Antakya’da Kültür-Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Haftanın Kitabı Tutsaklar/ Ayla Kutlu/ Bilgi Yayınevi Tutsaklar, bir 12 Eylül romanı “Arayan, uzman, kendince yapılması gereken her şeyi yapan; sonunda mutsuzluğa, çocuksu bir küskünlüğe boyun eğen, ya da kör bir anlatımla yaşamını yitiren genç kuşakların trajik öyküsüdür Tutsaklar. Toplumumuzun her on yılda bir yaşamakta olduğu bunalım dönemlerinin, yakın tarihimizi belirleyen en […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Haftanın Kitabı
Tutsaklar/ Ayla Kutlu/ Bilgi Yayınevi
Tutsaklar, bir 12 Eylül romanı
“Arayan, uzman, kendince yapılması gereken her şeyi yapan; sonunda mutsuzluğa, çocuksu bir küskünlüğe boyun eğen, ya da kör bir anlatımla yaşamını yitiren genç kuşakların trajik öyküsüdür Tutsaklar. Toplumumuzun her on yılda bir yaşamakta olduğu bunalım dönemlerinin, yakın tarihimizi belirleyen en önemli etken olduğu bir gerçektir. Bu noktadan yola çıkan Ayla Kutlu, bunalım dönemlerinin ortak ekseni çevresinde, toplumumuzun psiko-sosyal yapısını somutlaştırıyor romanında. Büyük acılardan ve yanılgılardan geçmiş bir kuşağa; bütün girişimlerinde başladığı yerle vardığı yer aynı olan kişilere tutuyor ışığını. Bunu yaparken de, çoğu kez tanık olduğumuz “önyargılı ve koşullanmış” açıların çok ötesinde, alabildiğine gerçekçi bir yaklaşımı yeğliyor. “ (Tanıtım yazısı)

