Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Aydınlık Aşkıyla/Öner Yağcı
“Aydınlık Aşkıyla, yaşamlarıyla ülkemize değer katan büyük aydınlarımızı bir kez daha anıyor. Namık Kemal ve Tevfik Fikret’le başlayıp Mustafa Kemal aydınlığıyla devam eden aydınlanma savaşımımızın temellerini anlatıyor; insan onurunu savunarak çağdaş bir yaşam kurmamızın yapı taşlarını oluşturan Ömer Seyfettin, Nurullah Ataç, Nâzım Hikmet, Cemal Nadir, Emin Türk Eliçin, Sabahattin Ali, Mehmet Ali Aybar, Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Muazzez İlmiye Çığ, Aziz Nesin’in kıvanç duyulan yaşamları ve yapıtlarını inceliyor.Ülkesinin geleceğine harç taşıyan kişiye denir aydın. Kendisini “adam” yapan ülkesine ömrü boyunca borç ödeyene denir… Aydın, insanın özelliklerini belirten bir sıfattır, bir insan sıfatı… Aydın, tanımı gereği kafasıyla ve çok büyük inatla toplumu değiştirmek için mücadele eden insandır… Ulusal değerlerin geleceğe aktarılmasına katkıda bulunmak, ulusal değerleri savunmak, bunun için mücadele etmek aydının da görevidir. Dahası, asıl olarak aydının görevidir… Aydınlık Aşkıyla, Türkiye Aydınlanması’nın bu aydınlık insanlarını anlatıyor.” (kitapyurdu.com)
Konuk Yazar
Hümanist ve barış yanlısı bir yazar: Stefan Zweig/ Tahir ŞİLKAN
Savaşa karşı çıkıp barıştan, düşünce özgürlüğünden yana olan aydın ve yazarlar dünyanın her köşesinde ve ülkemizde siyasi iktidarın baskısıyla karşılaşmış, tutuklanmış, hapis cezası ile cezalandırılmış, işinden ve mesleğinden atılmış, aşağılanmış ve savunmasız bırakılmıştır. Bunun en somut örneklerinden biri, yirminci yüzyılın en büyük yazarlarından Stefan Zweig’dır.
Stefan Zweig kendini beş özelliği ile tanımlar: Bir Avusturyalı, bir Yahudi, bir yazar, bir hümanist, bir barış yanlısı… Stefan Zweig felaketler zincirinin merkezindeki kişi olarak, kendi neslinin en önemli temsilcilerinden biri olduğunu, büyük olayları bire bir yaşadığını, evinin ve bütün varoluşunun üç kez altüst edilerek, kendisinin geçmişinden koparılarak, bir bilinmez boşluğa fırlatıldığını söyleyecektir.
Stefan Zweig, bir dönemi, yaşanılanları doğru bir biçimde anlatmanın en önemli koşulunun doğruluk ve tarafsızlık olduğunu, kendisinin bunu yerine getiren bir anlatıcı olduğunu yazar.
Stefan Zweig, dedesi ve babası ile birlikte çocukluğunu yaşadığı 19. yüzyılı barış çağı olarak niteler. “Onların döneminde de, savaşlar oluyordu ama onlar küçük savaşlardı, çatışmalardı, üstelik ülke sınırlarının çok ötesinde devam ediyordu” der.
“Ancak bizim çağımızda; devrimler, bitmeyen dünya savaşları, ekonomik bunalımlar, kıtlıklar, inanılmaz derecede büyük felaketlerle karşı karşıya kaldık” diyen Stefan Zweig, Savaş öncesinde bireysel özgürlüğün en yüksek basamağına çıktığını, onun her biçimini yaşadığını, ama savaş sonrasında, özgürlüğün, insanlığın yüz yıllardır görmediği ve yaşamadığı biçimde dibe vurduğuna da tanık olduğunu söyleyecektir.
“Saygı gördüm, aşağılandım, özgürlüğü yaşadım, tutsaklığı tattım, zengin oldum, yoksul düştüm. Mahşerin dört atlısı (Kutsal Kitap’ta geçen kıyamet günü ortaya çıkacak mahşerin dört atlısı; savaş, salgın hastalık, kıtlık ve ölümdür) hayatımdan dolu dizgin geçti…”
Son elli yılda tanık oldukları arasında; savaşlar, toplama kampları, işkenceler, kitle soygunları, savunmasız kentlerin bombalanması, yıkılması gibi tüm vahşilikleri yaşamak zorunda kaldıklarını anlatan Zweig, bütün bunlarla çelişik olarak, teknoloji ve düşünce alanında milyonlarca yılda edilen birikimi aşan bir başarı, ilerleme sağlandığına da tanık olduğunu ifade ediyor. Göğün uçaklarla fethi, salgın hastalıkların yenilmesi, iletişimdeki büyük gelişme, atomun parçalanması gibi…
Stefan Zweig, Dünün Dünyası başlığıyla yayınlanan otobiyografisinde Birinci Dünya Savaşı öncesi günleri şöyle anlatır.
