Sivas’ı Unutmak
Öner Yağcı/
CUMHURİYET KİTAPLARI
Sivas katliamının 27. yılında da Sivas’ın kanlı ateşinin için için yandığını her gün yeniden görüyoruz.
2 Temmuz 1993, kuşaktan kuşağa anlatılacak bir acının, bilincimize kazıdığı kara günlerden biri. Ve Sayın Öner Yağcı hem soruyor, hem de yanıtını kendisi veriyor.
“Sivas’ı unutma hakkımız var mı?
Bence yok. Eğer unutmazsak yaşamı hak ederiz. Unutma diyor haritalardan Sivas. Unutma diyor mezarlıklar, çocuklar, bebelerimiz; geleceğimiz.
Unutmayın ve anlatın diyorlar. Ben de anlattım, yazdım dilimin döndüğünce, yüreğim elverdiğince, bilincimle ve duyarlılığımla. Sivas’ı Unutmak, toplumsal, siyasal ve kültürel tarihimizin en önemli olaylarından biri olan Sivas katliamının gerçeğine bir damla katarsa kıvanç duyacağım.” (Tanıtım yazısı)
Konuk Yazar
Payımıza düşen taziyelerin içinden geçen bir ömürmüş meğer. Bir ağız vişne dolusu gülebilirdik oysa. Cinayetler, katliamlar ülkesi olmazdık o zaman. Siyasi cinayetlerde “cezasızlık” olgusunun yerine gerçek anlamıyla “yargılama” sağlanabilseydi ezber ettiğimiz bir hikâyenin içine gömülmezdik.
Yine 2 Temmuz
Yirmi yedi koca sene geçmiş o karanlık günün ardından. Her şey dün gibi oysa. Tatil günü… Okullar yeni kapanmış. Sabah yeni uyanmışım. O zaman cep telefonu ne gezer? Sivas’tan babam telefonla aramış. Hafta sonu etkinliğin iptal olduğunu, Ankara’ya erkenden döneceğini söylemiş. “Hoşça kal Babi” deyip kapatmışım telefonu. Çoook sonra Sivas’ta olaylar olduğunu öğrenmişim. Televizyondan olan biteni takip etmeye çalışmışım… Derken akşam haberlerinde Madımak Oteli’nin yakıldığı söylenmiş. Annemle bilgi alabilmek için oradan oraya koşturmuşuz. Gece haberlerinde ise dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu’nun açıklamasından ölenlerin arasında babam Behçet Aysan’ın olduğunu duymuşum… İşte o anda kilitlenip kalmışım. Spiker, “Sayın Bakanım, ölenler arasında Behçet Aysan gibi başka kıymetli şair ve yazarlarımız var mı?” diye sormuş. Bakan, birkaç saniyelik susuştan sonra “evet” yanıtını vermiş. Benim küçük bedenimi ise bir titreme sarmış.
Zaman, hileli bir zar gibi. Bu süre içinde her yıl yasımla özdeşleşen bir göreve dönüştü yazmak. Ama ilk defa yazının derdime derman olamadığı bir dönemin içinden akıyorum. Çaresizim. Üstelik bunun bir duygu değil, soğukluğunu gün gün ağırlaştıran bir gerçek olduğunu biliyorum. Birileri benden çok önce bu gerçekle karşılaştı, birileri bunun farkında değil, birilerinin ‘çare’ diye başvurduğu şeyse bana çok yavan geliyor.
“Önce ekmekler bozuldu” demişti Oktay Akbal abimiz. Neler yaşadık, neler gördük; unuttuk tökezleyen, kararan, sararan her şeyi. O yüzden yalnızca kendi acımızdan söz açmak; ne yalan söyleyeyim ayıp geliyor. Tanıdığım herkes kalbinde derin bir sızıyla dolaşıyor. Kıyaslanan, ötekileştirilen, bir tarafça kutsallaştırılan öldürümleri değil bütün öldürümleri içimde taşıyarak yazıyorum bu satırları. Başbağlar Katliamı’nda yavrusu öldürülen bir ananın gözyaşından taşıyorum. En iyi biz anlarız birbirimizi. Bir tek bunu biliyorum.
Kafka ile yakılmış bir şair ne konuşur?