Konuk Yazar
Kıyıdan – Köşeden//Sabahattin YALKIN
Bir ülke düşünün, dört bir yanı yatır dolu. Kıyısı, dağı, köyü, beldesi yatırsız yer bulamazsınız. Su çalışmaları dönemimde Harput’a uğramıştık. Arap Dede dedikleri bir yatır. Bir bohçaya sarılmış bir mumya… Sanırım bir zenciye aitti.
Birileri bir şeyler anlattı ama şu anda Arap Dede’nin neyin nesi olduğunu anımsayamıyorum. Ermiş mi, çürümeyen bir beden mi… Bohçayı açıp kapayan adam, pek saygılı değildi Arap Dede’ye. Arazi çalışmalarımda, uğradığım her yerde görülmesi gereken yerleri görmeye özen gösterirdim. Özetle ister Sünni, ister Alevi, Türk, Kürt herkes bir yatır olgusu içindeydi. Bunun ölülerimize saygı mı, ölüm korkusu mu, o kimsenin bilge kişiliğine şükran borcumu yoksa yaşamın çaresizlikleri mi olduğunu tam anlamış değilim. Kaldı ki o kimselerin çoğunun ne yazılı bırakıtları, ne de yaşamları üstüne bilgimiz var. Hepsi kulaktan dolma, abartılı öyküler… Bilmek istediğim şu: Acaba ölülerimizle gereğinden çok mu ilgileniyoruz?
Osmanlılar döneminde mezarlıkların aynı zamanda birer park gibi kullanıldığını, gelip geçenlerin, çıkınlarını açıp yemek yediklerini, bir tür piknik yaptıklarını okumuştum. Demek ki mezarlılar korku veren yerler değildi. İTÜ’de öğrenciyken Eyüp’te Piyer Loti’nin oralarda dolaşırken ölülerle dirilerin bu denli iç içe olması karşısında, biraz tedirgin olmuştum.
Şiire gelirsek ölüleri Azot Çevrimi içinde düşünmek ile bizimle yaşayan bir obje olarak algılamak, başka başka şiirlere götürür. Şurası bir gerçek ki üst düzeyde şiirler ( Her zaman, her yerde karşılaşamadığımız şiirler),düşünür yanı ağır basan şairlerde görülüyor daha çok. Dante, Goethe, Ömer Hayyam, Mevlana, Yunus Emre gibiler örnek gösterilebilir. Bunların hiçbiri “İlham”, esin bekleyen kimseler değillerdi. Yaşadıkları yıllarda o dönemin en bilgili, en bilge insanları arasında idiler. Şarap aşığı bilinen Hayyam, gerçekte çok iyi bir matematikçiydi.
Yakın zamanlara gelirsek, daha ülkemizdeki hiçbir şiir akımının içine yerleştirilemeyen Nazım Hikmet, Yahya Kemal gibi ünlü bir şairimizden beslenmiş,( Evlerinin sürekli misafirim idi.) uzun hapislik dönemlerinde Anadolu insanlarını yakından tanımış, bunları düşünsel yapısı içinde yeniden kurgulamış, unutulmaz şiirler yazmıştır. Kurtuluş Savaşı’mızı ölümsüz dizelere taşımıştır. Şüphe yoktur ki Nazım, ilham bekleyen bir yapıda olmadı hiç. Çünkü onda beklemek miskinliği görülmedi. Siz Şeyh Bedreddin’i okumadan, onun üzerine bir şey yazabilir misiniz? Yukarda Dante demiştim; tek Tanrılı dinleri bilmeden cenneti, cehennemi, Araf’ı okumadan İlahi Komedyayı nasıl yazarsınız?
Orhan Veli öldüğünde 36 yaşındaydı. Garipçi üç arkadaş Orhan Veli (24 şiir), Oktay Rifat ( 21şiir ) ve Melih Cevdet( 16 şiir) çıkardıkları “Yaprak dergisini 18 ay sürdürebildiler. Onların en ateşli destekçileri Bedri Rahmi –Sabahattin Eyuboğlu kardeşler, Abidin Dino, Necati Cumalı, Cahit Sıtkı, Dağlarca, Cahit
Külebi ve öykücü Sait Faik olmuştur. Bunlardan şair olanların hiçbiri şiir akımlarımız içinde bir yerde değiller nedense. Ama şiirlerini şimdi bile okuyoruz. Bu adların hiçbiri için ilham bekleyicisi diyen oldu mu? Çoğunun beklemeye vakti yoktu; hele Orhan Veli’nin hiç. Şiirini kurgularken, çeviriler yapıyor. La Fontaine’den 49 tane fabl çeviriyor. Nasreddin Hoca’yı şiirleştiriyor. Önde gelen Fransız şairlerinden şiirler çeviriyor. Müzikle uğraşıyor.( Babası müzisyendi) tiyatro yapıyor, sahneye çıkıyor. Ve içki içiyor. Hepsi 36 yıl… Nazım Hikmet’e karşılar ama onun hapisten çıkması için açlık grevi yapıyor o üç Garipçi… Bu davranış şairlik namusudur. Çünkü şiir şairin namusudur. Yukarda adı geçen bütün şairlerin en büyük özellikleri, kul şiirine rest çekmeleridir. Hiçbirinin şiirinde, Padişahım Efendime, ya da Şeyhim Efendime diye başlayan sunumlar görülmez. Çünkü onlar kimsenin kulu olmamışlardır.
Şimdi ilham / esin kavramı üzerinde biraz daha duralım. Sözlükte, ilham, esin için “İçe doğmayla akla gelen yaratıcı duygu, düşünce…” diyor. İçsel bir dürtü, söz konusu. Ancak “Akla gelen…” diyerek, sonucu akla taşıyor. Şiiri akılsal bir eylem içine sokuyor. Bu bakımdan “Şiir akılla yazılır!” diyenlere destek veriliyor. Bir an için bir yerlerden, birilerinden bir şeyler geliyorsa, bu bir yerler veya birileri, şiirin ilk sahibi, ilk şairi olduğu gibi, son şairidir de. Şiiri kaleme alan bir aracı oluyor bir bakıma. Şair olarak böyle biri olmaktan korkulur doğrusu. Sonra şu soruyu da sormak gerekir. Nerden geldiği belli olmayan o şey neyse, niye size geliyor? Sizin ayrıcalığınız nerden kaynaklanıyor? Bu bir kuruntu mu yoksa?
Eski Greklerde Zeus’un çocukları olan dokuz tane esin perisi var. Dokuz Musa… Sanırım bu şablonda dokuz tür şiir var demektir. Ve Zeus’un bu çocukları tümden yasak aşk ürünleridir. Bu durum da bizi epey komik düşüncelere itiyor. Ancak şu bir gerçektir ki beyinsel yapı olarak belli bir birikim içinde değilse şiir yazarı, birinden, bir yerlerden ne gelirse gelsin, o kimsenin şiiri yakalaması çok zordur; işi şansa kalmıştır. Ve insanın düşeş atma şansı, 36 atışta ancak birdir. Hele arka arkaya düşeş atma olasılığı 1296 da 1’dir. Bu da şiirin şansa bırakılamayacağını gösterir.

