Antakya’da kültür sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Haftanın kitabı Diriliş-Çanakkale 1915/Turgut Özakman “Kurtuluş Savaşı’nın taç kapısı, girişi olan Çanakkale Savaşının destanı…Tarihin en eski milletlerinden birinin dirilişi… Ateşten geçerek, kan içinde, bir daha uyumamak, benliğini unutmamak, kandırılmamak, sömürülmemek, ezilmemek, ölmemek üzere çığlık çığlığa dirilişi…Çanakkale Savaşı hiç böyle yazılmadı. Turgut Özakman’ın, 353 baskı yaparak milyonlarca okura ulaşan Şu Çılgın Türkler kitabının […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Haftanın kitabı
Diriliş-Çanakkale 1915/Turgut Özakman
“Kurtuluş Savaşı’nın taç kapısı, girişi olan Çanakkale Savaşının destanı…Tarihin en eski milletlerinden birinin dirilişi… Ateşten geçerek, kan içinde, bir daha uyumamak, benliğini unutmamak, kandırılmamak, sömürülmemek, ezilmemek, ölmemek üzere çığlık çığlığa dirilişi…Çanakkale Savaşı hiç böyle yazılmadı.
Turgut Özakman’ın, 353 baskı yaparak milyonlarca okura ulaşan Şu Çılgın Türkler kitabının da içinde bulunduğu üçlemenin ilk kitabı.
Yazarın, Çanakkale ile ilgili dünyadaki bütün kitapları, internet sitelerini tarayarak yıllarca üzerinde çalıştıktan sonra, ucuz kahramanlık hikâyelerine, hamaset edebiyatına, şovence anlatıma yer vermeden kaleme aldığı, olağanüstü zaferin hikâyesi.”

