Antakya’da Kültür Sanat

Hazırlayan:Mehmet Karasu Haftanın Kitabı İnce Memed Serisi 1-2-3-4 Sendikamızın Kurucu Başkanı Yaşar Kemal’i geçtiğimiz hafta ölümünün 6. yılında andık. İnce Memed’en başlamak üzere büyük ustanın tüm yapıtlarını okumamak bir eksiklik bence. “1987’de tamamlanan dört ciltlik seridir. Bugün kırktan fazla dile çevrilen, yazarıyla bütünleşen, film ve müziklere konu olan İnce Memed yazarın başyapıtıdır. En genel haliyle; […]

Hazırlayan:Mehmet Karasu

Haftanın Kitabı
İnce Memed Serisi 1-2-3-4
Sendikamızın Kurucu Başkanı Yaşar Kemal’i geçtiğimiz hafta ölümünün 6. yılında andık.
İnce Memed’en başlamak üzere büyük ustanın tüm yapıtlarını okumamak bir eksiklik bence.
“1987’de tamamlanan dört ciltlik seridir. Bugün kırktan fazla dile çevrilen, yazarıyla bütünleşen, film ve müziklere konu olan İnce Memed yazarın başyapıtıdır. En genel haliyle; Çukurova köylüsünün toprak ağalarına karşı verdiği mücadeleyi anlatır. Romana adını veren Memed ise bu mücadelenin sembol ismi, kilit noktasıdır. Serinin bu ilk kısmında Memed, ağanın baskıları nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kalır, ağanın yeğeniyle evlendirilmesi planlanan Hatçe’yi kaçırır. Zulmedenler için bir eşkıyaya, köylüler içinse kurtarıcıyı dönüşür. 1969’da yayımlanan İnce Memed II’de ağa ölür, boş buldukları toprakları ele geçirmeye çalışanlarsa Memed’in direnciyle karşılaşır. Serinin ilk kısmındaki ağa ölür ölmesine ama onun yerine başkası gelir. Yeni gelenin yerine de ileride bir başkası gelecektir. Üçüncü kitap 1984’te yayımlanır ve yine sömürücü bir ağa ve ona karşı duran Memed vardır. Artık serinin bu kısmında Memed “Bir İnce Memed gitse de, yerine bin Memed gelir” felsefesini düstur edinir. Nihayet 1987’de yayımlanan dördüncü ve son ciltte ise Memed bir Akdeniz kasabasına yerleşip evlenir. Ancak burada da aynı ezen – ezilen ilişkisini görür. Millî mücadele kahramanlarından biriyle tanışır, onu öldürenlerin peşine düşer, tekrar ‘’eşkıyalığa’’ başlar. Fethi Naci İnce Memed’in kıymetini anlatmak için şu sözleri söyler: “Türk halkının 1950 yılında, çeyrek yüzyıllık bir siyasal iktidarı niçin değiştirdiğini anlamak için bence İnce Memed 4’ü, bu, resmi tarihin dışında yazılmış romanı okumak yeter.” (listelist.com)

