Hazırlayan: Mehmet Karasu
Haftanın Kitabı
Rabıta/Uğur Mumcu
Uğur Mumcu 24 ocakta ölümünün 27. yılında sevenleri tarafından anıldı. 1993 yılında evinin önünde arabasına konulan bombanın patlaması ile hayatını kaybetmişti
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993’te Ankara’da Karlı Sokak’taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi.
Suikastı; İslami Hareket, İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler üstlendi. Suikastın arkasında Mossad’ın ve kontrgerillanın olduğu da iddia edilmiştir.
UĞUR MUMCU’NUN SÖZLERİ
“Ben Atatürkçüyüm…. Ben, cumhuriyetçiyim… Ben laikim… Ben antiemperyalistim… Ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım… Ben insan hakları savunucuyum… Ben, terörün karşısındayım… Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır.”
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz.”
“Biz siyaset bakımından karşıtlarımıza özgürlük tanımazsak birer gizli faşistiz demektir.”
“Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur.”
“Bir ulus, ne kadar okuma-yazma, öğrenme, araştırma eğiliminde ise, o kadar sağlam, o kadar hoşgörülü ve demokrat yapıda olur.”
“Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım unutma bizi… Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi…”
Rabıta kitab, Uğur Mumcu’nun araştırmacı gazetecilik açısından büyük başarısının kanıtıdır. Yurtdışındaki din görevlilerine Suudi paralarının akıtıldığını belgelerle ortaya koyan kitap, ‘İslami Devlet Kurulacak Elbet, Avrupa Milli Görüş Teşkilatları, Süleymancılar, Rabıta, Olaylar Nasıl Yansıdı? Haberler-Yorumlar, Belgeler’ ana başlıkları altında konuyu bilimsel diyebileceğimiz bir özenle ele almaktadır. Laik cumhuriyeti kuşatan tehlikeler düşünüldüğünde, herkesin okuması gereken önemli bir kaynak, bir başyapıt.
Konuk Yazar
8. Kardeş Kentler Buluşması// Erhan İzgi
Antakya’ya on beş yıl öncesinde gitmiştim, uzun süre kalmadığım için belleğimde fazlaca yer etmemişti. Dinlerin ve kültürlerin kardeşliğini simgelemesi; dostluğun, sevginin ve barışın merkezi olması ve künefesi kalmıştı sadece aklımda. Bir de unutamadığım Türkçe ve Arapça konuşmalar…
Havaalanına indiğimizde bizi Mehmet Karasu hocamız karşıladı. Kısa bir tanışmadan sonra otelimize geldik. Asıl söyleşi burada başladı. Mehmet Bey, edebiyata gönül vermiş, çok konuşmayan, sessiz; ama güngörmüş, olgun bir kişiliği sergiliyordu. Tanıdıkça sevgi dolu yüreğinin kapılarını araladı bize. Konuştukça kültürünü, donanımını ve insan sarrafı olduğunu anladım. Eşi Nebihe Hanım da sanki Mehmet Beyle bütünleşmiş, gerçekten tam bir hanımefendi. Herkese yardım etmeye çalışan, yüreğini gelen konuklara açmış, saygın dünya tatlısı bir insan. Her etkinlikte mutlaka emeği geçen, toplantıların daha güzel geçmesini, eksiklerin olmamasını isteyen ve katılanların mutlu olmasını amaçlayan, hiçbir özveriden kaçınmayan bir güzel insan…
Otelde hoş beşten sonra edebiyat sohbetleri gündeme gelmeye başladı. O gün için tanışma programı düzenlenmişti Antakya Kültür Derneğinde. Uzaktan gelen arkadaşlar da katılmıştı aramıza. Öğle saatlerinde Hatay Büyükşeehir Belediyesinin bize tahsis ettiği araçla derneğe ulaştık. Bizi kalabalık bir grup karşıladı. Öylesine sıcak ve insanın içini ısıtan bir sevgiyle ve bir konukseverlikle karşıladılar ki… Bu yaşananlar anlatılmaz sadece yaşanır.
İmece usulü hazırladıkları kendilerine özgü yöresel yiyecekleri, bir salonda masalara yerleştirdiler. Çaylar, meyve suları her şey hazırdı. Konuklarla tek tek ilgilenme ve tanışma gerçekleşti… Ardından yemek… Sonra derneğin kitaplarla dolu odalarını, müze olacak değerde kıymetli ürünlerin sergilendiği bölümü gördük. Mehmet Karasu Bey, sanatın, edebiyatın ve kültürün gelişmesine ve güzel şeylerin üretilmesine adamış kendisini. Bu güzel ortamın gerçekleşmesinde emeği geçenleri yürekten kutluyorum.