Haftanın Şiiri
Ağaçları Kesmeyin/Can YÜCEL
Düş bir yaş dalından düşerse
Nereye düşer hiç düşündünüz mü?
Yerde bir iz kalmayacak mı iz düşüm?
Düşen yaş dalından düşünce
Gözlerinizdedir pınarı
Bir yaş bir daldan düşünce
Kökündedir yaşı
Bir yaş düşer bir daldan
Hepimizin ölen arkadaşı
Ve çok eskilere dair bir düşünce

Haftanın Sanat Gündemi
Mehmet Yılmaz Karaibrahimoğlu’na veda
Değerli şair, üyemiz Mehmet Yılmaz Karaibrahimoğlu’nu korona salgını dolayısıyla yitirmenin üzüntüsü içindeyiz.
Zonguldaklı şair, madencilerin sesi olan şiirleriyle tanınmıştı.
Ailesine, sevenlerine, Zonguldak halkına baş sağlığı ve sabırlar diliyoruz.(TYS)

Gazeteci , Yazar Erbil Tuşalp hayatını kaybetti
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, gazeteci-yazar Erbil Tuşalp’ın hayatını kaybettiğini duyurdu. Soyer, “Dik duruşundan asla taviz vermeden mesleğini yapan, bağımsız gazeteciliğin üstadı Erbil Tuşalp’i İzmir’de yitirdiğimizi üzüntüyle öğrendim. Yakınlarına ve tüm sevenlerine sabır diliyor, acılarını paylaşıyorum” dedi. Bilindiği üzere Tuşalp, uzun yıllardır KOAH hastalığı ile mücadele ediyordu. (Sözcü)

Sennur Sezer ödüllerinde barış çağrısı
Şair-Yazar Sennur Sezer’in anısına düzenlenen ‘Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri’nin 5’incisi sahiplerini buldu.
DİSK/Gıda-İş Sendikası ve Manos Kitap tarafından Şair-Yazar Sennur Sezer’in anısına düzenlenen ‘Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri’nin 5’incisi sahiplerini buldu. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde düzenlenen törende, öykü dalında birincilik ödülü Hıdır Murat Doğan’a, şiir dalında birincilik ödülü ise Sultan Gülsün’e verildi. Etkinlikte barış vurgusu öne çıktı.
“SENNUR SEZER BARIŞI HER ZAMAN OMUZLARINDA TAŞIDI”
Avcılar Belediyesi Barış Manço Kültür Merkezinde düzenlenen törenin açılışında konuşan DİSK Yönetim Kurulu Üyesi ve DİSK/Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, Sennur Sezer’in, sesini barışın sesine katan bir şair olduğunu belirterek “Yaşadığı süre boyunca yazdıklarını savundu ve savunduklarını yazdı. Yazdıklarıyla yaşadıkları arasında bir güzel uyum gösteren bir şairi anıyor olmamız bizim için onur verici bir duygu” diye konuştu. Sezer’in direnişleri ve barışı her zaman omuzlarında taşıdığını dile getiren Aslan, “Birlikte çoğaltmanın, üretmenin ve paylaşmanın, bir arada ve barış içinde yaşamanın, eşitliğin ve kardeşliğin, örgütlü olmanın ve direnişin şairidir Sennur Sezer” dedi.

