Antakya’da El Aurans var mı?

Son yıllarda yapılan göçler ve iskan faaliyetleri ile demografisi bir hayli değişen Antakya ve çevresi yabancı ajanların cirit attıkları bir alana dönüşmüş durumda. Bölgenin farklı kimlik yapısı ve sosyal dokusu ajanlar için bulunmaz bir laboratuvar durumunda. Bu nedenle yazımızda tarihin en meşhur ajanlarından biri olan Arap Lawrence’ı ve faaliyetlerini kısaca tanıtmak yararlı olacaktır. Arap İsyanları […]

Son yıllarda yapılan göçler ve iskan faaliyetleri ile demografisi bir hayli değişen Antakya ve çevresi yabancı ajanların cirit attıkları bir alana dönüşmüş durumda. Bölgenin farklı kimlik yapısı ve sosyal dokusu ajanlar için bulunmaz bir laboratuvar durumunda. Bu nedenle yazımızda tarihin en meşhur ajanlarından biri olan Arap Lawrence’ı ve faaliyetlerini kısaca tanıtmak yararlı olacaktır.

Arap İsyanları
Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılan Hicaz ve diğer Arap şehirleri tarih boyunca Arap şerifler tarafından yönetilirler. I. Dünya Savaşı (1914-18) sırasında yaşanan Arap ihaneti yine bu şerifler tarafından gerçekleştirilir. 1915 yılı boyunca İngilizler, Şerif Hüseyin’i savaş sonrasında Araplara bağımsızlık verileceği konusunda kandırırlar. İngilizleri bu sözlerine inanan Hüseyin, halifeye karşı ayaklanma çalışmaları yapar. Şerif Hüseyin, üç oğlu ve sadık adamları vasıtasıyla Osmanlı yönetimindeki Arap topraklarının hakimi olmaya çalışır.
Şerif Hüseyin, İngilizlerin marifetiyle 1916 yılında Hicaz ve Arap kıralı olarak tanınır. Önce Medine Emiri, ardından Cidde kralı oldu. Ancak, bu saltanatı fazla uzun sürmez. Birkaç yıl sonra Vehhabi Abdülaziz İbn Suud ile liderlik mücadelesine girer. Mücadeleyi kaybeden Şerrif Hüseyin 1925 yılında Akabe’ye kaçar. Hüseyin’i halife yapma sözü veren İngilizler, Vehhabileri destekleyerek müslümanlar arasına başka bir nifak sokmayı daha başarırlar. İngilizler bu sayede sünni Osmanlı’yı bölgeden çıkarmış ve Müslümanlar arasında yeni bir ayrıştırıcı olarak Vehhabilik kartını masaya sürmüş olurlar. İngilizler bu iş için tank, top, silahtan önce yetişmiş ajanlarını ve çil çil altınlarını kullanırlar. Bu ajanların en fazla bilineni ve tanınanı ise Arapların El Aurans dedikleri Lawrence’dır.

El Aurans
“Arap Lawrence” diye tanınan ünlü İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence (1888-1935) bölgedeki Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmada önemli başarı elde eder. Onun bölgedeki çalışmalarını bilmeden Arap isyanlarını anlamak mümkün değildir. Küçük yaşta yabancı dil öğrenmeye ve tarihe karşı ilgili olan Lawrence, lise yıllarında ortaçağ askeri tarihine merak sarar. 1909 yılında yani 21 yaşındayken Araplarla ilgilenir. 1911 yılında Osmanlı hükümetinden izin alarak arkeoloji kazılarına katılmak için Trablus’a gider. Burada Arapçasını ilerletmek amacıyla bedeviler arasında yaşar. O yıllarda; Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya gibi emperyalist ülkeler, sömürmek istedikleri ülkeleri tanımak için arkeolog, gazeteci, diplomat, tüccar kimliğinde casuslardan yararlanırlar. Lawrence, Ortadoğu seyahatlerinde Arapları yakından tanır. Araplar gibi giyinen, aksanlı şekilde Arapça konuşan, istihbarat ve ajitasyon konularında uzman olan Lawrence, onların geleneklerini öğrenir ve bedeviler gibi yaşamaya alışır.

I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde İngiliz ordusuna katılmak ister. Ancak boyu 1.65 cm’den kısadır bu nedenle orduya alınmaz. Arapça bildiği için Mısır’daki karargahta görevlendirilir. Emir Faysal’la iyi anlaşan Lawrence, onu ve emrindeki Arap kuvvetleri yönlendirmeye başlar. İlk yapılan işlerden biri Hicaz Demiryolu’nu farklı yerlerde bombalarla patlatmak ve ikmal akışını kesmektir. Bu operasyonun asıl amacı ise Türk birliklerini demiryolunu korumak için çölün farklı yerlerine sevk etmektir. Lawrence’ın bu planı başarılı olur. Gerilla savaşı taktiği uygulayan 3 bin Arap bedevi, 150 bin kişilik Türk ordusunun etkisini kırmayı başarır.