Farazi bir dünya kurmayı başarsaydım, babamla Kafka’yı buluştururdum mutlaka. Biri şair, diğeriyse “Dava” romanının yaratıcısı. Bilmediği bir suçtan yargılanan Joseph K. üzerinden, gerici saldırı sonrasında yakılmış bir şair ne konuşurdu acaba? Hem de bugüne bakarak. Belki de her şeyden vazgeçip bilimkurguya sığınırlardı. Şu korona günlerinde zaten elimizde avcumuzda ne kaldı? İşte bizler o bitmeyen davaların hayat sanığı olduk. Mahkeme kapılarına aşinalığımız ise başkadır. Bizi savunanların ise Ankara girişinde mahrum kalması ayrı bir gözyaşıdır.
Kazancakis’in o meşhur “Zorba” romanında hayattan beklentilerini olabildiğince azaltmış bir entelektüel bir süreliğine ruhunu dinlemek için Girit’e gider. Kendisine ait linyit kömürü madenleriyle cebelleşirken karşısına “Zorba” çıkar. Ve onun kulağına bir gün, “İnsan zorlayıcı olurken bir yanı zorba olmak istiyor, hayatı yaşamak istiyor kısacası…” sözünü fısıldar. Hayatı tüm iliklerine kadar yaşamak, aşkla, sevdayla, tutkuyla, arzuyla harmanlamak kolay değildir. Bizim gibi ülkelerde ise yaşamak ve insanca yaşamayı savunmak ise bedel ödemekten geçer. Ne acı ki… İnsanca yaşam haber alma hakkıyla da bağlantılıdır.
Yarım kalan hüzün
Bir ortaçağ karanlığının topluma sunduğu, hâlâ o karanlığın isinden kurtulamadığımız bir yangın, katliam ve linç vahşetinde babamı yitirdim. Yaşasaydı belki sayısız şiire imza atacak, istediği romanı yazacak, bir yandan da hekimlik mesleğini sürdürecekti. Bir insanın kaybını şüphesiz ölümün katı gerçekliği içinde düşününce çaresizlikle bütünleşebileceğimiz bir sarmalda kayboluruz. Oysa toprak altına giden yalnızca beden değil, onun biriktirdiği değerler, entelektüel bakış, bilgi, yaratıcılıktır da. Açık konuşmak gerekirse hayatım boyunca babamın yaşam hakkının ihlali sonucunda yapacaklarının yarım kalmasının hüznünü atlatamadım. Çocuk yaşımdan bu yana acımı hafifletmek için çok şey yaptım. Sırtıma çantamı alıp uzaklara, başka ülkelere de gittim. Hayatta bir anlam bulacak kadar zeki hissediyorum kendimi. Şehir sözlüğündeki kıvraklığın ne olduğunu kestirebiliyorum. Ama onun bende bir şey değiştiremeyeceğini biliyorum. Çünkü kardeşim Zeynep de ben de, babalarımız yakıldığından beri ne kalbimizi soğutmayı başarabildik ne de yaşadığımız coğrafyada siyasal İslam’ın palazlanmasının önüne geçebildik.
Payımıza düşen taziyelerin içinden geçen bir ömürmüş meğer. Bir ağız vişne dolusu gülebilirdik oysa. Cinayetler, katliamlar ülkesi olmazdık o zaman. Siyasi cinayetlerde “cezasızlık” olgusunun yerine gerçek anlamıyla “yargılama” sağlanabilseydi ezber ettiğimiz bir hikâyenin içine gömülmezdik.
Ne acı ki, bize dayatılan hikâyede, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı o duruşma salonlarını, öfkeye ve umuda kesmiş haykırışları duyduk. O sözlerde yıllardır kırmızı bültenle aranmasına rağmen yakalanamayan, hatta onlara ehliyet, evlilik cüzdanları verilen tetikçilerimizin umursamazlığını duyduk. Bugün bu umursamazlık gazeteci tutuklukları üzerinden devam ediyor. Bizim sesimizi, nefesimizi bir kere de onların üstünden çalmaya çalışıyorlar. Barış Pehlivan’ı düşünüyorum mesela. İçim eziliyor.