“…İnsanlar savaşı tanımıyordu, savaş efsane gibi bir şeydi ve özellikle çok uzaklarda, geçmişte kaldığı için, kahramanca ve romantik bir şey haline gelmişti. İnsanlar savaşı okul kitaplarında yazılanlardan ve galerilerdeki resimlerden biliyorlardı: pırıl pırıl üniformaların içindeki süvarilerin hamleleri, yürekleri delip geçen öldürücü kurşunlar ve tüm savaşın coşkulu zafer yürüyüşü haline geldiği bir dönem… Sevinçle ve coşkuyla savaşa koşan gençler ve bu coşku ortamında üzüntü ve korku gibi çok doğal duygularını yaşamaktan utanan anneler ve kadınlar savaşın çok kısa süre içinde ‘zaferle’ sonuçlanacağına ve biteceğine inanıyorlardı…”
Stefan Zweig otobiyografisinde, yaşanacak savaşı ise şu sözlerle anlatır:
“…Ancak 1939 kuşağı savaşı tanıyordu, artık kendini kandırmıyordu ve bu kuşak savaşın romantik bir şey değil, tam aksine barbar bir şey olduğunu biliyordu. Bu savaşın yıllarca süreceğini ve hayatlarından yeri asla doldurulamayacak şeyleri alıp götüreceğinin farkındaydı. Meşe yaprakları ve rengârenk giysiler içinde düşmana saldırılmayacağını, tam aksine bitlenmiş, haftalarca yarı aç yarı susuz siperlerde, karargahlarda bekleyip duracağını, düşmanıyla bir kez bile göz göze gelmeden paramparça olacağını biliyordu. Yaratılan savaş teknolojisi ile devasa tankların yolunun üzerindeki yaralıları ezip geçtiği, uçakların kadın ve çocukları yataklarında yatarken paramparça ettiği biliniyordu. 1939’daki savaşın ruhu olmayan makinalaşma nedeniyle insanlık tarihinin yaşadığı tüm savaşlardan bin kat daha kötü, canice ve barbarca olacağı biliniyordu…”
Stefan Zweig’ın kendisini tanımlarken kullandığı sıfatların içinde hümanist ve barış yanlısı olmak da vardır. Gerçekten de novella, öykü ve romanları dışında özellikle ‘Rotterdamlı Erasmus’ ile ‘Vicdan Zorbalığa Karşı Ya Da Castello Calvin’e’ başlıklı biyografi kitaplarında hümanist yanını bütün çıplaklığıyla gösterir. Mazlum olanla özdeşleşen bir dil ve anlatımla mezhep savaşlarını, düşünce özgürlüğünü engellemeye çalışanların karşısında düşünceler ileri sürerek zorbalığa karşı durur.
Clarissa romanında, vicdani ret kavramını benimsediğini gösteren bir karakter yaratarak savaş karşıtı, silah karşıtı tutumunu gösterir. Stefan Zweig, dünyadaki ilk vicdani ret manifestosunun imzacılarından biridir.
“… Benim için Fransız’ı, Rus’u ya da Avusturyalısı yoktur. Düşman kan hücrelerine dayanılarak tespit edilemez…” der, savaşmak istemeyen asker.
Clarisse’de cepheye gitmemek için hasta rolü yapan askeri şöyle konuşturur Zweig: “…Evet korkuyorum… Korkmak binlerce defa ölmek demektir, ölümün kendisinden beterdir. Ben korkuyorum… Kendi silahımdan korkuyorum… Ben ona dokunamıyorum… Ölümü ensende hissetmek yalnızca bizi parçalayacak olan bombayı beklemek, göçük altında kalmak, çığlıklar, başkalarının kanını ellerinde hissetmek… ben artık savaşmak istemiyorum… ben birini süngüleyemem… bomba patlayana kadar bekleyemem… bana sokak kazdırsınlar… bana tuvalet temizletsinler… ama cepheye göndermesinler…”
Stefan Zweig savaşa karşı çıkıp barıştan yana olmasının bedelini çok ağır biçimde ödemiştir. Doğduğu, yaşadığı kentin meydanlarında kitapları yakılacak, Yahudi olması nedeniyle yaşlı annesinin kent parkında dinlendiği banktan kaldırılıp kovulduğunu duyacak ve annesinin cenazesine katılamayacaktır.