Sıra müzik ziyafetine gelmişti. Mehmet Karasu Beyin ince düşüncesinin eseri Mısırlı bir hanım sanatçı uduyla birlikte karşımızda… Herkes bir salonda toplandı. Güleç yüzlü Mısırlı sanatçı, dinleyenlerle müthiş bir diyalog kurmayı başarıyor. Türkçeyi pek konuşamıyor; ama Arapçayı çok iyi konuşuyordu. Önce Arapça şarkılar, içten gelerek söylüyor. Arada bir, bildiği kadarıyla Türkçe şarkılar da seslendirmeye çalışıyor. Beni etkileyen en çok ne oldu? Bayan, şarkılarını söylerken dinleyenler koro halinde Arapça ona eşlik ediyordu. Sevginin, barışın dili ortak diye düşünüyorum. Ne güzel bir uyum… Keşke bu barış rüzgârlarını bütün dünyaya yayabilsek… Dede diye hitap ettikleri Gazi Şekip Bey,güzel sesiyle müziksiz türküler seslendiriyordu hiç zorlanmadan. Her şey doğal, içten, bu arkadaşlarla kırk yıl öncesinden tanışmış ve bu gün bir araya gelip sanki özlem gideriyorduk. Bambaşka bir dünyanın kapılarını aralamıştı dostlarımız bize…
Ardından şiirler girdi devreye… İsteyen kendi yazdığı şiiri, isteyen sevdiği bir ozanın şiirini okuyordu. Burada tanıdığım sevgili kardeşim Adnan Yoğurtçu’yla biraz şiir üzerine konuştuk. Şiir yazıyordu, heyecanlı, yüreği sevda yüklüydü… Kim bilir ne denli güzel şiirler üretmeyi hayal ediyordu kafasında! Konuşmaktan o da mutlu ben de mutlu olmuştum. Bugün şiir ve müzik harmanlanmıştı. Yarın kim bilir ne güzellikler yaşayacaktık dostlar sayesinde.
İstanbul’dan gelecek arkadaşların uçağı zamanında kalkmadığı için onların Antakya’ya ulaşmasını bekliyoruz. Mehmet Bey ve eşi Nebihe Hanım bizi (Nuri Turan ve Erhan İzgi) kahve içmeye bir yere götürüyorlar. Süvari kahvesinin ne olduğunu burada öğreniyorum. Cam bardakta, kahvenin rengi görünüyor, içimi şahane… Süvari kahvesini içerken yudum yudum, dostluğu, barışı, sevgiyi konuşuyoruz geçmişten geleceğe… Sonra otele dönüş…
17 Ocak 2020 Cuma
Sabah saat 10’da ayrılacaktık otelden, ilk günün yorgunluğu olsa gerek gecikmeler oldu. Saat 11 civarı kent merkezine doğru yola çıktık. Programda bir kilise gezilecekti. Zaman yitirmeden kilisenin kapısında soluğu aldık; ama Papaz efendiye kiliseyi açtıramadık.
Mehmet Bey, hediyelik eşya üreten ve satan birinin çalışma atölyesine götürdü bizi. Ürünleri inceledik, hediyelik eşyalar aldık, ayaküstü sohbet de ettik. Sonunda anısı kalsın diye bir de fotoğraf çektirdik.
Yakınımızda “Antakya Musevi Havrası” vardı. Burasını da gezecektik; Hahama haber iletildi. Kısa zamanda geldi, havranın kapılarını açtı bize. Sonra havrayla ilgili ayrıntılı bilgiler verdi. Hahamla içten, sıcak bir söyleşi oldu. Birikimli ve bilinçli biriydi. Ne söylediğini, niçin söylediğini çok iyi biliyordu Harun Bey. Halk deyişiyle dobra biri. “İnsan doğuştan Yahudi olur, sonradan Yahudi olunmaz,” diyordu. Akşamları iki kadehte attığını itiraf ediyordu gülerek… İçimi ısıtmıştı konuşmaları.
Bugün öğle yemeğini şiirler yazan kardeşimiz Adnan Yoğurtçu’nun küçük; ama şiirin lokantasında yiyeceğiz. Bize humus ve bakla yemekleri ikram edilecek, buralara özgü… Yemek sırasında konuşmalar, takılmalar sürüp gidiyor. Dışarda grup olarak fotoğraf çektiriyoruz… Saat 14’te bir noktada buluşup düzenlenen etkinliğe gideceğiz.