Ey babalarımızı yakanlar, katiller, onların işbirlikçileri ve işverenleri… Yıldönümünüz kutlu olsun! Radikal İslamcılarla her türlü çıkar işbirliğine giren yapılar… Sizin de kutlu olsun yıldönümünüz! Tek bildiğimiz, inadına, bir gün, son sözü söyleyecek taraf olacağız.
Bir gün bizler babam Behçet Aysan’ın “Yarın diye bir şey var” şiirini haykırarak söyleyeceğiz!
Çünkü “Bilirim yarın diye bir şey var/ çeliğin su katılmamış yanı / ırmakların geçilecek, fırtınaların dinecek/ bir yanı var ömrümüzün/ belki bir gün gülecek…” (Kaynak: Birgün Gazetesi/Pazar eki)
Haftanın Şiiri
Bu Aşk, Bu Şehir, Bu Keder/ Behçet Aysan
1.
hoşça kal ayak izim
serseri sokaklarda
hoşça kal
kendine bir başka
gökyüzü büyüten
kardeşim
gece feneri
hoşça kal kal çaldığım
Islık
söylediğim türkü
doludizgin karlarda.
hoşça kal
annemin
yüzü
hep beyaz yaşmaklı
sırı dökülmüş bir yalnız
aynada.
hoşça kal
dolunayın
altında
ıhlamur ağaçlarına
kazıdığım
şey
hoşça kal uzaklarda yanan
anızların parıltısı hoşça kal.
Haftanın Sanat Gündemi
Karadenizli sanatçı Kazım Koyuncu, ölümünün 15’inci yıl dönümünde anıldı. Bu yıl ailesinin isteği üzerine koronavirüs salgını nedeniyle Artvin’in Hopa ilçesindeki anıt mezarı başında düzenlenen anma töreni, az sayıda kişinin katılımıyla gerçekleştirildi.
Akciğer kanseri hastalığı nedeniyle 33 yaşında hayatını kaybeden ve ‘Şair Ceketli Çocuk’ olarak tanınan Karadenizli sanatçı Kazım Koyuncu, vefatının 15’inci yıl dönümünde sevenleri tarafından anılıyor. Hopa ilçesi Yeşilköy Köyü’ndeki kabri başında Kazım Koyuncu için düzenlenen anma töreni bu yıl koronavirüs salgını nedeniyle az sayıda kişinin katılımı ile gerçekleştirildi.
Murathan Mungan: ‘İnsanın güzelliğe ihtiyacı var’
9. Türkiye Yayıncılık Kurultayı’nda kapanış konuşmasını yapan Murathan Mungan “Bugüne kadar neyi iyi yapıyorsak, aynı şeyi düzey yitirmeden, nitelik kaybetmeden, ödün vermeden daha iyisini yapmak şiarımız olmalı.” ifadelerini kullandı.
Cumhuriyet Gazetesi’nden Orhun Atmış’ın haberine göre; 9. Türkiye Yayıncılık Kurultayı’nda kapanış konuşmasını yapan şair Murathan Mungan olumsuzlukları sıralayarak “Savaştığımız tek salgın elbette COVID değil, cehalet salgını var, umarsızlık salgını var, kayıtsızlık salgını var, zulüm ve şiddet salgını var” dedi ama “Amacım karanlık, kötümser bir tablo çizmek değil” diyerek her şeye rağmen herkesin iyi yaptığı şeyleri yapmaya devam etmesi gerektiğini vurguladı.
Türkiye Yayıncılar Birliği’nin iki yılda bir düzenlediği Türkiye Yayıncılık Kurultayı’nın dokuzuncusu, 25-26 Haziran tarihlerinde çevrimiçi olarak yapıldı. İki gün boyunca 6 oturumda yurtdışından 12, Türkiye’den 46 olmak üzere toplam 58 konuşmacı yer aldı.
Kurultayda, COVID-19 pandemisinin yarattığı sıra dışı bir dönemde yayıncılığın geleceği ve dijital seçenekler, telif haklarındaki olası gelişmeler, kitap tedarik zincirinde yaşanabilecek değişimlerin yanı sıra kitapta sabit fiyat sistemini oluşturmanın ve korumanın önemi ve Türkiye’de okuma kültürünün yeri konuşuldu. Kurultay, şair ve yazar Murathan Mungan’ın konuşmasıyla sona erdi. Kurultayın internet üzerinden yapılıyor olması, daha çok izleyiciye ulaşmasını sağladı.