Konuk Yazar
Ne kavgalarımız bitti ne sevdalarımız…/ VECDİ SAYAR
‘Ne kavgam bitti ne sevdam’ sözcükleri Sezen Aksu’nun eşsiz yorumuyla radyolarda yankılandığında nasıl da etkilenmiştik. Bizim kuşağın öyküsünü anlatıyordu adeta.
Ne kavgalarımız bitti ne sevdalarımız…
Hafta içinde, sevgili Aysel Gürel’i andık ölüm yıldönümünde. Tekin yayınevi bu vesileyle onun gün yüzüne çıkmamış şiirlerini yayınladı “Sevda” adlı kitapta. Aysel Gürel’in tüm yaşamını özetleyecek bir sözcüktü gerçekten, sevda. Yaşamın ‘absürd’lüğü ile baş edebilmek için bilinçli bir ‘çılgınlık’la meydan okurdu dünyaya, Aysel. “Ne kavgam bitti ne sevdam” sözcükleri Sezen Aksu’nun eşsiz yorumuyla radyolarda yankılandığında nasıl da etkilenmiştik. Bizim kuşağın öyküsünü anlatıyordu adeta… Bu yüzden, onun sözcüklerini çoğaltma hakkını buldum kendimde. Kızmayacağını biliyorum…
Şairleri kızdırmaya gelmez. Ama, insanın korktuğu başına gelir ya, benim de geldi. Geçen haftalarda, iki şiirden birer dizeyi baş tacı etmiştim. İlkinde, Adnan Yücel’in bir belgesele de ilham kaynağı olan “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” dizesini Adnan Özer’e mal edivermişim! İkincisinde, gene bir bellek kazasına uğramayayım diye, internete başvurdum. Gülay’ın, Ragıp Savaş’ın, Can Bonomo’nun seslendirdiği “Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç” sözlerinin Ahmet Hamdi Tanpınar’a ait olduğunu yazıyordu, farklı kaynaklar. Oysa, Tanpınar’ın kitabında yokmuş bu şiir! Şiiri seslendiren bir başka sanatçı, İbrahim Sadri de bu dizelerin kendine ait olduğunu tescilletmiş… Neyse ki, “Sevda kuşun kanadında” dizesinin Cem Karaca’ya ait olmayıp, kendisine ait olduğunu iddia eden çıkmadı şu ana dek… Bendeki cesarete bakın, gene bir şarkı sözünden yola çıkıyorum bu hafta da!
Kavgaya adanan yaşamlar
Önümüzdeki hafta, idealleri için savaşım vermekten geri durmayan sanat insanlarının ölüm yıldönümleri ard arda geliyor… 25 Şubat, geçen yıl yitirdiğimiz Muzaffer İlhan Erdost’un ölüm yıldönümü. 26 Şubat ise, Köy Enstitüleri’ni var eden Atatürk’ün Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile sevdanın ve kavganın şairi, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in… Sinemamızın aydınlık yüzlü insanları, Yusuf Kurçenli ve Aytaç Arman’ı da aynı hafta içinde yitirmişiz. Birkaç yazı oluyor, sevdadan ve kavgadan söz etmem boşuna değil. Bizim kuşağın yazgısını belirleyen iki kavram bunlar…
Yeni kuşakların da, ustaların izinden gittiğini, onların mirasına sahip çıktığını görebiliyoruz, ‘Gezi’den bu yana… Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilerin ve öğretim üyelerinin okullarının akademik kimliğine yakışmayan bir atamaya karşı sürdürdükleri direniş, sanatçılar arasında da büyük bir destek buldu. Önce ülkemizden, sonra dünyanın dört bir yanından bilim insanlarının başlattığı destek kampanyası, farklı sanat disiplinlerinden binlere ulaşan sanatçı imzalarıyla güçlenerek sürüyor. Yazarlar, sinemacılar ve müzisyenler ayrı metinlerle destek çıktılar Boğaziçi direnişine. Tiyatrocuların tek tek açıklamalarını gördüm ama ortak bir metin görmedim şu ana dek (belki benim gözümden kaçmıştır, belki de yalnızca geç kalınmıştır).
Suskun kalmak, yalnızca ‘pandemi’nin yol açtığı kayıplardan söz açmak yakışmıyor tiyatro dünyasına. İki büyük usta, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen için 1’er yıl, 2’şer aydan, 4’er yıl, 8’er aya kadar hapis cezası istedi Cumhuriyet Savcısı geçenlerde. Suçları, Cumhurbaşkanına hakaret! İki ustayı mahkeme koridorlarında yalnız bırakanlara, “Korka korka yaşamak ne” demez miydi Hasan Hüseyin?