Avusturya, İngiltere, ABD gittiği hiçbir ülkede barınamayacak ve çaresizlik içinde sığındığı Brezilya’da otel odasında karısı ile birlikte intihar ederek yaşamına son verecektir. (Evrensel)
Haftanın Şiiri
Merhaba/ Yaşar Kemal
Dünyanın ucunda bir gül açılmış
Efil efil esen yele merhaba
Karanlığın sonu bir ulu şafak
Sarp kayadan geçen yola merhaba
Gün be gün yüreğim ulu yalımda
Engel tuzak kurmuş bekler yolumda
Zulümlerde işkencede ölümde
Bükülmeyen güce kola merhaba
Acıda kahırda çekmiş geliyor
Güneşten boşanmış kopmuş geliyor
Bir ışık selidir sökmüş geliyor
Nazım usta coşkun sele merhaba
Alınacak Anadolu’nun öcü
Yerde kalmayacak çekilen acı
Açıldı geliyor şafağın ucu
şu doğdu doğacak güne merhaba
Selam olsun dört bir yana merhaba
Akan kana düşen cana merhaba
Hesap sorulacak güne merhaba
Türküler söyleyen dile merhaba
Haftanın Sanat Gündemi
Türk edebiyatının ulu çınarı Yaşar Kemal, ölümünün 4. Yıldönümünde filmleriyle anılacak. Yapı Kredi Kültür Sanat 28 Şubat 2015’te aramızdan ayrılan Yaşar Kemal’in yayımlanan eserlerinden beyazperdeye uyarlanmış veya senaryosunu kendisinin yazdığı dört filmle anacak.
Dört gün boyunca günde iki seans olarak Loca’da gerçekleşecek gösterimler ücretsiz ve herkesin katılımına açık.
Etkinlikte ‘Beyaz Mendil’, 25 Şubat Pazartesi, 14:30’da ve 27 Şubat Çarşamba, 19:00’da; Karacaoğlan’ın Kara Sevdası 25 Şubat Pazartesi, 16:30’da ve 27 Şubat Çarşamba, 17:00’de; Yılanı Öldürseler 26 Şubat Salı, 17:00’de ve 28 Şubat Perşembe, 19:00’da; Yer Demir, Gök Bakır ise 26 Şubat Salı, 19:00’da ve 28 Şubat 2019 Perşembe, 17:00’de izlenebilecek. (Birgün)
12. Metin Altıok Şiir Ödülü başvuruları başladı
Bu yıl 12’ncisi verilecek olan Metin Altıok Şiir Ödülü için başvurular başladı. Katılım için son başvuru tarihi 25 Mart 2019 olarak duyuruldu.
Şair Metin Altıok’un anısına Kırmızı Kedi Yayınevi’nin düzenlediği yarışmanın seçici kurulu Ahmet Telli, Ali Cengizkan, Eray Canberk, Haydar Ergülen, Hilmi Yavuz, Şükrü Erbaş ve Doğan Hızlan’dan oluşuyor.
Adaylar, 25 Mart 2019 tarihine kadar 2018 yılı içerisinde yayımlanmış şiir kitaplarını 8 kopya olarak iletişim bilgileriyle Kırmızı Kedi Yayınevi’ne göndererek başvurularını yapabilirler.
Ödülün verileceği tarih ve yer henüz açıklanmadı.( Birgun)
Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay, tam da bu dönemde unutulmaması gereken bir ismi yazdı.
Türkiye, 1919 yılında Samsun’a çıkışla başlayan Milli Mücadele’nin yüzüncü yılını kutluyor. Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay, tam da bu dönemde unutulmaması gereken bir ismi yazdı: Hıfzı Veldet Velidedeoğlu. 20’inci yüzyılın tüm aşamalarına aktif tanıklık etmiş, Atatürkçü Düşünce Derneği kurucusu Ordinaryus Profesör Doktor Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun 27. ölüm yıldönümü.