“Pek çok şey gibi bu kurultay da COVID-19’un gölgesinde geçiyor. Üstelik bu sorun bugünden yarına çabucak çözülecek ve hayata kaldığımız gibi devam edecekmişiz izlenimi uyandırmıyor. Yeni virüsler ve yeni krizlerle bizi bekleyen bir sürecin işaretini bu işe aklı erenler söylüyorlar. Artık böyle bir şey olmamış gibi yapamayız. Yayıncılık dünyası da bu süreçte krizde. Ancak bildiğim kadarıyla yayıncılık dünyası hep krizde… Bu ölçüde hiçbir yerde değil ama bu ülkede zaten her şey çok krizde. Her şey çok çabuk kırılacak bir yapı gösteriyor.
En son söyleyeceğim şeyi en başta söyleyeyim: Ben her şeye rağmen devam etmekten yanayım. Bugüne kadar neyi iyi yapıyorsak, aynı şeyi düzey yitirmeden, nitelik kaybetmeden, ödün vermeden daha iyisini yapmak şiarımız olmalı diye düşünüyorum. İnsanın sanata ihtiyacı var, düşünmeye ihtiyacı var, güzelliğe ihtiyacı var…” (Cumhuriyet)
“Evvel Temmuz Festivali” bu yıl online olacak
Bu yıl 21’incisi kutlanacak “Evvel Temmuz Festivali” koronavirüs salgını nedeniyle online olacak.
Samandağ Kalkındırma Derneği ile Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği, bu yıl 21’incisi kutlanacak olan “Evvel Temmuz Festivali”ne dair basın toplantısı düzenledi.
Dernek binasında yapılan açıklamada konuşan Samandağ Kalkındırma Derneği Başkanı Yılmaz Sürmeli, Hatay’ın Samandağ ilçesinde geleneksel olarak kutlanan Evvel Temmuz Bayramı’nın bu yıl koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle online yapılacağını duyurdu.
Kültürlerinin önemli parçalarından biri olan Evvel Temmuz Bayramı’nın, halkları tarafından yüzlerce yıldır şenlik havasında kutlandığını dile getiren Sürmeli, bayramlarının verilen büyük emekler ve ödenen bedellerle bugüne geldiğini kaydetti.
Sürmeli, “Halk sağlığını riske etmemek açısından bu yıl Deniz Sitesi Ali İsmail Korkmaz Festival Alanı’nda herhangi bir etkinlik yapılmayacak olup, 21’inci Geleneksel Samandağ Evvel Temmuz Festivali online olarak yapılacaktır. Festival kapsamında birbirinden değerli sanatçı, aydın, siyasetçi ve
bilim insanının katılımıyla organize edilecek çeşitli kültür, sanat etkinlikleri ve söyleşiler halkımıza internet üzerinden online olarak sunulacaktır. Festivalin ayrıntılı programı ilerleyen günlerde tarafımızca ilan edilecektir” dedi. (Evrensel)
Oğuz Tansel Çocuk Yazını Ödül Töreni 4 Temmuz’da
Çevrimiçi töreni Bilkent Üniversitesi Oğuz Tansel Türk Edebiyatı Araştırma ve Uygulama Merkezi düzenliyor.
2020 Oğuz Tansel Çocuk Yazını Araştırma Ödülü’nü bu yıl Doç. Dr. Ebru Güzel ve Dr. Esra Uslu kazandılar.
Bilkent Üniversitesi Oğuz Tansel Türk Edebiyatı Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin düzenlediği ödül töreni 4 Temmuz 2020 Cumartesi 20:30’da ZOOM çevrimiçi olarak gerçekleştirilecektir.
