Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Anne Kafamda Bit Var/ Tarık Akan/Can Yayınları
Türkiye’nin en karanlık günlerini yaşadığı 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden tam 40 yıl geçti. “Kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek…” gerekçesi ile yapılan ve Cumhuriyet tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olan 12 Eylül’ün ardından Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başladı. TBMM lağvedildi, Anayasa değiştirildi, siyasi partiler kapatıldı, parti liderleri önce gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. Gözaltı, tutuklama, idam ve işkencelerle geçen bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürdü. “
Darbe edebiyatımızda da çok işlendi. Şiirlere, öykü ve romanlara konu oldu. Bu romanlardan bir tanesi sanatçı Rahmetli Tarık Akan.
Sinema sanatçısı Tarık Akan, 80 askeri darbesinin hemen ardından, 1981 başlarında Almanya’da yaptığı bir konuşma yüzünden yurda dönüşünde tutuklanır. Bu tutuklanmanın nedeni, sağcı bir gazetenin manşete çıkardığı yanlı ve yalan haberdir. Böylece, uzun bir yargılanma süreci başlar. Siyasi Şube, sorgulamalar, itilip kakılmalar, aşağılanmalar, soğuk hücreler, bitli-fareli koğuşlar, sağcılar, solcular, devrimciler, TKP’liler, idamlıklar… Ününün doruğundaki Tarık Akan’ın aylar boyu içinde bulunacağı ortam budur. Uzun zaman sonra aklanıp özgür kalan Tarık Akan, aradan yıllar geçse de o günlerin baskılarını, acılarını unutamaz; tek çıkış yolu, yaşadıklarını yazıya dökmektir. Anne Kafamda Bit Var, o karanlık dönemin bir tutanağı gibi. Son yirmi yıldır toplumsal içerikli filmlere yönelen ünlü sinema adamının az bilinen bir yönünü ortaya çıkaran anılarda ayrıca Şerif Gören’den Atıf Yılmaz’a, Orhan Apaydın’dan Barış Derneği Davası’na kadar pek çok tanınmış ada ve önemli olaya yer verilirken, Yılmaz Güney cezaevindeyken gizli saklı çekilen Yol filminin bütün serüveni de dile getiriliyor.”
Konuk Yazar
Saçları Bulut Bir Adam…/Melek Özlem Sezer
Ama neylersin ki anavatanım Abhazya’ya gitmeden önce memleketimi soranlara Antakyalıyım demiş, dahası Mehmet Karasu’yu otuz yaşında bir kızı evlat edinmeye çağıracak kadar bağ Antakya’yla kurmak istemişimdir. İşte sırrı galiba bu Antakya’nın: Bağ kurması. “Benimsin” der gibi her bir zerresiyle insanı sarıp sarmalaması. En çok candanlığı yüzünden Antakya’dan sevdiği her şeyi daha sık anıyor insan. Sevmekle yetinmiyor, sevdiğini hatırlıyor, sevgisi üzerine emek harcayarak düşünüyor ve bu bazen insanı hırpalıyor. Hiçbir yarenim aklımdan çıkmıyor, görsem de görmesem de. Mesela Fethiye’de gecenin renginin bana kirpiklerini anımsattığı Hayat Aşkar’ı, Tekebaşı’nın o en güzel şarkıcısını anıp gece boyu ağlamam gibi. Mesela onun sesinden Habbeytek’i, Asfur’u dinlerken dağları keşfettiğim o kekik kokulu günün yüzlerce küçük muhteşem anıyı aynı anda kendine çağırması gibi… İsmini ansam, kendimi durduramayacağım kadar çok anıyı yeniden yaşama arzusunu veren sayısız dostum, yarenim gibi…
Ne çok şey keşfettim Antakya’da, öyle ki hayatımın köşetaşları arasında yer aldı. Kültürün de insanın da canıma işlediği bu hayatı derinden sevdim ve çok mutlu buluşmalar yaşadım. Mesela çift olmanın en güzel hallerini ilk orada gördüm, ki bu bana kendi hayatım için de umut verdi. Mehmet-Hüsne Tutar, Süha-Mustafa Kıyak ve Mehmet-Nebihe Karasu. Bin bir Gece Masalları kadar renkli ama aşkı yarenlikle birlikte, alabildiğine onurlu yaşayan üç çok özel Arap çift. Ki ben Karasu beni Antakya’ya çağırmadan önce Türkiye’deki Araplar hakkında da hiçbir şey bilmezdim. Hele bunca seveceğimi, kanıma işleyeceklerini hiç tahmin etmezdim. Karasu bendeki Arap imgesini ilk değiştiren kişi oldu. Ne de olsa Yeşilçam’daki, Mabel sakızlarındaki Arap bacıyı ve entarili esmer, sakallı Arapları tanımıştık en çok. Oysa Mehmet Karasu bu imgelerden öyle farklıdır ki…
Ona bakarken, masmavi bir denizin üzerinde uçuşan apak bulutlara bakmış gibi hissedersiniz. Mavi, berrak gözleri; art niyetsiz, içini görebildiğin bir ruhu olduğunu söyleyerek korkusuzca sevdirir insana kendini. Ve beyaz saçları da bulutun ferahlığını verir, bir de onun rüzgârla arkadaş olup tıpkı bulutlar gibi diyardan diyara gitmeye meylini.