Eski kilisenin (Ortodoks Kilisesi) içinde birilerini görüyoruz. Nebihe Hanım konuşuyor ve kilise bize açılıyor. Bahçeden içeriye giriyoruz. Görevli Papaz, bize kilisenin 500 yıl önce yapıldığını; ama depremde yıkıldığını, sonradan 1876 da üç Rus mimar tarafındanyeniden yapıldığını, Kilisenin 10 taşıyıcı kolon üzerine kurulduğunu ve 12 kubbesinin bulunduğunu öğreniyoruz. 10 sütun 10 emiri, 12 kubbe de 12 havariyi temsil ediyormuş. Görülmeye değer bir kilise…
Dostlarımız Antakya’nın gezilecek, görülecek yerlerini göstermeye çalışıyorlar. Zaman bize yetmiyor, sanki günler daha bir kısa burada…
Buluşma noktasında toplanıp aracımıza biniyor ve etkinliğin düzenleneceği “Defne Belediyesi” ne ait güzel bir salonda toplanıyoruz. Programın içeriği doğrultusunda küçük bir tiyatro gösterisi ardından konuşmalar, şiirler ve halk ozanlarının saz eşliğinde söyledikleri… Etkinliğe katılan insanlarda bir coşku, bir heyecan görülmeye değer. Amatörce de olsa birçoğu kendi yazdıkları şiirlerini seslendirmeye çalıştı. Ben de küçük bir konuşma yapıp Behçet Necatigil ve Nazım Hikmet’ten birer şiir okudum. (Devam edecek)
Haftanın Şiiri
Kan/Faris Kuseyri
“unutulmuş bir ihtilal bildirisinin arkasına yazılmıştır”
devrildi mevsimin ak sancağı
karardı her yer örtüldü pencereler
baharla mı aldatacaklar beni
kuşlarla mı kitaplarla mı
kapattığım kapılar aldanmışlığımdır
benim
kıvıldayan akkurtlar benim
özkardeşlerim
toprak çürüdükten sonra nefret neye
yarar
ne yana gidilir harita alkanlar
içindeyken
güz bile değil yaprağın sararması
tırnağın uzaması ölüm bile değil
kıyamı bildim ve gördüm kıblelerin
ihanetini
nasıl da koşuşurduk uğruna
gökçekimlerinin
genç ölüler tutardı ihtilallerin güncesini
bir kan bilirdi
bir ben bilirdim
işleyen rotatiflerin kıymetini
geldi ki sonu gelmez sandığımız
tuttuk dinledik
tevekkül hain dostumuzdu
ey kardaşlar ey yaranlar imdi sözüm vardır size
unutun adlarınızı
onlar size titreyen nabızlardan başka ne verdiler
değil mi ki her yer günlük güneşlikti
değil mi ki kırılmıştı kabuklar
sıkılı yumruklarla umut terennüm edilirdi
merhaba mı diyelim şimdi elveda mı
siz yarası soğumuş kızgın bakışlarım
kendini bükülmez sanan dizlerim benim
sözle başlamıştı her şey, söz bir büyüydü
yaşamaksa bir kabullenişti ancak
yazılmış tarihleri unutun artık
karanlık daha çok anlatır günden
bir tek sorum var zaman sefihlerine
ben neyi unutacağım ey biliciler
ve neyi hatırlayacağım ey susayna eskileri
ağudur suyun anlattığı
söz biter ve kapanır kuyular
Haftanın Sanat Gündemi
Büyük Ödül ‘Behçet Hoca’nın
Gazetenin kültür sayfası ve kitap eki editörü Faruk Şüyün’un sunduğu törende, Dünya Kitap Jüri Özel Ödülü’nü “Behçet Hoca” kitabıyla Hilmi Yavuz aldı. Hilmi Yavuz, ödülünü alırken “50 kuşağının hocası Behçet Necatigil, hem Kabataş Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmenim, hem de edebi kimliğimin oluşmasında çok büyük katkısı olan kişi, minnetten öte, borçluluk duygusunu ödeyebilmiş miyim, emin değilim ama görevimi yerine getirdiğimi düşünüyorum” dedi. “Yılın Telif Kitap Ödülü”, “Âşıklar Bayramı” kitabıyla Kemal Varol’a verildi. “Yılın Çeviri Ödülü”, Furuğ Ferruhzad’ın “Rüzgâr Bizi Götürecek” kitabını “Farsça aslından” çeviren Makbule Aras Eivazi’ye verilirken çevirmen “İran edebiyatından çevirilerin sayısı sınırlı miktardaydı. Umuyorum ki, artarak devam eder.” dedi. “Yılın Yayınevi Ödülü” Alfa Basım Yayım’a gitti.