Destek bildirilerinden söz açmışken bir başka destek kampanyasına değinmeden geçemem. Gazetemiz, siyasal iktidarın türlü engellemelerine karşın özgür ve özgün bakışını korumakta kararlı. Cuma günü, tam sayfa “Reis Mükemmel Bir İnsan” manşetinin altında şunlar yazıyordu: “Bir gün yalnızca böyle haberler duymamak için bugün Birgün’e abone ol”. Tüm okurlarımızın bu kampanyaya destek vereceğine inanıyorum.
İki Dil Bir Bavul
Empati, ilkokuldan başlayarak eğitimin tüm kademelerinde müfredatta yer alması gereken bir kavram. Bireyin karşısındaki ile sağlıklı bir iletişim kurabilmesinin tek yolu… Başkasına yapılanın kendinize yapıldığını düşünün… Onun başına gelen, sizin başınıza gelse nasıl davranırdınız? Özellikle kendilerini ‘Ulusalcı’ olarak tanımlayan gençlerin izlemelerini dilediğim birkaç filmden söz etmek istiyorum. Bugünün, Uluslararası Anadil Günü olması nedeniyle…
Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın 2008 tarihli “İki Dil Bir Bavul”u, Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde bir köy okuluna atanan bir öğretmeninin Kürtçeden başka dil bilmeyen öğrencileri ile iletişim kurma serüvenini anlatan bir filmdi. Aynı temayı, Erden Kıral, Ferit Edgü’nün “O” romanından yola çıkarak yaptığı “Hakkari’de Bir Mevsim” filminde -sembolik bir anlatımla- ele almıştı. Yıllardan 1983’dü ve filmlerde Kürtçe konuşulması mümkün değildi. Konusu Doğu illerimizde geçen Yeşilçam filmlerinde, köylüler kırk bir Türkçe ile konuşur, izleyici de (istisnalardan söz etmiyorum) o bölgede herkesin Türkçe bildiğine inanırdı. Kıral, öğretmenle köylüler arasındaki iletişimi Türkçe bilen bir çocuk aracılığı kuruyor, çocuk öğretmenin söylediklerini köylülerden birinin kulağına fısıldayarak aktarıyordu (Gene de, ülkemizde gösterilebilmesi yıllar aldı). 2000’li yıllarda, Kürtçe konuşan epey film yapıldı. Handan İpekçi’nin “Büyük Adam Küçük Aşk”, Erol Mintaş’ın “Annemin Şarkısı”, Hüseyin Karabey’in “Sesime Gel”, Kazım Öz’ün “Zer”i ilk akla gelenler…
Hep on dokuz yaşındayız
Hakkari’den söz açmışken, bir de kitap önermek istiyorum okurlarıma. 68’liler, 78’liler kendilerini bulacaklar bu kitapta. Daha gençler ise, bizim kuşakların yaşadıklarına tanıklık edecekler. İçtenlikle yazılmış, roman tadında bir anı kitabı, “68 Yılında On dokuz Yaşındaysan Hep On Dokuz Yaşındasın”. Öykü sanatımızın ustalarından, Işıl Özgentürk, Gaziantep’teki çocukluk yıllarından kavganın eksik olmadığı Üniversite yıllarına, yaşamının önemli anlarını bizimle paylaşıyor. İlkokulda öğrencilere odun taşıtmak isteyen beden öğretmenine isyan eden Işıl, sonraki yıllarda da doğruculuğundan ve kavgacılığından bir şey yitirmiyor. Sevdaları hep tutkulu… Tıpkı benim gibi, “üç darbeden emekli olmuş” biri Işıl. Örselenmiş kişisel ve toplumsal yaşamlarımızı, baskılara karşı verilen mücadeleleri (Amerikalı askerlerin denize dökülüşü, Kanlı Pazar, üniversite işgalleri, grevler, 15-16Haziran Büyük İşçi Direnişi) birer film sahnesi gibi anlatıyor.
Kavgalarının bir kısmında sanatçı olarak karşımıza çıkıyor; Sevgi Soysal’dan uyarladığı “Tante Rosa”da yönetmen, Ali Özgentürk’ün pek çok filminde senarist ve onunla beraber baş koyduğu ‘Devrim için Hareket Tiyatrosu’ serüveninde yazar ve oyuncu… Senaryo ve kısa film atölyelerinde birikimini genç kuşaklarla paylaşan Işıl ile yollarımız pek çok noktada kesişti. 1 Mayıs 77’de Taksim alanından, 2000 yılında ‘İstanbul- Hakkari Sanat Köprüsü’ne nice eylem… Ne kavgalarımız bitti, ne sevdalarımız… Hakkari maceramızı ne güzel anlatmışsın sevgili Işıl… Söz, yazacağım… (Kaynak: Birgün Gazetesi)

