Ana – Maksim Gorki
Maksim Gorki’nin Sovyet devrimi öncesi yazdığı Ana romanı, İlk basımı 1906 yılında ABD’de kaleme alınmış, aynı yıl New York’ta yayımlanmıştır. Bütün dünyada büyük yankı uyandıran roman, iki yıl gibi kısa bir süre içerisinde pek çok dile, hatta bu arada Türkçeye çevrilmiş, Tanin gazetesinde 1908-1909 yıllarında tefrika edilmiştir. Gorki romanında Rus köylülerinin ve işçilerinin ağır yaşam koşullarını öfkeyle ve ustalıkla betimlemekle kalmaz; burjuva-aristokrat sistemin karşısında en eylemli ve en ilerici güç haline gelmekte olan sosyalist hareketin ilk filizlerini de gösterir.
Romanın başkişisi Pelageya Vlasova, gerçek bir Rus devrimcisinin yaşamından esinlenilerek çizilmiştir. Romandaki temanın temelini ise 1 Mayıs 1902 gösterilerinde tutuklanmış gençlerin yargılanma süreci oluşturur. Romanda emekçi kitlelerde uyanış ve siyasi aydınlanmanın yaşandığı hızlı sürecin tablosunu çizerken, edebiyata yeni bir kahraman tipi ve sosyalizme estetik bir ideal kazandırıyor. Bu kahraman çocukluktan beri devrimci kitaplar okuyarak veya çevresindekilerle tartışarak kendini geliştirmiş bir kahraman değil, halkın içinden gelmiş ve halkın değerlerine sahip kiliseye ve çara sıkı sıkıya bağlı ancak en az bunlar kadar oğluna da bağlı bir anadır. Ana önceleri yalnızca oğlunu dinlemekle yetinir ondan vazgeçmesini, onun zarar görmemesini ister ancak oğlunun ve arkadaşlarının konuşmalarını dinleyerek ve azmedip okumayı öğrendikten sonra kitap okuyarak kendini geliştirir. Sermayenin, halkı ezen ve hükmeden herkesin azılı düşmanı haline gelir. Ana, roman kahramanının içinde bulunduğu sosyal koşulları yansıtması bakımından Gorki’nin eserleri arasında olduğu kadar Rus edebiyatında ilk örnektir. Rus eleştirmenlerce döneminin anıtsal kitabı olarak değerlendirilen Ana, Rus işçi sınıfının (proletaryasının) devrimci mücadelesini sergileyen en önemli eserdir.
Rusya’da devrim öncesi milyonlarca işçi, yoksulluklarını ve can sıkıntısını, içki alemleriyle, vahşet patlamalarıyla ve dalaşmalarla bastırmaya çalışır. Yoksullar, kadınlı erkekli amaçsız ve anlamsız bir yaşam sürdürürler. Kaldı ki bu hayatı bir ‘yazgı’ olarak algılarlar. Bu anlayış onları pasif kıldığı gibi, her şeyi olduğu gibi kabul etmeye iter. İnsanlar bilinçsizlik, bezginlik ve aldırmazlık içinde yaşar. Yaşamları bir bataklıktır, büyük çoğunluk okuma yazma bilmez. Ancak zamanla dilsizlerin nasıl dillerini bulduklarını, körlerin nasıl gözlerini açmaya başladıklarını, bilinçlendiklerini görürüz. Ana karakteri örneğin devrimci oğlu Pavel’in izinde bilinçlendikten sonra kaybettiği belleğine geri kavuşur:
?Gerçeklerinizi ben de anlıyorum. Zenginler var oldukça halk hiçbir şeye sahip olamaz, ne adalete, ne mutluluğa, hiçbir şeye! Bakın, sizin aranızda yaşıyorum, bazen geceleri, geçmişimi, ayaklar altında çiğnenen güçlerimi, ezilen genç yüreğimi hatırlıyorum da kendime acıyorum! Ama, yine de hayatım giderek güzelleşiyor, kendimi buldum artık ??
“Gorki insanlar yaşadıkça yaşayacaktır. Çünkü yeryüzünün en büyük şairidir.” Nazım Hikmet (www.insanokur.org)
Anneler Yaz’dır Biraz /C. Hakkı ZARİÇ
Çok zaman geçmedi mi sizce de, zamanı orada sorgulamaktan ve şiire abanmaktan geliyor İlhan Sami Çomak.
çocukken ve yazım çocuk kadar güzelken daha
annemin nar tadı gülüşüne muhtaçken
Annesi onu özlüyordur bu anneler gününde de, çeyrek yüz yıl oldu kucaklaşmadılar! Şair hapiste! Kâfi!