“Yılın Telif Polisiye Kitabı” ödülü müştereken Ercan Akbay’ın “Yağmurdan Önce” ve Cenk Çalışır’ın “Beria” kitaplarına verilirken yazarlar ödüllerinin giderek daha çok ilgi çeken polisiyeyi ileriye götüreceğine vurgu yaptı. Polisiyeye verilen ödüller bununla da sınırlı kalmadı. Seçici Kurul Özel Ödülü Ahmet Ümit’e “Aşkımız Eski Bir Roman” kitabıyla verilirken Ümit, böyle bir jüriden ödül almasının bu ödülü farklı bir yere koyduğunu anlattı. Seçici kurulun sürpriz bir özel ödülü de, bu edebiyatın Türkiye’de tanınıp sevilmesinde ve ödülünün konmasında büyük rolü olan Erol Üyepazarcı’ya sundu. Ödülü Sevin Okyay’dan alan Üyepazarcı, polisiye romanı çok sevdiği ve ihmal edildiği için 12-13 yıldır bu alanda yazdığını belirterek, “Sahaf tabiriyle tuğla gibi kitaplarımı basan yayıncıma teşekkür ediyorum” dedi. Ömür Akkor’a iki ödül “Yılın En İyi Gastronomi Kitabı” ödülü, son 15 yıldır Türk Mutfağı için 250 bin km. yol gitmiş olan Ömür Akkor’a üç ciltlik “Ömür Akkor ile Komili Lezzet Seyahatnamesi” ile jüri üyesi Ahmet Örs tarafından sunuldu. “Gastronomi Seçici Kurulu Özel Ödülü” ise Aras Yayıncılık’tan çıkan “Amida’nın Sofrası” kitabıyla Silva Özyerli’ye verildi. Yazar, “Özellikle Tarihi Diyarbakır’ın mutfağını anlatan bu kitabı yazmaya Sur olayları sürecinde karar verdim. Çünkü evimizi, her şeyimi kaybetmiştim. Elimde kalan hafızamı kağıda döküp, zengin kültürle harmanlayıp gelecek kuşaklara aktarmak istedim” diyerek ödülü bu kültürle büyümesini sağlayan atalarına armağan etti. (Cumhuriyet)
66. Sait Faik Hikâye Armağanı’na başvurular başladı
Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl bir öykücüye verilen ve Darüşşafaka Cemiyeti ve İş Bankası Kültür Yayınları iş birliğiyle düzenlenen 66. Sait Faik Hikâye Armağanı’na başvurular başladı.
Yarışmaya katılacak yazarların, başvuru yapacakları hikâye kitabından on (10) nüshayı başvuru dilekçesi ile birlikte, 28 Şubat 2020 Cuma günü Saat 17.00’a kadar Darüşşafaka Cemiyeti, Kurumsal İletişim Birimi, Darüşşafaka Cad. No:5/9 34457 Maslak / İstanbul adresine teslim etmesi gerekiyor.
Livaneli ödülü ‘Çember’ ile Tatlısu’nun
Geçen yıl mart ayında hayatını kaybeden yazar Seyhan Livaneli adına yapılan ilk yarışmanın ödül töreni, önceki akşam (çarşamba) Caddebostan Kültür Merkezi’nde yapıldı. Seçici kurulunda Zülfü Livaneli, Sunay Akın, Nebil Özgentürk, Mevsim Yenice, Barış İnce ve Zafer Köse’nin bulunduğu yarışmanın sunuculuğunu Ayça Erdura yaptı. Gecede yarışmanın bu yılki konusu olan “Ötekileştirme” ile ilgili bir panel de düzenlendi. Panelde konuşmacı olarak Nebil Özgentürk, Barış İnce ve Zafer Köse yer aldı
Darüşşafaka Cemiyeti tarafından yapılan açıklamada, yarışmaya katılacak hikâye kitaplarının 2019 yılında yayımlanmış olması, daha önce herhangi bir ödül almamış olması gerektiği ve daha önce aynı armağanı kazanmış yazarların yarışmaya katılamayacağı vurgulandı. (Birgün)
Ne Okusak?
1.Düşlerine Tutundum/Ahmet Özer/Panama
2.Dönemeç/Ahmet Tahsin/La Yayınevi
3.Yaşamın Mola Tesisleri/Ali Orhan/La Yayınevi
4.Suya Yazılan/Eylem Bayar/ Şiirden Yayıncılık
5.Kitapların Gücü/Erhan İzgi/Vrn Basım Yayıncılık