Haftanın Şiiri
Acıyı Bal Eyledik/ Hasan Hüseyin Korkmazgil
«pir sultan ölür dirilir»
bak şu bebelerin güzelliğine
kaşı destan
gözü destan
elleri kan içinde

kör olasın demiyorum
kör olma da
gör beni

damda birlikte yatmışız
öküzü hoşça tutmuşuz
koyun değil şu dağlarda
san kendimizi gütmüşüz
hor baktık mı karıncaya
kırdık mı kanadını serçenin
vurduk mu karacanın yavrulusunu
ya nasıl kıyarız insana

sen olmasan öldürmek ne
çürümek ne zindanlarda
özlem ne ayrılık ne
yokluk ne yoksulluk ne
ilenmek ne dilenmek ne
işsiz güçsüz dolanmak ne
gün gün ile barışmalı
kardeş kardeş duruşmalı
koklaşmalı söyleşmeli
korka korka yaşamak ne

kahrolasın demiyorum
kahrolma da
gör beni

kanadık toprak olduk
çekildik bayrak olduk
döküldük yaprak olduk
geldik bugüne

ekmeği bol eyledik
acıyı bal eyledik
sıratı yol eyledik
geldik bugüne

ekilir ekin geliriz
ezilir un geliriz
bir gider bin geliriz
beni vurmak kurtuluş mu

kör olsanı demiyorum
kör olma da
gör beni

Haftanın Sanat Gündemi
PEN Duygu Asena ödülü Prof. Dr. Ayşe Buğra’ya verildi
Türkçe edebiyatının önemli kalemlerinden Duygu Asena anısına verilen PEN Duygu Asena Ödülü, bu yıl Prof. Dr. Ayşe Buğra’ya verildi.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eylemlere ilişkin olarak isim vermeden, “Osman Kavala denilen, adeta Soros’un temsilcisi olan kişinin karısı da provokatörlerin içerisinde yer alan bir kadındır” diye hedef aldığı Prof. Dr. Ayşe Buğra, PEN Duygu Asena Ödülü’ne layık görüldü.
Yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: “PEN Yazarlar Derneği her yıl iki ödül verir. Bunlardan ilki kadın hareketinin öncülerinden ve en duyarlı kalemlerinden, genç yaşta yitirdiğimiz Sevgili Duygu Asena adına düzenlenen PEN Ödülü, diğeri ise o yılın şiir bildirisini hazırlayacak olan, edebiyatımızı varlığıyla, eserleriyle zenginleştirmiş bir şaire verilen PEN Şiir Ödülü’dür.
2021 PEN Duygu Asena Ödülü’nü, varlığıyla, çalışmalarıyla, kitaplarıyla, duruşuyla, eğitimci ve bilim insanı kimliğiyle örnek oluşturan Prof. Dr. Ayşe Buğra’ya sevgi ve saygıyla sunuyoruz. Ayşe Buğra Dünya Bilimler Akademisi’nin 2015 Sosyal Bilimler Ödülü’nü kazanmış dünya çapında bir bilginimizdir.
Üniversite kavramının içinin her geçen gün daha da boşaltıldığı, ülkemiz eğitim sisteminde çağdaş ve evrensel değerlerden uzaklaşıldığı, her alanda olduğu gibi akademik bağımsızlığın da baskı ve tehdit altında olduğu, Cumhuriyet ilkelerinden ödün verildiği, karşı devrim adımlarının uygulanmaya çalışıldığı bir dönemden geçmekteyiz.
Bu dönemde, dünya bilim camiasında en saygın yeri olan, eserleri dünyanın birçok üniversitesinde kaynak olarak kullanılan Ayşe Buğra yaşadığı tüm güçlüklere, engellere karşın kendini öğrencilerine adamayı, eğitim vermeyi sürdürmüştür. Adliye koridorlarında uzun sürmüş eziyet sürecinin tanıklığını ve adalet arayışını sürdürürken, haksızlıklara baş eğmemenin de örneğini vermiştir. Yine bu dönemde siyasi otoritenin hakaret, iftira ve tehditlerine uğramış, hedef gösterilmiş, aşağılanmaya çalışılmıştır. Kişilik haklarına saldırılmış, hem bir Cumhuriyet Aydını hem de kadın olarak kendisine bedel ödetilmek istenmiştir. Ayşe Buğra bu saldırılar, bu hoyratlık karşısında her zamanki sağduyulu, alçak gönüllü duruşunu bozmamış, tepkisini “memleketim için üzüldüm” diye göstererek insanlık, vicdan ve terbiye dersi vermiştir.
Biz PEN Yazarlar Derneği olarak Ayşe Buğra’nın üzüntüsüne katılıyor, ancak kadın olmanın, bilim insanı olmanın onurunu, tüm kadınlar için, kadın özgürlüğü için taşıyan ve bunun ülkeyi de, düşünceyi de özgürleştireceğini bilen onun gibi bir Cumhuriyet Kadınımız olduğu için sonsuz bir sevinç duyuyoruz. 2021 PEN Duygu Asena Ödülü’nü kabul ettiği için kendisine teşekkür ediyoruz. (PEN)