Konuk Yazar
Ankara’da iki şair: İki ruh, iki büyük eser!
Bu yıl İstiklâl Marşı’nın yazılışının 100. yılı. Bugün dönüp geriye baktığımızda o gün Ankara’ya giden iki şairin Milli Mücadeleye derin iz bıraktığını görüyoruz. Mücadelesinin de iki güçlü sesi oldu. O günlerin ruhunu şiirlerine yansıttı. Bunlardan birisi 47 yaşındaki Mehmet Akif, diğeri de 19 yaşındaki Nazım Hikmet’ti! İkisi de art arda Ankara’ya gelerek o büyük mücadeleye dâhil oldular. Bolşevik ihtilâlinden etkilenen Nazım Hikmet Moskova’ya giderek ileride yazacağı Kuvayı Milliye destanının tekniğini öğrendi. Türk şiirinde büyük yenilik yaptı. Mehmet Akif ise olgunluğuyla Ankara’da halkın temsilcisi oldu. Bununla da kalmadı Kastamonu’ya giderek halkı aydınlattı, Konya’da gerici isyanların bastırılmasına çalıştı. Bunun da ötesinde o büyük mücadelenin milli marşını yazdı. Ruhlara tercüman oldu.
Umutsuz günlerde yazdığı şiirleriyle halkı ayağa kaldırarak mücadeleye davet eden Akif, Yunanlıların Ankara kapılarına dayandığı günlerde yazdığı destansı marşının ilk dizesinde bize ‘Korkma’mayı öğütlemiştir! Devrimci şairimiz Nazım’ın dediği gibi, o “İnanmış adam, büyük şair”dir… Dürüst kişiliği, milletine olan bağlılığı ve hiç sarsılmayan istiklâle olan aşkı, bugünlere en büyük mirastır. Ne ilginçtir, Mehmet Akif için ‘İnanmış adam’ diyen büyük şairimiz Nazım Hikmet ile Akif’in, o kadar ortak yanları var ki; bugüne kadar üzerinde pek durulmamıştır. Aralarında 28 yaş fark olmasına rağmen, sanki aynı dönemin çocukları gibidirler… Bu dönemin olayları onları şekillendirdi ve millete mal etti. Büyük eserler verdiler.
YOLLARI ANKARA’DA KESİŞTİ
Gençlik yıllarında İttihatçı olan Akif, büyük savaş içinde bir Almanya, bir Arap çöllerine gidip emperyalizme karşı direnci örgütlemeye çalıştı. Anadolu’nun işgali sırasında Balıkesir’e gitti. Zağnos Paşa Camii’nde yaptığı konuşma büyük yankı yarattı. Mandacılığın konuşulduğu günlerde o bağımsızlıktan bahsediyordu. Baskılara boyun eğmedi… Dergisinin İstanbul bürosu Milli Mücadelenin karargâhı gibiydi. Vakti zamanı gelince Sebülürreşad’ın klişesini cebine koyup Ankara’nın yolunu tuttu. Meclis kapısında Mustafa Kemal Paşa tarafından karşılandı. Paşa onu, “İman cephemizi kuvvetlendirdiniz” diye karşıladı. Burdur vekili oldu. Durmadı. Anadolu’yu gezip halkı uyandırdı. Sevr üzerine yaptığı konuşma on binlerce nüsha bastırılıp dağıtıldı. Büyük yankı yaptı.
İş Milli Mücadele’nin marşını yazmaya geldi. Onu ancak o yazarbilirdi. Öyle de oldu… Kısa sürede o günün ruhunu dizelerine yansıttı. İlk sözü “Korkma!”ydı…
Cesur olma zamanıydı. O bunu aşıladı… Ödül olarak konulan 500 lirayı almadı. Oysa Ankara’nın soğuğunda sırtında paltosu bile yoktu. “Bari kendine bir palto alırsın” dediler. O Kabul etmedi. Yazdığı marş 12 Mart 1921 günü Meclis’te ayakta alkışlarla kabul edildi. O mahcup bir çocuk gibi bir köşeden izledi… Bir daha öyle marş yazılmadı. Zaten “Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın” diyordu. “Marş milletin malıdır” diyerek de Safahat’ına almadı. Artık İstiklâlin şairi olmuştu… İmanını ve zafere olan inancını asla kaybetmedi. Büyük Taarruz sırasında yollara düştü. İzmir’e kadar elde kova yanan evleri ve yürekleri söndürdü. Milli vazifesini yaptıktan sonra gururla İstanbul’daki sade yaşamına geri döndü. Tıpkı “Kartallı Kâzım” gibi…
YAZDIĞI ŞİİR GENÇLERİ AYAĞA KALDIRDI
Nazım Hikmet de isyancıydı. İşgale teslim olmadı. Gençlik yüreğiyle ona karşı durdu. 1920’de yazdığı “Gençlik” şiirinde şunları haykırıyordu: “Sana sus derlerken. Haykır! Ey gençlik” O da meşhur Sultanahmet Mitingi’nde haykırdı. Bununla da yetinmedi yazdığı yazılarla gençleri mücadeleye davet etti. Daha da olmadı, arkadaşı Vâlâ Nureddin, Faruk Nafiz ve Yusuf Ziya’yla birlikte Ocak 1921’de Ankara’nın kapısına dayandı. Eski bir Bahriyeli yüreğiyle Ankara’ya gidip cephede Mehmetçikle birlikte vuruşmak istiyordu. Mustafa Kemal’le tanıştırıldığında, Paşa ona “Gençlik için gayeli şiirler yazın” dedi. 1921 Mart’ında 3 günde yazdığı gençlik şiiri, çoğaltılıp dağıtıldığında yer yerinden oynadı. “Aman ne yapıyorsunuz; bütün gençler buraya gelirse biz onları nasıl ağırlarız” tepkisiyle karşılaştı. Arkadaşıyla birlikte Bolu’ya öğretmen atandılar. Ne de olsa okumuş çocuklardı… Orada Türk Bolveşiklerle tanıştı. Rusya’da yeni bir rejim kurulduğunu ve “ayakların” baş olduğunu öğrendi. Onu bu yeni dünya heyecanlandırmıştı. Bütün mazlumlar ayaktaydı ve gerçekten yeni bir dünya kuruluyordu. O da bu heyecanla yollara düştü ve Moskova’ya gitti. Bu gidiş onu daha da geliştirdi. Geleceğin büyük şairini inşâ etti. Orada çok şey öğrendi…
İKİSİ DE HALKÇIYDI
Akif, Fatih semtinde dini bütün bir ailenin çocuğu olarak yetişmişti. Onun inancı gerçekleri görmesine engel değildi. Baytar Mektebi’ni bitirdi. Bilime inanan insandı. Akılcıydı. Pasteur’un resmini öpüp yatacak kadar… Arapça, Farsça ve Fransızca’yı iyi biliyordu. Batılı eserleri de iyi takip etti. Yeni bir dünya kurulduğunu gördü. İslâmi düşünce içinden çıkıp Millici olanlardandı. Amacı önce milletini sonra da bütün İslâm alemini kurtarmaktı. İslâm dünyasındaki yüzyılların geriliğini tersine çevirmenin derdindeydi… Yoksulluğu gördükçe kurtuluşa olan inancı daha da arttı. Karakter abidesiydi. Ölen arkadaşının 3 çocuğunu, kendi 5 çocuğuna katacak kadar… O ‘Köse İmam’ın evinde konuştu, ‘Küfeci çocuk’un iniltisini dinledi, ‘Bayram meydanı’nda sevinen çocuklar, ‘meyhane’nin dumanında tütsülenen kafalar, talâkın facialarıyla inleyen kadınlar, hep onun şiirinde dillendi… Hep sade dil kullandı. Halkın sesi oldu. Halkçıydı…