Yönetmen, Yazar Ferzan Özpetek’e İtalya’dan ödül
İtalya’da yaşayan yönetmen Ferzan Özpetek, İtalyan Yazarlar ve Yayıncılar Derneğinin “Özel Ödülü”ne değer görüldü.
77. Uluslararası Venedik Film Festivali kapsamında düzenlenen etkinlikte İtalyan Yazarlar ve Yayıncılar Derneğinin (SIAE) geleneksel ödül töreni gerçekleştirildi.
Lido Yarımadası’nda yapılan törende, İtalyan sinemasının yeni klasiği olarak tanımlanan Özpetek’in, 20 yıldır hayatı farklı açılardan fotoğrafladığı ve Türkiye’den getirdikleriyle içinde bulunduğu toplumu besleyen bir yazar ve yönetmen olması dolayısıyla SIAE Özel Ödülü’ne değer görüldüğü belirtildi.
Özpetek’in aldığı ödül, daha önce Marco Bellochhio ve Paolo Sorrentino gibi yönetmenlere de verilmişti. (Cuhuriyet)

Halikarnas Balıkçısı’nın el yazmaları müzeye bağışlandı
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın manevi oğlu, şair, yazar, eğitimci ve rehber Prof. Dr. Şadan Gökovalı, yıllardır özenle sakladığı orijinal el yazmalarını Bodrum Deniz Müzesi’ne bağışladı.
Muğla’nın Ula ilçesinde yaşayan, Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın manevi mirasını yaşatan, eserlerini ölümünden sonra yayımlayan ve tüm kitaplarına önsöz yazan Prof. Dr. Şadan Gökoavalı’yı Bodrum Deniz Müzesi Müdürü Selen Cambazoğlu evinde ziyaret etti.
Gökovalı yaklaşık yarım asırdır Halikarnas Balıkçısı ile ilgili belgeleri ve onun çalışmalarını topladığı, gerek el yazması gerekse daktilo ile yazdığı Gökova günlükleri, koyları ve Bodrum anılarını tuttuğu notların bulunduğu bir valiz dolusu evrağı Cambazoğlu’na teslim etti. (Cumhuriyet)

TÜYAP, İstanbul Kitap Fuarı’nı koronavirüs nedeniyle erteledi
TÜYAP, 39. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ile 25. İzmir Kitap Fuarı’nın koronavirüs salgını nedeniyle ileri bir tarihe ertelendiğini açıkladı.
TÜYAP tarafından yapılan açıklamada, son günlerde artan koronavirüs vakaları nedeniyle 39. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın ertelendiği belirtildi.
Erteleme duyurusunda şu ifadeler kullanıldı:
“Değerli ziyaretçiler ve yayıncılarımız fuarımız ileri bir tarihe ertelenmiştir. Bu yıl içinde sizlerle yeniden buluşmayı diliyoruz. Bizden haberler için hesapları ve web sitemizi takip edebilirsiniz. Herkese sağlıklı günler dileriz.”
İZMİR’DE İKİNCİ ERTELEME
Öte yandan 25. İzmir Kitap Fuarı da bir kez daha ertelendi. Fuarı ile ilgili ilk belirlenen tarih 11-18 Nisan 2020’ydi.
Ancak pandeminin başlaması nedeniyle fuarın 28 Kasım-6 Aralık tarihleri arasında düzenleneceği açıklanmıştı.
İki fuarın da koronavirüs salgını nedeniyle bu yıl gerçekleşmeyeceği tahmin ediliyor. (Gerçek Gündem)

Belleğimizdeki Kadınlar
Oya BAYDAR: Romancı, sosyolog, gazeteci.
3 Temmuz 1940 tarihinde İstanbul’da doğdu. Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’ni bitirdi. Bu okulun son sınıfındayken yazdığı bir gençlik romanı Hürriyet gazetesinde, “Türk Françoise Sagan’i” tanıtımlarıyla 1958 yılında yayınlandı. 1961’de lise son sınıftayken Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Bu roman yüzünden nerdeyse okuldan atılıyordu. Lise yıllarında yazdığı ilk romanlarından sonra bir süre yazmaya ara verdi, uzun zaman siyasetle uğraştı, olgunluk çağında yeniden edebiyata döndü. 1964’te Savaş Çağı Umut Çağı romanı basıldı. 1960’ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve Türkiye’de “İsçi Sınıfının Doğusu” konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay ilk üniversite işgali eylemi oldu.