Evrende Yüreğiyle Yer Kaplayan Kurucu Başkanımız
Yaşar Kemal’i Ölümünün 6. yılında Anıyoruz
Bu büyülü dünyayı, bu büyülü dünyada olup biteni anlatırken aydınlığın, sevincin türküsünü sürdüren Yaşar Kemal’i 28 Şubat 2015 tarihinde yitirdik.
Çocukluğundan beri hep insanın gizemine varmaya çalışan Yaşar Kemal, gizem ve düş gücünün bitmesini, insanlığın insani yönünün, en önemli bir yerinin çökmesi, hastalıkların başlaması olarak gördüğünü; nerede, hangi koşulda, hangi çağda olursa olsun insan gizeminin, düşlerinin, yarattığı dünyaların, içinde yaşadığı gerçek dediğimiz dünyanın içinde hep yaratmasını sürdürdükçe, düş dünyasıyla gerçek dünya dediğimizin sınırların daha çok birbirine karışacağını söyler.
1971’de cezaevine giren Yaşar Kemal, 4 Şubat 1974’te 70 yazar ve şair arkadaşıyla birlikte Türkiye Yazarlar Sendikası’nı kurar ve Türkiye Yazarlar Sendikası’nın ilk genel başkanı olur.
Karanlığın iyice bastırdığı günlerde onun insana bağladığı umudu yeniden hatırlıyoruz ve onu sevgiyle özlemle anıyoruz. İnsanın mayasında bu aydınlık, bu bitmez tükenmez yaratma, bu, kendisine bir düş dünyası yaratıp, en çıkmaza girdiği yerlerde bu dünyaya, yarattığı dünyaya sığınması en güzel, en olanaksızlıklarda bile umut etmesi, umutsuzluklardan bile umut yaratması, yaşama ve dünyaya her güneşin doğuşunda mutluluk sevinciyle uyanması varken, insanlığımızdan korkmamalıyız. TYS)

Şair, yazar ve gazeteci Hasan Hüseyin Korkmazgil’ın vefatının ardından 37 yıl geçti.
Toplumcu-gerçekçi şiirin önemli temsilcilerinden olan Korkmazgil, demir yolu işçisi Şükrü Bey ile Gülşan Hanım’ın oğlu olarak Sivas’ın Gürün ilçesinde 4 Mart 1927’de doğdu.
İlkokulu memleketinde bitirdikten sonra yatılı olarak önce Niğde Ortaokulu’na, daha sonra Adana Erkek Lisesi’ne giden şair, lisenin ardından Çapa Eğitim Enstitüsü’ne kabul edildi.
Eserlerinde şiirin somut olduğunu ifade eden ve bu anlayışla şiirler kaleme aldığını vurgulayan Korkmazgil, şiir anlayışını şu sözlerle anlatmıştı:
“Yıllardır yazar, çizer, söylerim; bilineni bilinmeze, görüneni görünmeze, duyulanı duyulmaza, kısacası, somutu soyuta itme değildir şiirin işi. Tam tersi, bilinmezi bilinir, görünmezi görünür, duyulmazı duyulur, duyumsanmazı duyumsanır, algılanmazı algılanabilir yapmaktadır.”

Mutlaka Okumamız Gereken 10 Klasik
1- Madam Bovary / G. Flaubert
2- Çanlar Kimin İçin Çalıyor / E. Hemingway:
3- Dorian Gray’in Portresi / O. Wilde .
4 – Demir Ökçe / Jack London:
5- Silahlara Veda / E. Hemingway
6- Nostromo / Joseph Conrad
7- Milena’ya Mektuplar / F. Kafka
8- İki Şehrin Hikâyesi / C. Dickens
9- Martin Eden / J. London
10. Vadideki Zambak/ Honore de Balzac

Exit mobile version