Nazım da sınıfsız dünyadan yanaydı. Bunun için sosyalizmden etkilenmişti. Varlıklı ailenin çocuğu olmasına rağmen, konakların rahatlığını değil, mücadelenin zorluğunu tercih etti. Yeni bir dünyadan yanaydı. Eşit ve sömürüsüz! Anadolu’ya geçince yoksulluğu ve halkı daha iyi tanıdı. Ölene kadar da bu çizgide oldu. Ne mal edindi ne de mülk! Şiirlerinde en sade ve yalın dille onları yazdı. ‘Kartallı Kâzım’, ‘Kara Yılan’, ‘Şoför Ahmet’ onun dizelerinde ölümsüzleşti.
İKİSİ DE KUVAYI MİLLİYECİ
Akif İslâmcı bilinir. Aslında ilk Millicilerdendir! Milleti en iyi tanıyan ve onun ruhuna inen insandı. Arnavutluğu’nu hatırlatanlara öyle bir kızardı ki sormayın!.. Çanakkale Savaşını görmeden yazdığı ‘destanı’, milleti ayağa kaldıran İstiklâl Marşı; şaheserdir! Umutsuzluğun kol gezdiği bir dönemde o ilk dizesinde ‘Korkma!” diye kükremişti. Mao’nun yıllar sonra “Kâğıttan kaplan” dediği emperyalizme, “Tek dişi kalmış canavar” dedi… Ölene kadar vatan hasretiyle yanıp tutuştu. Mısır’a küskünlüğünden değil çaresizliğinden gitti. Ankara’dan İstanbul’a geldiğinde ne evi vardı ne de maaşı… O hiçbir şey istemedi. Kenara çekildi. Osmanlı Nazırı Halim Abbas Paşa dostuydu; elinden tutup Mısır’a götürdü. Mükemmel Arapçası vardı. Müderris oldu. Ne şapkaya karşı çıktı ne de Cumhuriyet’e. Zaten fesli resmi de pek yoktur… Kıt kanaat geçindi. Hacı Bekir şubesinde vatan kokusu aldı. “Burada biraz daha kalırsam çıldırıcağım” diyerek ölümüne 5 ay kala, Atatürk’ün Türkiye’sine geldi. İlk sözü “İstiklâlin büyük eserini yazdım şimdi de Cumhuriyet’in eserini yazmak isterim” oldu… Cumhuriyet’in namını Mısır’da duymuştu, gelince de büyüklüğünü gördü. Hasta yatağında 1 Temmuz 1936 günü imzalanan Boğazlar Antlaşmasından duyduğu mutluluk hasta yüzüne neşe katmıştı. Destanını yazdığı Boğaz artık Türk’ündü… Nasıl mutlu olmazdı? O bağımsızlıkçıydı. Daha İstanbul’dayken ne mandayı ne de birilerinin kandığı “barış”ın peşine düştü. Zoru seçti, tarihe geçti…
ZORUNLU SÜRGÜN NAZIM!
Ya Nazım! O zorunlu sürgündü! Ömrü cezaevinde geçti. En son canına kastedeceklerdi. Gitti kurtuldu. Yabancı yere gitmedi. Zaten Sovyet Rusya’yı biliyordu. Dilini ve kültürünü de. Şiirini ve kalemini orada geliştirmişti. Halkçı ve gerçekçi şiir yazmayı da… Orada Nazım’a nazım kattı. Türk Cumhuriyetlerine gittikçe kendini buldu. Türklük ve vatan kokusu aldı. Kuvayı Milliye destanı onun ne yaman Millici olduğunu gösterir… Var mı onu geçen bir destan! Hele uçağı Türkiye üzerinden geçerken söylediği: “Şu an bu uçağın düşmesini isterim!” sözü… Başka söze gerek var mı? Vatan söz konusuysa iki büyük şairin de yüreği kabarır!
AKİF VE NAZIM TÜRKİYE’DİR
Daha o kadar çok ortak yönleri var ki… Son söz: Nazım Hikmet’in sevdalılarından birisi de Rus Vera Tulyakova’dır… Vera Hanım ona sadece sevdasını değil şefkatini de vermiştir… Ardından yasını da tutan odur… Kadere bakın ki Akif’e de ölüm yatağında Rus bakıcı Mari Mançenko, olanca şefkat ve sıcaklığıyla bakmış ve kollarında öldüğünde cenazesinin başında gözyaşı dökmüştür.
Mehmet Akif ve Nazım Hikmet… Biri 100 yıl önce İstiklâl Marşını yazdı, biri de 100 yıl önce Ankara’ya geldi… İki büyük insan, iki büyük şair. İkisi de aynı dönemin olaylarında kendilerini buldular ve o dönemin ruhunu şiirlerinde ölümsüzleştirdiler. Onların ortak yönü bağımsızlıktı! O ruh bugün de yaşıyor.
Büyük şairleri bu anlamlı günde saygıyla anıyoruz…
Yeni Akif’lere ve Nazım’lara selam olsun.. ( ERCAN DOLAPÇI/Aydınlık)