Mehmet Karasu bir Alevinin dünyayla yaren olma halini iyi sindirmiştir içine. Bundandır ki onu selamlayan her diyara ses veren bir türküdür. Alevi türkülerinden ona düşen “dost, dost” diyen ezgiler olmuştur. Bütün insanlıkla yarendir ama Karasu en çok Antakya’dır. Antakya’yı sanatçılarla, sanatçıları da Antakya’nın ruhuyla en çok birleştiren kişidir. Bir anlamda Antakya’nın kültür elçisidir. Bunu hem eşi Nebihe Karasu’yla yaptığı masal derleme çalışmalarıyla hak eder, hem de Antakya’yı davet edilen her yazarın koşa koşa gittiği ve daha dönmeden bir daha gelmek arzusuyla çırpındığı bir yer kıldığı için hak eder.
Karasu, Antakya’yı o kadar iyi yaşatır ki insanın kalemi sihir bulmuş gibi kıvraklık kazanır. Antakya ziyaret edilen bir yer olmaktan çıkar, insanın içine işler. Dahası misafirperverliğin başkenti olan bu candan memlekette bir de bakarsın ki Antakya’nın evladı olmuşsun. Ne kadar kalırsan kal, orada göle atılan taşın yarattığı halkalar gibi hızla genişleyen çevrene zamanı yetiremez hale gelmişsin. İşte pek çok yazar gibi beni de o gölün ortasına nazikçe atan Mehmet Karasu’dur. Bu da onun hem hoşluğu, hem zorluğudur. Zordur, çünkü bir gelen bir daha misafir olmak ister, onların dilinden düşmeyen Antakya ise herkesin bu çok özel memlekete gitmek için ısrarcı heveslere kapılmasına neden olur. Dahası o kadar candır ki bu memleket, herkes kendi canında hangi dostu varsa, yolculuğuna onu da katmak ister.
Harbiye’deki kebap zahter herkesin arzusu… İyi ama ne yapsın Mehmet Karasu, ne yapsın onunla bunca buluşmayı mümkün kılmanın en özel parçası olan Nebihe Karasu? Onlar ki “Hayır” demeyi sevmez, Halil İbrahim sofrası olsan da, bunca insana zahter yetişmez. Gerçi Antakya’da yolda beş dakika yürüsen on kişi yemeğe çağırır. İnsanları öyle candan, öyle sofrası açıktır. Ama zaman yetmez, niyetlerin hevesliğin coşkusuna zaman yetmez.
Mehmet Karasu, şehrin sanat kapısı gibidir. Ki o kapıdan hakkıyla geçen bir daha iflah olmaz. Antakya tutkunu olur. Çünkü nar gibi saçılır orada insana olan tutku. Ailesini tanırsın mesela, ailem dersin. Dostların olur, ne çok insanı sevdiğine şaşarsın. Onları ne kadar derinden sevdiğine daha da bir şaşarsın. Adlarını sayayım bari şurada dersin, her bir isim o kadar güzel anı çağrıştırır ki yazmaya başlasan kendini tutamazsın. İşte bir de budur Karasu. İnsanları yalnızca tanıştıran değil, onları birleştiren biridir. Benim için dosttur, babadır, kardeştir. Bana yaşattığı bunca güzellik, sayesinde tanıştığım her yaren için ona ve canımın şerbeti ailesine çok teşekkür ederim.