Artık bütün üzgün oluşlarımın adı:
Anne.
Böyle diyor annesiyle ilgili şeyler hakkında bir şeyler yazdığı şiirinde. Didem Madak diyor. Annesiyle uzun uzun konuşmalara, dertleşmelere, mutfak ve sokak sohbetlerine dalan şair; anne olduğunda annesinin sustuğuna gözlerini yummadan önce kalbinin ağrısını bırakmıştı bize.
Anneler olmasa kim kimi severdi saklı
tuttun o insanı insana bağlayan güvenci
yollar boyu, eskitilmiş alanlarda
solgun bir bedeni gezdirmedin Metin’in annesi
Anneler İlahisi şiirinde böyle diyor şiirimizin annesi Gülten Akın. Öldürülen bir kardeşimizin annesine seslenirken de içimizin dehlizlerinde saklı kalan ne varsa ona ses veriyor.
Annemi ölmüş gördüm rüyamda.
Ağlayarak uyanışım
Hatırlattı bana, bir bayram sabahı
Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakıp
Ağlayışımı.
Orhan Veli, asla büyümeyen bir çocukluğun uykularına yatıp annesinin ölümünü görüyor rüyasında ve acıyla bakıyor göğe…
Sahi senden mi doğdum anne
Yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken
Bir insandan mı doğar bir çocuk
Haydar Ergülen dizeleri. Anne’ye yazılmış şaşkınlık ünlemleriyle dolu.
Aynı kuşaktan bir kalbi yaralı şair, annesi öldüğünde neden bıyığını kestiğini soranları ölüm ilanlarını okumayan alçaklar olduğunu yazmıştı bir şiirinde.
Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım
Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum
Bu gün de ölmedim anne.
Vakitli vakitsiz sevmelerin, vakitlerin ve inceliklerin şiiri vardır onda. Hüseyin Alemdar ince düşünüp uzun sorar anneyi
her anne bir anne yumağıdır çocukların kalp albümünde
çocuklar ağlasalar da birer gül inceliğidir annelerde
sahi, beni bir şiirden mi doğurdun anne anne hanginiz!
Tam tersi bir yerden bir ses veriyor, bu yazının akışına ters ama etkisi ve şiddeti yoğun Oya Uysal dizeleri:
Ve sen, seni sana sormadan doğurduğum, varım yoğum,
gün ışığım oğlum
siyah-beyaz sararmış bir fotoğraf olduysa çocukluğun, affet,
kapımız sürgülü, çekili perdemiz,
erkenden öğrendin ya hayatı, bilirim
sırtında yükü yalnızlığımın
Burdan devam edelim. Neşe Yaşın, kalbinde uğur böcekleri taşıyan barış elçisi, aynı oktavdan ve uzaktan sesleniyor evladına:
Nasıl anlatmalı sana Dünya peri padişahının evi değil
Çocukları koparırlar annelerin bahçesinden
hayat öfkeli bir öğretmendir
Binali Duman başka bir anne kurguluyor sürekli babadan kalma, babayla birlikte hayatı kucaklayan bir anne ve sorulara soru katan “Bayat Çay” kitabında
dokunması uzun annenin
kederle gözeri uzak babanın
olana mahcup
olana kül
olana olmayan
Mahmut Temizyürek’in annesi sarayda yaşayan bir bıçkın kadın. Şimdikinden daha küçük olduğu zamanları yazmış şiirde şair:
Saray gönüllü bir barakaydı annemin evi
Ağızlarını silmeden giremezdi polisler
O barakasaraya, On İki Eylül’de bile
Tek yaptırımı şu: Vurun öyleyse köpekler!
Cenk Kolçak adını bir Cumartesi’ye bağışlamadıysa da şiirinin sokaklarında bir cumartesi sabahı açmış karanfil dolaşır:
Beyaz tülbentini kavmine sarmış bir anne;
bir kadın, sarmış beyaz tülbentini kavmine;
kınsız oğul katarıdır şimdi, dizilir göğsüne.