Haftanın Şiiri
Çanakkale Şehitlerine/ Mehmet Akif Ersoy
Yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i..
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi..
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab..
Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
“Bu taşındır” diyerek Kabe’ yi diksem başına,
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına.
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana..

Haftanın sanat gündemi
Dünya Kitap ödülleri açıklandı
Selim İleri’nin “Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun” kitabına “Yılın Telif Kitabı” ödülü verildi…
Dünya Kitap tarafından bu yıl 28. kez verilecek “Yılın En İyileri Ödülleri”nin sahipleri belli oldu. Seçici kurullar kitap dünyasında 5 kategoride 10 ödül belirledi. Ödüller, önümüzdeki aylarda yapılacak törenle kazananlara takdim edilecek. Selim İleri’nin “Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun” kitabına “Yılın Telif Kitabı” ödülünün verilmesini kararlaştırdı.
Başar Başarır, Doğan Hızlan, Faruk Şüyün, Metin Celâl ve Yekta Kopan’dan oluşan 2020 Dünya Kitap Yılın Telif, Çeviri kitapları ve Yayınevi Seçici Kurulu, oy birliği ile Selim İleri’nin Everest Yayınları’ndan çıkan, “Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun” kitabına “Kendine has anlatımıyla türler arası ve metinler arası ilişkiler kurarak roman sanatına getirdiği açılımla edebiyatımızın büyük bir değerini, Tanpınar’ı bir roman kahramanı olarak hassasiyetle ele alıp, derinlemesine inceleyerek en bilinmedik yönlerini değerlendirişindeki ustalık” nedeniyle Yılın Telif Kitabı ödülünün verilmesini kararlaştırdı.