Haftanın Şiiri
Musa Dağı Yanıyor/Hikmet GÜZEL
Musa dağı bir sabah
Ateşlerle uyandı
Ateşi tutuşturan
Yüreksiz bir insandı
Onca ağaç, onca hayvan, onca can
Canhıraş feryatlar ile yandı
İnsanlık ne uslandı
Ne de utandı
Çam ağacı dalında
Baykuş yuvası vardı
İçindeki yavrular
Henüz bir kaç günlüktü
İsteseydi anne kuş
Kanatlanıp uçardı
Hepsinin üzerine
Kızıl bir ölüm çöktü
Kaplumbağa telaşla
Bir sığınak aradı
Korku dolu gözlerle
Etrafını taradı
Fakat alevler hızlı
Kendisi çok yavaştı
Önündeki tümseği
Binbir zorlukla aştı
Bir kayanın altına
Girmeye ramak varken
Kuşlar gözyaşı döktü
Yanışını izlerken
Daldan dala zıplayan
İki de sincap vardı
Ağaç alev alırken
Onları korku sardı
En yükseğe tırmanmak
Belki de son umuttu
Göğe varan alevler
İkisini de yuttu
Börtü böcek, yılanlar
Türlü türlü hayvanlar
Binlerce çam ağacı
Ve asırlık çınarlar
Ateşe esir düştü
Musa dağında canlar
Uçamadılar
Kaçamadılar
Kurtuluruz sandılar
Kapkara vicdanlarda
Cayır cayır yandılar
Musa dağı yüreğimdi
Musa dağı ciğerimdi
Yüreğim parçalandı
Ciğerim yandı
İnsanlık ne uslandı
Ne de utandı
Ben Musa dağıyım
Musanın asasıyım
Beni yakan bir insandı
Benden önce Madımak’ta
Onlarca ozan yandı
İnsanlık ne uslandı
Nede utandı.
Haftanın Sanat Gündemi
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Yılmaz Güney için anma mesajı
Kültür ve Turizm Bakanlığı, sinema oyuncusu, yönetmen, senarist ve yazar Yılmaz Güney’i ölüm yıl dönümünde Twitter hesabından yayımlanan bir mesaj ile andı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yılmaz Güney’i vefatının yıl dönümünde sosyal medya hesabından andığı bir mesaj yayınladı.
Bakanlık mesajında, “Yazdığı senaryolar, yönettiği ödüllü filmler, canlandırdığı karakterlerle sinemamızın ‘Çirkin Kral’ı Yılmaz Güney’i vefatının yıl dönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz” ifadelerine yer verildi.
Toplam 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 15 filmde yapımcı, 64 filmde de senaristlik yapan Yılmaz Güney, 9 Eylül 1984 yılında 47 yaşında yaşamını yitirdi. Güney, 1982 yılında ‘Yol’ filmi ile Cannes Film Festivali’nde ‘En İyi Film Ödülü’ dahil olmak üzere ödüllere layık görüldü. Galasını Cannes Film Festivali’nde yapan ve pek çok ülkede vizyona giren film yasaklı olmasından dolayı Türkiye’de ancak 1999’da sinemalarda gösterilebildi.
Yazdığı senaryolar, yönettiği ödüllü filmler, canlandırdığı karakterlerle sinemamızın “Çirkin Kral”ı YılmazGüney’i vefatının yıl dönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz.” (CUMHURİYET)
‘Çirkin Kral’ Yılmaz Güney memleketi Adana’da anıldı
Yeşilçam’ın Çirkin Kralı Yılmaz Güney ölümünün 36. Yıldönümünde Adana Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği etkinlikle anıldı.Adana Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı tarafından 75. Yıl Sanat Galerisi’nde organize edilen etkinlikte Yılmaz Güney’in anlatıldığı belgesel niteliğindeki ‘Karanlıktaki Işık Yılmaz Güney’ kitabı üzerine, yazarı Tahir Yüksel ile telekonferans yöntemiyle önceden yapılan bir röportajın gösterimi yapıldı. Anma etkinliğine de katılan Yazar Tahir Yüksel, Yılmaz Güney ile olan anılarından bahsetti, kitabın yayınlanma aşamasını anlattı.Koronavirüs nedeniyle sosyal mesafe kuralları çerçevesinde düzenlenen anma etkinliğinde Yılmaz Güney’in fotoğrafları ve film afişleri de sergilendi.Eserleriyle yurt içi ve yurt dışında çok sayıda ödül alan Yılmaz Güney, 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 15 filmde yapımcı, 64 filmde ise senarist olarak yer aldı.
2021 Seyhan Livaneli Öykü Yarışması Yönetmeliği
Konu: Utanmak
Katılım Koşulları
-Ödül, öykü türünde kitabı yayımlanmamış 18 yaş üzeri yazar ve yazar adaylarına açıktır. (Diğer türlerde kitabı yayımlanmış olmak, başvurmaya engel değildir.)
-Ödüle, iki öyküyle başvurulur. Öyküler elektronik ortamda veya kağıt baskı olarak yayımlanmamış, başka bir yarışmadan ödül almamış olmalıdır. Ve yarışmanın sonucu açıklanana kadar yayımlanmamalıdır.