1904 yılında doğan Velidedeoğlu, 27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal’i Ankara’ya gelişinde Dikmen Keklikpınarı’nda karşılayan lise öğrencileri arasındaydı. O günden sonra Atatürk’ün yanından ve izinden ayrılmadı.
Kitap dünyasını sevindiren haber
Basılı kitap ve süreli yayınlardaki KDV sıfırlandı.
TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen torba yasa ile, basılı kitap ve süreli yayınlardaki KDV sıfırlandı. Kanun, bugün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Basılı kitap ve süreli yayınlardaki KDV (Katma Değer Vergisi) oranının sıfırlanmasını da içeren torba kanun, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. Yasalaşan teklife göre Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu hükümleri gereğince poşetlenerek satılan kitap ve dergiler, KDV muafiyetinden yararlanamayacak. (Odatv.com)
Ceyhun Atuf Kansu 100 yaşında
Ceyhun Atuf Kansu için ilk toplantı, 12 Mart’ta İstanbul’da Kadir Has Üniversitesinde gerçekleşecek.
Ceyhun Atuf Kansu, 2019 yılı boyunca çeşitli illerde sergiler, yeni kitap yayımları, belgeseller, çalıştaylar, toplantılar, gösteriler, şiir ve beste yarışmaları ile anılacak. Kansu için bu yıl ilk toplantı, 12 Mart’ta İstanbul’da Kadir Has Üniversitesinde gerçekleşecek. 12 Mart saat 14.00’te Prof. Dr. Asker Kartarı’nın açılış konuşması ile başlayacak toplantı, Ceyhun Atuf Kansu belgeselinin gösterimi ile sürecek.
Kadir Has Üniversitesi, Nâzım Hikmet Kültür Sanat Vakfı ile Ceyhun Atuf Kansu ailesinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte, daha sonra “Toplumcu Şiirin Dünü Bugünü” adlı açık oturum gerçekleştirilecek. Şair Haydar Ergülen’in oturum başkanı olacağı açık oturumda, Yazarlar Eren Aysan, Enver Aysever ile Şairler Ataol Behramoğlu, Şükrü Erbaş ve Turgay Fişekçi konuşacaklar. (Evrensel)
Ne Okusak
Kitap raflarının karşısına geçip “Ne okusam?” diye düşünmek gündelik hayatın karmaşasından ve hızından kaçmak için yerinde ve keyif veren bir faaliyet. Ama kitapların çeşitliliği karşısında kararsız kalmamak elde değil. Kabul etmek lazım: Bir kitapta karar kılmak zor iş!
Bu hafta dikkatinizi dört kitapta çekeceğim. İiyi okumalar.
1. KIZ GÜCÜ HİKÂYELERİ/ Melda Davran/ Mona Yayınları,
2. SIRADIŞI YAZARLAR/Celia Blue Johnson/ Hep Kitap,
3. METASTAZ/Barış Pehlivan/ Kırmızı Kedi
4. SONDANCI/ M. Sadık Aslankara/ Can Yayınları
Nereye Gitsek
Sibel (Prima Mall Sinemalarında)
Yönetmen Guillaume Giovanetti, Çağla Zencirci
Oyuncular: Damla Sönmez, Emin Gürsoy, Erkan Kolçak Köstendil
Sibel, köylüler tarafından dışlanan dilsiz bir genç kızın hikayesini anlatıyor. Sibel’in hayatı, bir gün ormanda gezintiye çıktığı sırada bir yabancı ile karşılaşması ile bambaşka bir hal alır.
Hafta sonu için güzel bir seçim
Bir Portre
1 Mart 1928’de Hatay’da doğdu.
Antakya Lisesinde okurken öğrenimini yarıda bırakarak hayatını kazanmak zorunda kaldı. Defne Hidro Elektrik Birliğinde uzun süre çalıştıktan sonra İstanbul’a yerleşti (1969). Serbest yazar, amatör fotoğrafçı olarak hayatını sürdürdü. Şiirleri, Yelken, Ataç, Yeditepe, Varlık, Güneyde Kültür dergilerinde yayımlandı. İkinci Yeni’nin dışına çıktığında kendi sesini buldu. Doğa sevgisini, toplumsal temaları işledi.
Eserleri
Şiir: Günah Dağları (1962), Uzay Gülü (1964), Ateş Hattı (1966), Taş Kilim (1969), Çıkınımda Anadolu (1972), Barışın Kuyumcuları (1978), Tufandan Öncekiler, Tufandan Sonrakiler (1984).