Türklerin acımasızca işkence yapılıp öldürülmesinden sadistçe zevk alan Lawrence, bazı saldırılarda hiç bir Türk’ün esir alınmayıp hepsinin öldürülmesi emrini verir. Savaşın sonlarına doğru Lawrence ve komutasındaki Arap çeteler, 30 Eylül 1918 akşamı Şam’a girdiklerinde hayal kırıklığı yaşarlar. Zira kazandıkları zaferle birlikte hiziplere bölünen Arapların, birleşik Arap devleti oluşturma konusunda kendi emellerine yenildiklerini görürler. Zaten daha 1916 yılı Mayıs ayında imzalanan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap topraklarını emperyalist devletler arasında bölüştüren Sykes-Picot Anlaşması gündeme gelir. İngilizlerin Araplara ihanet ettiğini görmek Lawrence için büyük bir hayal kırıklığı olur. İngilizler bu bölgede etkinliklerini devam ettire bilmek için 108 yıl önce MI6 İstihbarat örgütünü kurar ve daha organize şeklide çıkarlarını takip ederler.

Pirus Zaferi
Savaş sonrasında Arap topraklarındaki İngiliz yönetiminin uygulamalarını Türk dönemiyle karşılaştıran Lawrence, dehşet bir tablo çizer. Ona göre Türkler, barışı korumak için askerlik yapılan yerlerde 14.000 kişilik bir güç bulundurmuş ve yılda ortalama 200 Arap öldürmüşlerdir. İngilizler ise aynı bölgelerde 90.000 kişilik bir güç, uçaklar, zırhlı arabalar, ganbotlar ve zırhlı trenler bulundurmaktadırlar. Yazın meydana gelen ayaklanmalarda İngilizler yaklaşık 10.000 Arap öldürmüştür. Bağdat’taki hükümet, ayaklanma olarak gördüğü siyasi suçlardan dolayı kentteki Arapları asmaktadır. 10.000 köylü ve kentlinin öldürülmesi, buğday, pamuk ve petrol istihsalini zora sokacaktır. Kendi yöneticilerinden başka kimseye yarar getirmeyen bir çeşit sömürge idaresi adına milyonlarca Sterlinin, binlerce İmparatorluk askerinin ve on binlerce Arabın feda edilmelerine daha ne kadar izin verilecektir diyerek vahim bir muhasebe yapar. Gelinen nokta İngiliz sömürüsünün “Pirus Zaferi” gibidir.

Lawrence, 1935 yılında İngiltere’nin güney batı bölgesinde bulunan Dorset’in Clouds Hill (Bulutlu Tepeler) adlı bölgesinde yaşamaya başlar. Sürat tutkunu olan Lawrence, 13 Mayıs 1935 tarihinde motosikletiyle bir kaza geçirir. Rivayete göre önüne çıkan iki bisikletliye çarpmamak için yoldan çıkar ve beyni hasar görür. Altı gün boyunca bilinçsiz bir şekilde hastanede yatar. Arap ihanetinin baş mimarı Lawrence, ilahi kaderin cilvesine bakın ki Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı gün olan 19 Mayıs 1935 Pazar sabahı saat sekizde hayata gözlerini kapatır. Onun bu kazada ölmediğini, 0 yaşına kadar yaşadığını iddia edenler de vardır.

Lawrence’ın Karargâhı
Lawrence’ın yaptıkları sonraki yıllarda unutulmaz. Mekke’deki Osmanlı’dan kalan Ecyad Kalesi’ni yıktıran Suud Kralı Fahd, İngiliz ajanın Cidde’de yaşadığı evi restore ettirir. Evin kapısına “Bu ev, Türklere karşı savaş vermemize yardımcı olan Lawrence’ın karargâhıdır” plaketini büyük bir memnuniyetle asar. Lawrence’ın yaşamı 1962 yılında “Arabistanlı Lawrence” adıyla film yapılır. Başrolde Peter O’toole’nin oynadığı film yedi dalda Oscar ödülü kazanır. Yine 1992 yılında baş rolünü Ralph Fiennes’nin oynadığı “Tehlikeli Bir Adam: Arabistanlı Lawrence” filmi İngiliz ajanının gizemli hayatı üzerine kurgulanmıştır. Bunların yanında 2015 yılında gösterime giren ve başrolünde Nicole Kidman’ın yer aldığı Çöl Kraliçesi filmi de Lawrence’ın “annemden farksız” dediği ajan Gertrude Bell’in hayatından esinlenilmiştir. Bütün bunalar şunu gösteriyor Batılı ajanlar ölseler de unutulmuyorlar.

Sonun sonu: Acaba siz/biz kaç Türk ajanının adını hatırlıyoruz? Acaba Antakya ve çevresinde kaç modern Arap Lawrence ve Gertrude Bell’ler vardır? Acaba ilgililer bunların farkında mıdır? Yoksa “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda/Ne sen bunun farkındasın/Ne de polis farkında…” madunda mı takılmaktadırlar? Acaba…vs.. vs…

Exit mobile version