-Her biri en fazla 1500 sözcük uzunluğunda iki öykü tek Word dosyası içinde gönderilmelidir.
-Başvuru, adayın kendisi tarafından, seyhanlivanelioykuyarismasi@edebiyatist.com e-posta adresine, 25 Ekim 2020 günü, saat 24:00’a kadar gönderilmelidir.
-Başvuru için gönderilen e-posta, iki Word dosyasından oluşmalıdır.
Birinci dosyada yazarın/adayın adı, iki öyküsünün adları, belirlediği rumuz, adresi, cep telefonu, e-posta adresi ve kısa özgeçmiş bilgisi bulunmalıdır.
İki öykünün yer alacağı diğer dosyaya yazarın adı yazılmayacaktır.
Dosyaların her ikisi de, belirlenmiş olan rumuz adıyla kaydedilmiş olmalıdır; “rumuz-1” ve “rumuz-2” biçiminde.
Düzenleme kurulu, jüri üyelerine, ön elemeden geçen adayların dosyalarını isimsiz iletecektir.
-Ödüle gönderilen öykülerin hukukî sorumluluğu yazarına aittir. İntihal veya üçüncü kişilerin telif hakkı gibi durumlarda, sorumluluk yazara aittir.
-Seçici Kurul: Zülfü Livaneli (Jüri Başkanı), Hakan Akdoğan, Jale Sancak, Gaye Boralıoğlu, Menekşe Toprak, Barış İnce, Zafer Köse
Türkiye Yayıncılar Birliği: Kitaplara ‘denetim’ yarar değil zarar getirir
Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB) ‘Çocuk kitaplarına uzman denetimi getirilsin’ tartışmalarına tepki gösterdi. TYB tarafından yapılan yazılı açıklamada “Nitelikli kitapların üretilmesi öncelikle yayıncıların; çocuklara sunulması ise öğretmenlerin ve ailelerin doğal sorumluluğudur. Yayıncılığımız sansür ve denetimle değil; editoryal faaliyetlerin desteklenmesi, yazar ve çizerlerinin özgürce fikirlerini ifade edebilmesiyle güçlenecektir. Olumsuz ve münferit içerikler bahane edilerek kitaplara yönelik ‘denetim’ talebi yayımlama özgürlüğü ilkesine aykırıdır. Bunlar, her fırsatta itirazımızı seslendirdiğimiz yasakçı zihniyetin yansımalarıdır” denildi.
“Sabahı Beklerken”: 12 Eylül’de yargılananlar ve yaşayanlar anlatıyor
12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbenin 40’ıncı yıl dönümünde, darbe sonrası cunta tarafından yargılanan veya o dönemi yaşayan isimler, “12 Eylül’de yargılananlar ve yaşayanlar anlatıyor” başlıklı etkinlikte tanıklıklarını aktaracak.
Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS), 78’liler girişimi, Karşı Sanat Çalışmaları ve Şişli Belediyesinin ortak katkılarıyla düzenlenecek etkinlik öncesi saat 13.00’te Taksim Kazancı Yokuşu’nda basın açıklaması gerçekleştirilecek.
İstanbul Şişli’de bulunan Nazım Hikmet Kültür Merkezinde gerçekleştirilecek etkinlik ise saat 14.30’da sergi açılışı ile başlayacak. Ardından 15.30’da “12 Eylül’de Yargılananlar ve Yaşayanlar Anlatıyor” başlıklı panelin başlayacağı organizasyon diğer etkinliklerle sürecek.
Etkinliğe konuşmacı olarak TYS Başkanı Yazar ve Şair Adnan Özyalçıner, DİSK/Tekstil İşçileri Sendikası Onursal Başkanı Rıdvan Budak, Yazar ve Şair Ataol Behramoğlu yer alacak. Ayrıca Tiyatro Sanatçısı Orhan Alkaya, Şair ve Yazar C. Hakkı Zariç, Şair ve Yazar Halil İbrahim Özcan, Şair ve Yazar Altay Öktem, Şair ve Yazar Hasan Erkul ile Şair ve Yazar Suna Aras da katkı sunacak. (İstanbul/EVRENSEL)
OKUMA ÖNERİLERİ
1.Gizli Emir/ Melih Cevdet Anday/Everest Yayınları
2.47’liler/Füruzan/Yapı Kredi Yayınları
3.Güven I-II/ Vedat Türkali / Everest Yayınları
4.Şafak/ Sevgi Soysal / Bilgi Kitabevi
5.Tartışma/ Samim Kocagöz/Literatür Yayıncılık