Yusuf Ahıskalı’yı Saygıyla Anıyoruz
26 Haziran 1983 yılında yitirdiğimiz, sendikamızın Onur Kurulu üyeliğini de yürütmüş bulunan 1940 toplumcu edebiyatçılar kuşağından Ahıskalı, 1909 yılında Trabzon’da doğdu. 1938 yılında, yürüttüğü Gümrük Teftiş Kurulu üyeliğinden istifa ederek kendini yazmaya adamıştır. İlk kitabı 1940 yılında Bizden İyileri adıyla yayımlanan öyküler toplamıdır. Yusuf Ahıskalı 1939 yılında yayımlanan ünlü SES dergisinin de yönetim kadrosundadır. Derginin yazarları arasında Abidin Dino, Fikret Adil, Sabiha Zekariya Sertel, Suphi Nuri İleri de bulunmaktadır. Ahıskalı piyesten öyküye edebiyatın birçok alanında ürünler vermişti. En ünlü piyesi ise Necip Fazıl Kısakürek’in siyasi ve edebi kişiliğini ironik bir şekilde işlediği Mürşit’tir. Ahıskalı şiirlerinde kuşağının öteki sosyalist yazarları gibi barış, kardeşlik, insanlık, özgürlük, adalet temalarını işlemişti.
Kendisini sevgi ve saygıyla anıyor, anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
Bir Portre: Metin ALTIOK
1941’de İzmir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Memurluk ve öğretmenlik yaptı.
İlk şiirleri 1970’lerde yayınlandı.
İlk şiir kitabı Gezgin’de Servet-i Fünun’dan, Ahmet Haşim’den, Ahmet Muhip Dıranas’tan İkinci Yeni ve 1960’ların şiirlerine kadar izler var. Kendi kuşağının en duygulu, en romantik şairleri arasındaydı.
Yalın bir dil kullanmasına karşılık, benzetme yapmayı, anlaşılması kolay imgeler oluşturmayı denedi. Halk şiiri biçimlerinden de yararlandı.
Olgunluk dönemi sayılabilecek “Kendinin Avcısı” kitabındaki şiirlerde, daha kendine özgü bir sese, romantik, acılı ve yalın bir söyleyişe ulaştığı görülür. Simgeler, alegori ve mecazlardan ölçülü bir tutumla yararlanır, şiirimizdeki lirik geleneğe bağlanır.
Sivas’ta yapılan Pir Sultan’ı Anma Şenlikleri’nde kökten dincilerin Madımak Oteli’ni yakıp 37 kişinin yanarak, boğularak ölmesine neden olan saldırısında (2 Temmuz 1993), ağır yara alıp komaya girdi. İki gün dayanabildi. O da bir kültür şehidi olarak 5 Temmuz 1993’te yaşama gözlerini yumdu. Bir şiir serüveninin kahramanı olarak şiirsevenlerin kalbinde yaşıyor.
Ünlü piyanist Fazıl Say, Metin Altıok’un şiirleri üzerine Metin Altıok Oratoryosu yaptı (2003). Kızı Zeynep Altıok, duygularını, sevenlerinin anılarını, onu tanıyanların yazdıklarını Gölgesi Yıldız Dolu adıyla kitaplaştırdı (2003).
Metin Altıok Eserleri/ŞİİR:
Gezgin (1976)/Yerleşik Yabancı (1978)/Kendinin Avcısı (1979)
Küçük Tragedyalar (1982)/İpek ve Kılabtan (1987)/Gerçeğin Öte Yakası (1980)
Dörtlükler ve Desenler (1990) Süveyda (1991)/Alaturka Şiirler (1992)
Yel ve Gül (1993)/Hesapişi Şiirler (1993)
Şiirin İlk Atlası (Şair ve Şiir üzerine denemeler, 1992)/Bir Acıya Kiracı (Bütün şiirleri, 1998)
ÖDÜLLERİ
1980 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü (Kendinin Avcısı kitabıyla Ahmet Telli ile paylaştı)
1991 Cemal Süreya Şiir Ödülü Gerçeğin Öte Yakası ile
Ne Okusak?
1. Bir Nefes Gibi/ Ferzan Özpetek/ Can Yayınları
2. Ayrılık Çeşmesi Sokağı/Selçuk Altun/İş bankası
3. Asla Vazgeçme Asla/Ali Türkşen Kırmızı Kedi
4. Aşina Yüzler/Atilla Köprülüoğlu/Halk Kitabevi
5. Kırmızı Pazartesi/ Marquez/ Can yayınları