Baydar, daha sonra Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde asistanlık yaptı. Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye’nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960’larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif olarak yer aldı. 12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.
Oya Baydar, 1972-74 yılları arasında Yeni Ortam, 1976-89 arasında Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu. Bu dergide yazdığı yazılarla sosyalist yazar, araştırmacı ve eylem kadını olarak tanındı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında Türkiye’den çıkmak zorunda kaldı ve on iki yıl boyunca Almanya / Frankfurt’ta sürgünde yasadı. Bu yıllarda Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği’nde, Moskova’da bulundu. Berlin Duvarı’nın ve sosyalist sistemin çöküşünü içinde yasayarak izledi. Daha sonra “Hepimiz o duvarın altında kaldık” diyecek ve öykü yazı Sait Faik’in “Yazmasam çıldıracaktım” deyişini sık sık yineleyecekti. 1992’de Türkiye’ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı’nın ortak yayınları olan “İstanbul Ansiklopedisi”nde redaktör, “Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi”nde genel yayın yönetmeni olarak çalıştı. Ardı ardına yayınladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı ve sevilen bir yazar oldu.
Baydar’ın edebiyata dönüşü, 1990’ların başında, bu çöküşün psikolojik ağırlığıyla baş edebilmek için yazmaya başladığı öykülerle oldu. Sürgün ve çöküş dönemi öykülerini topladığı Elveda Alyoşa kitabıyla 1991’de Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. 1993 yılında Kedi Mektupları romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldı. 1998’de Hiçbiryer’e Dönüş, 2000’de Sıcak Külleri Kaldı romanları yayımlandı. Bu son romanla Orhan Kemal Roman Armağanı’nı, 2004’te basılan Erguvan Kapısı ile de Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü aldı.2007 yılı sonunda çıkan Kayıp Söz romanı, 2008’de Almanya’da Ullstein yayınevi tarafından yayımlandı. Son romanı “Çöplüğün Generali” (2009) TUYAP kitap fuarında “Dünya” gazetesi ödülleri çerçevesinde Yılın Telif Kitabı olarak seçildi. Tarih Vakfı Yayınlar’nın editörlüğünü yapan Baydar, zaman zaman İstanbul’da ve Marmara Adası’nda yaşamını ve çalışmalarını sürdürdü.
“Sıcak Külleri Kaldı’da, konusunu Türkiye’nin son kırk yılının fırtınalı ortamına yerleştiren yazar, son romanı Erguvan Kapısı’nda, geçmişe göndermelerle yaşamımızın son on yılının muhasebesini yapıyor. ‘Nasıl, hangi dille anlatmalı?’ sorusunu en az konunun kendisi kadar önemseyen Baydar, altının çizilmesi, üzerinde durup düşünülmesi gereken cümleleri, gerçek olaylarla örülmüş güçlü bir kurgunun içine yerleştiriyor. Erguvan Kapısı çok katmanlı, çok kahramanlı, farklı okumalara elverişli bir roman.” (Neslihan Gürel)
ESERLERİ:
ROMAN: Allah Çocukları Unuttu (1960), Kedi Mektupları (1993), Hiçbir Yere Dönüş (1998), Sıcak Külleri Kaldı (2000), Erguvan Kapısı (2004), Çöplüğün Generali (2009), Kayıp Söz (2009).
DENEME: Savaş Çağı Umut Çağı (1963).
ÖYKÜ: Elveda Alyoşa (1991), Madrit’te Ölmek – Mırınalı Madride (2007).
ANLATI: Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011). (biyografya.com)

Exit mobile version