14. Metin Altıok Şiir Ödülü’nü kazanan şair açıklandı.
Şair Metin Altıok’un anısına Kırmızı Kedi Yayınevi’nin Zeynep Altıok’la birlikte düzenlediği; seçici jürisinde Doğan Hızlan, Hilmi Yavuz, Eray Canberk, Ali Cengizkan, Haydar Ergülen, Şükrü Erbaş ve Salih Bolat’ın bulunduğu yarışmanın ödülü “Kendinin Ağacı” kitabı ile Seyyidhan Kömürcü’ye verildi.
14 Mart 1940 yılında doğan Metin Altıok’un 81. doğum gününde açıklanan ödülün veriliş gerekçesi ise şöyle belirtildi:
“2021 yılı Metin Altıok Şiir Ödülü’nün, ‘Kendinin Ağacı’ kitabıyla bireysel gibi görünen bir huzursuzluğu, zamanın ve coğrafyanın acılı arka planına yerleştirerek vermesi; bu acının toplumsal boyutlarını lirik ve derin dille okura duyurması; doğayla ve nesnelerle çağrışım yükü güçlü bağlar kurması, ilginç ve özgün imgelerle kendine has bir şiir dili geliştirme başarısı göstermesi, şiir yolculuğunun uzun ve soluklu olacağını duyumsatması nedeniyle Seyyidhan Kömürcü’ye verilmesine, oy çokluğuyla karar verilmiştir.”

PEN, ‘Ayın Kitabı’nı açıkladı
PEN Türkiye Yazarlar Derneği, “Ayın Kitabı” olarak “Tamaşa-yi Dünya ve Cefakâr u Cefakeş” kitabının seçildiğini açıkladı.
Yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “İlk Türkçe romanlardan biri Rum yurttaşımız Evangelinos Misailidis’in kaleminden doğmuştu: 1872’de yayımlanan roman Karamanlı Türkçesi ile. Aleko Favini adlı renkli bir kişinin İstanbul’da başlayan maceraları Romanya, Rusya, İtalya, İngiltere ve Fransa’da sürdükten sonra Yunanistan’da son buluyor. Çeşitli kültürlerde mizahi bir üslupla müthiş bir şölen. Türk abecesi ile ilk kez 1987’de Robert Anhegger ve Vedat Günyol tarafından kısmen sadeleştirilmiş ve bazı bölümleri çıkarılmış olarak yayımlanmıştı. Donanımı ile derya olan Peri Efe’nin titiz emeği sayesinde roman açıklamalı tam metin olarak bizimle, Yapı Kredi Yayınları – Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi’nde. Mart 2021 için Ayın Kitabı olarak seçtik. İlk romancılarımızdan Misailidis’e ve bu harika romanı bugüne taşıyan herkese teşekkür ederiz.”

Yazar Erol Toy hayatını kaybetti
Sağlık sorunları yaşayan öykü, roman, deneme ve eleştiri yazarı Erol Toy yaşamını yitirdi.
Öykü, roman, deneme ve eleştiri yazarı Erol Toy’un kızı Ayşe Toy, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda babasının hayata veda ettiğini duyurdu.
Toy yaptığı paylaşımda, “Canım babam, yazar Erol Toy, uzun bir hastalığının sonunda yanımızdan ayrıldı, acımız tarifsiz. Babacım, merak etme, ömrün boyunca kaleminle anlatmak ve korumak için mücadele ettiğin laik Cumhuriyet bize emanet artık. Fikirlerin ölümsüz, huzur içinde uyu” ifadelerini kullandı.

Ne okusak?
1.Şu Çılgın Türkler/Turgut Özakman/ Bilgi
2.Diriliş/Turgut Özakman/ Bilgi
3.Cumhuriyet Türk Mucizesi 1 ve 2/Turgut Özakman / Bilgi
4.Arıburnu 1915/ Haluk Oral/İş Bankası
5.Hektor’un İntikamı/ Cevdet Cantürk/ MD Basım

Exit mobile version