İsmail Afacan da karanfil göğsünde dolaşır cumartesileri
kırılmış kalemleri birleştiren yaşayanlar
her güne bir çiçek, cumartesiye karanfil
Küçük İskender’i özlemeyenimiz var mı?
kızının adını sarmaşık koy anne
hayata ve hayale sarılarak büyüsün
oğlunun adını veda koy anne
hayatı ve hayali terkederek büyüsün
Kaan İnce ne demişti Anne şiirinin sonunda. Belki de şöyle yazmalı adını Kaan İnce: eziyetle yürüdüğün yeter
dökünüyorum yorgunluğunu bedenime
sarnıçlarda yağmurlar dinlenirken senin için
anne, gül et beni kederine
Şiirimizin Sennur’u, Annem ve Kuşlar şiirini her okuduğumuzda boğazımıza takılan bir şeyler oluyor. O yumruyu zorluyor zaman soluğumuzda. Fırsatı olanın Direnç’i alıp şiiri tekrar tekrar okuması için alıntı yapmayacağım buraya…
Anneme Mırıltılar başlıklı şiirde ben de anneme seslenirken çocukluğun ve şiirin sesine yaslanıp çıkmışım yola.
Bir gün sen de bırakıp gidersen avcuma gözlerini
Uf olurum! Kimselerin öpmeleri sağaltmaz beni
Uzun hava türküler gibi
Kan kaybederim terk edilmiş kentler boyu
Şüphesiz eksik bir yazı bu, şüphesiz! Annemize sarılamadığımız bir anneler günü yazısı olarak okunabilir. Nice zamandır evladının yolunu gözleyen cumartesi annelerine bir Pazar sabahı armağan etmek için okunabilir. Evlatları hapishanede anneler için bir görüş günü niyetine de okunabilir.
Sur dolaylarından ses veren bir şair, kapılardan kapılara dolaşan Amed’de ve dağlara bakıp içlenen Şahin Altuner güvercinlerden umutlu.
anneler, yine uzun uzun dağlara yorulmaz bakmaktan
ki ölür katiller de güvercinler çoğalınca gökyüzünde
Nerden baksan ters bir dize ama kitap neredeyse bütünlüklü anne izleği taşıyor. Ücra şair Hüseyin Köse “Ziyan Balkonu” kitabında Anneye Mecal şiirinde şöyle diyor:
Anne… ne bağışlanmaz kelime!
Sükûta kapıldığı yerde sözlerin sürgünü
En çok da günbatımlarından sokağa taşan yerde
Gözlerin bakışlara yanlış yüklemi
Çok küçükken annesi ölen Cemal Süreya’nın yeniden doğması için belki de.. Anneler gününde kapısının çalınmasını bekleyen tüm annelere… (Evrensel)
Haftanın Şiiri
BENİM ANAM HEP AĞLARDI/ A.KADİR& MUTLU OLMAK VARKEN
Benim anam hep ağlardı
Kardeşine ağlardı
Yemen çöllerinde kalmıştı
Gencecik İdris dayı
Anam ağlardı ona
Benim anam hep ağlardı
Babama ağlardı
Bir kaltak getirmişti anamın üstüne babam
Üç çocuklu eve
Ayyaşlığa vurmuştu sonra
O benim umacımdı
Öldü çıldırarak
Anam ona ağlardı
…
Benin anam hep ağlardı
Bana ağlardı
Ben giderdim okula çok sabah harçlıksız
O da ağlardı bana
Benin anam hep ağlardı
Ablama ağlardı
Girmişti ablam dikimevine
Ağırına gitmişti anamın
Anam ona ağlardı
Benin anam hep ağlardı
Evimize yılda iki lira getiren
Bir erik ağacımız vardı
Kurudu
Anam ona ağlardı
Mario Levi ve Deniz Yüce Başarır Camus’yü konuşuyor
Usta yazar Mario Levi korona ve karantina günlerinde akıllara sıkça gelen, Albert Camus’nün başyapıtı Veba’yı konuşmak üzere, “Ben Okurum” podcast’inin yeni bölümünde Deniz Yüce Başarır’ın konuğu oluyor.
Romanda söz konusu olanın aslında sadece bir hastalık değil, kötülüğü simgeleyen her şey olduğunu vurgulayan Levi’nin, hem romanda hem de günümüzde yaşanan zorlu dönemler için geçerli olan “Kötülük karşısında duruşumuzdur önemli olan. Böyle durumlarda da aşk, sevgi, dostluk bir başka anlam kazanıyor” sözleri ise özellikle dikkat çekiyor.
