üretiminiz hiç oldu mu?
Oldu tabi! Örneğin balık ağlarına cam balonlar yapardık. Hamamların kubbelerinde aydınlatmak amacı açılan pencerelerin yuvarlak camlarını yapardık. Belleğim beni yanıltmıyorsa, Saka Hamamı’nın kubbe camlarını biz yaptık. İstanbul’da vefa bozacısının özel cam bardaklarını biz ürettik. Diyarbakır ve Gaziantep Tekel içki fabrikalarının 50 ve 70 cc’lik cam şişelerinin tüm ihtiyacını biz karşılardık. İstanbul’un cam damacana ihtiyacının büyük bir bölümünü biz karşılardık. Hemen hemen Anadolu’nun her tarafına cam ürünlerimizi satardık. Kamyonumuz Antakya’dan çıkar, boşalıncaya kadar şehir, kasaba, köy demeden dolaşır, satışlarını bitirir, dönüşte de anlaşma yaptığımız hurdacılardan kırık camları toplar, tekrar Antakya’ya gelirdi.
Ahhh o günler Ahhh!
Peki sizde çalışan veya yetişen cam ustalarını hatırlıyor musunuz?
Yaa!! Jozef Bey, bir yarama daha bastın! Onları ve emeklerini nasıl unutabilirim? Bunların hepsi cam sanatı açısından değerli bir hazine.
En başta, bu mesleğin pratik sırını bana öğreten Mehmet Tunca Akar ustam olmak üzere; Sami Çiftçi, Edip Bilgin, İsmet Osmanoğlulları, Behçet Uluışık ustalarımla birlikte çalıştım. Emekleri var olsun.
Son bir şeyler söylemek ister misiniz?
Cam’ın görünümü şeffaftır. Dışı neyse içi de öyledir. Ben de yaşamım boyunca hep cam gibi şeffaf olmaya çalıştım. Başarabildim mi, bilmiyorum? Çalışma sürem boyunca, ne cam için erittiğim ateş ne de cam kırıkları benim canımı yaktı. Canımı yakan tek şey, fabrikamı kapatmam ve bu mesleğin sonlanmasıydı.
Çok teşekkür ederim sayın Aner bey.
Sağlıcakla kalın.
Not : Arşivinden yararlandıran; Son cam üfleme sanatçısı,Diş Doktoru Sayın Şadi Asfuroğlu’na ve fotoğraf arşivlerinden yararlandıran Fotoğraf Sanatçıları Sayın Hakan Boyacı ve Necmi Burgaç Beye sonsuz teşekkürlerimi sunarım.