Bir salgının, bir kentin yaşantısını nasıl değiştirdiğini, tehlike karşısında farklı karakterlerin nasıl farklı tepkiler gösterdiğini anlatan; acıyı, hüznü, umudu büyük bir dengeyle okura sunan bu büyük romanın baş kişisi Doktor Rieux, kent halkına yardım etmek için insanüstü bir mücadele veriyor. Tıpkı, dünyayı sarsan COVID-19 salgınının zorlu günlerde tüm saygın sağlık çalışanlarının yaptığı gibi… (Bir Gün)
Arkadaş’ın kitabı
Arkadaşın şiirleri aynı zamanda dönemin atmosferi içinde pek de kabul görmeyen (eş)cinsel kimliğine göndermeler taşır. Üstelik bu kabul görmeyiş nedeniyle içinde bulunduğu buhranı da yansıtır. “Bir gün elbette Zeki Müren’i seveceksiniz” dizesi ile biten “Merhaba Canım” şiiri, kuşkusuz dönemin sol iklimi için radikal bir şiiridir
Arkadaş’ın kitabı
“Şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
Yarın yeni bir yeşillik büyüyecek”
11 Temmuz 1978 sabahı Ankara’daki evinin önünde, genç yaşta katledilen Bedrettin Cömert’in kitapları; ne yazık ki ölümünden sonra basılabildi. Cömert’in ölümünün ardından, Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak isimli eserini basıma hazırlayan Hasan Hüseyin Korkmazgil, kitabın girişinde şöyle der: “… ben sanırdım ki, daha doğrusu düşünürdüm ki, benim yazılarımı, notlarımı, mektuplarımı Bedrettin Cömert kitaplar haline getirmek zorunda kalacak. Bu görevin bana
70’ler, Türkiye solu içerisinde, pek çok fikir ve sanat insanının genç yaşta yaşamını yitirdiği yıllardır. Bu yüzden birtakım genç yazarın eserini yayınlamak, o yıllarda dostlarının görevi haline gelir. Bazı kitaplar, yazarı ondan hiçbir zaman haberdar olmadan basılır. Tıpkı Bedrettin Cömert’inki gibi, bir Ankara sabahında, henüz 25 yaşındayken yaşamını yitiren Arkadaş Zekai Özger’in kitabı da bunlardan biridir.arkadas-in-kitabi-727107-1.
Arkadaş, o dönem Ankara’daki solcu üniversite gençliği içerisinde şiirleri ve özgün fikirleriyle bilinen biridir. Fikirlerinin kendini en iyi ifade ettiği alanın şiirleri olduğunu söylemek yanlış olmaz. İşçi anne babanın 8 çocuğundan biri olan Arkadaş’ın ilk adı Zekai Özger’dir. Ancak daha sonra şiirlerini Arkadaş Z. Özger adıyla yazmaya başlar ve bu isimle anılır.
Üniversite eğitimi için geldiği Ankara’da, devrimci mücadele içinde bulur kendini Arkadaş. Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir gibi isimlerin yakın çevresindedir üstelik. Pek çok devrimci etkinlikte yer alır. 24 Ocak 1971’de polis ve ülkücüler tarafından basılan SBF yurdundaki direniş de bunlardan biridir. Bu direniş sırasında ve gözaltı sonrasında işkencede aldığı darbelerin, onu ölüme götüren süreci tetiklediği düşünülür.( SERHAT HALİS- Birgün))
Ben bir savunmanım. Güzel insanları savundum. halkını seven, onların “Bir orman gibi kardeşçesine” yaşaması için gencecik yaşamlarını veren insanları. Özgürlüklerini, yaşanmamış yemyeşil yıllarını ortaya koyan insanları. Hakça toplumsal bir düzene giden yola ışık saçan insanları savundum. Onlar bir çiçek gibi arı, taze ve renkliydiler. İnsan olmaktı suçları.
İnsanları sevmekti, baskısız, sömürüsüz, özgür bir dünya istemekti. Her biri birer dünyaydı. İdealleri için öldüler, idam edildiler, hapis yattılar.
Ben bu güzel insanları savunarak, onlarla beraber, insan sevgisini, barış dolu, özgür ve mutlu bir dünyayı savundum. Bu güzel insanları seviyorum. Bir yaşam bu sevgiyle geçti. kendilerini tüm insanlığa adayanlara bir yaşam vermek çok mu ( Umut Hangi Dağın Ardında – Halit Çelenk, Deniz’lerin Avukatı)
NE OKUSAK?
1. İpek ve Bakır /Tomris Uyar/YKY
2. Sakın Oraya Gitme /Yekta Kopan/ Can Yayınları
3. Yazılı Kaya /Nursel Duruel/ YKY
4. Rüyanın Öteki Yakası / Ursula K. Le Guin/ Metis
5. Hastalık / Onur Gürleyen/ Nota Bene