Antakya’da Kültür Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Haftanın Kitabı Boynu Bükük Öldüler/Yılmaz Güney Boynu Bükük öldüler, Yılmaz Güney’in güçlü bir edebiyat ustası olmasının da bir kanıtı. Roman, 1972 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanmıştı. “Dokuz yüz elli altıda, bir yazımda, “komünizm propagandası” yaptığım gerekçesiyle -ki bu yazıdan, bir buçuk yıl ağır hapis, altı ay sürgün, ömür boyu amme haklarından yoksunluk […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Haftanın Kitabı
Boynu Bükük Öldüler/Yılmaz Güney
Boynu Bükük öldüler, Yılmaz Güney’in güçlü bir edebiyat ustası olmasının da bir kanıtı.
Roman, 1972 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanmıştı.
“Dokuz yüz elli altıda, bir yazımda, “komünizm propagandası” yaptığım gerekçesiyle -ki bu yazıdan, bir buçuk yıl ağır hapis, altı ay sürgün, ömür boyu amme haklarından yoksunluk cezalarına çarptırıldım- savcılık önüne çıkartıldım. Komünizmle ilgili, bilimsel anlamda dişe dokunur bilgim yoktu. Durumumu en açık biçimiyle savcıya anlatmaya çalıştım. Marx, Engels, Lenin ve diğer devrim ustalarının bir tek kitabını okumadan nasıl “komünist” olunurdu. Bana dedi ki “biz sizin ne olduğunuzu, ne olacağınızı biliriz”.
Boynu Bükük Öldüler Nevşehir Cezaevinde, siyasiler koğuşunun en dip köşesinde, rutubetli bir duvara komşu bir ranzada, geceli gündüzlü on altı aylık bir çalışmanın ürünüdür. Ranzamdan hiç indirmediğim küçük bir masam vardı. Yatma zamanı gelince, ayakucuma çeker, ayaklarımı altına sokar uyurdum. Çoğunlukla, anlattığım insanları görürdüm düşlerimde, onlarla yaşardım.
Altmış üç haziranında sürgünden döndüğümde, bir gazetede yayınlanması olanaklarını aradım, bulamadım.
Altmış altıda, bir arkadaş basmak istedi. O günlerde ünü giderek artan bir sinema oyuncusuydum. Adım “Çirkin Kral”dı.( Arka kapak yazısı)

Konuk Yazar
H A T A Y Ü Z E R İ N E/Sabahattin Yalkın
Antakyalı – Hataylı bir yurttaş olarak, en az iki bin yıldır çeşitli ırklardan, çeşitli dinlerden insanların yaşadığı ve çeşitli dillerin konuşulduğu bu coğrafyadaki her olay, beni ilgilendirir. Oralarda benim akrabalarım, arkadaşlarım, sevdiklerim ve de binlerce anım var. Suriye bize komşu bir ülke… Sınırların her iki tarafında, akrabalar, tanıdıklar, iş birliği içindeki insanlar, ticaret bağları, alış-veriş, evlilikler var. Suriye kaynıyor; kimin kimi öldürdüğü belli değil. Alevi – Sünni çatışması deniyor. Bu kolaya kaçan bir yaklaşım. Neden? Macaristan’da su üzerine lisansüstü eğitim yaparken ya Ramazan ya da Kurban bayramı idi. Mısırlı, Suriyeli ve Iraklı arkadaşlar vardı. Onların bayramlarını kutladım. Ben, dedim, elçiliğe gidip bayramlaşacağım. Sizler gitmiyor musunuz, diye sordum. Mısırlılar dışında, Iraklı ve Suriyelilerden aldığım yanıt şu oldu: Biz Müslüman değiliz… Doğrusu ben Suriye ve Irak’ı silme Müslüman sanıyordum, değilmiş. Sonra birkaç yakınımla arabayla bir Suriye gezim oldu. Yayladağı sınırından girip Lazkiye üzerinden bir haftalık bir Suriye gezmesi…
Hama – Humus üzerinden Halep’e giderken asfalt döşeli geniş yolda sürat yaptım biraz. Bu arada küçük bir çukurdan kaçamadım; sağ ön ve arka jantta ezilme oldu. Halep’te tamirciye gittim. Derdimi İngilizce anlatmaya çalışırken, usta çırağına temiz bir Türkçe ile: ‘‘Oğlum, şu tekerlekleri çıkar… ’’deyince, şaşırdım biraz. Sonra konuşmaya başladık ustayla. Türkiye’den gitme bir Ermeni ailesinden imiş. “ Biz evde hep Türkçe konuşuruz !” diye ekledi. Sonra Halep Çarşısı’nda dolaşırken Türkçenin oldukça geçerli olduğunu görmüştüm. Bir de şu olayı anlatmak isterim. Çarşıda dolaşırken bir adam yolumu kesmişti… Türkçe olarak, beyefendi size kravat satacağım, dükkânıma buyurmaz mısınız? Hava sıcak olduğu için gömlek vardı üstümde. Hayretle karışık bir gülümseme ile dükkâna girdik. İstanbul’dan göçen bir Ermeni ailedenmiş… Gururla: Benim Türkçe’m İstanbul Türkçe ’si, diye ekledi. Dayanamayıp sordum. Benim kravat takan biri olduğumu nereden çıkardınız? Gülerek: Ben kaç yılın satıcısıyım… Sizi yürüyüşünüzden çıkarmasını bilirim… Karşılıklı kahkahalar atmış ve Fransız malı üç kravat almıştım o sevimli Ermeni’ den. Dolaştıkça gördüm ki kuyumcular, saatçiler hep Ermenilerdi ve de hepsi Türkçe biliyordu. Bunları niye anlattım? Suriye sadece Sünniler ve Alevilerden oluşmuyor. Orada önemli sayıda Hristiyan da var. Ve ticaret ağırlıklı olarak Hristiyanların elinde. Yani Hataylı tüccarların o kimselerle önemli ilişkileri var.
Hataylılar bu günlerde endişeli bir bekleyiş içinde. Neler oluyor? Kimsenin kafası rahat değil. O çok dinli, çok dilli değişik insanları bir arada tutan “ Ticaret Çarkı “ durmuş… Antakya ve Halep alış-veriş bakımından vurgun yemiş durumda. Bir de sınırdaki Apaydın Kampı… Suriye’deki çatışmalardan kaçmak zorunda kalan çaresiz siviller, kadın, çoluk-çocuk ve yaşlı insanlar, insani yaklaşım içinde bu kampta misafir tutuluyor. Ancak söylentiler yürek hoplatıcı… Kampta Suriye’den kaçma generallerin, kimliği şüpheli silahlı kimselerin bulunduğu söyleniyor. Batılı ajanlardan söz ediliyor. Eğer kontrol dışı bir durum varsa bu ciddi bir sorundur. Ve de akla pek çok soruyu da beraberinde getirir.
Hatay özellikli bir ilimiz. İl merkezi Antakya, tarihsel olarak dünyaca ünlü ve önemli bir kent… İpek Yolu’nun son noktalarından biri… Anadolu ile Arabiya’yı birbirine bağlayan tek geçit üzerinde… Dünya ile Orta-Doğu’nun bağlantısı burada başlar. Haçlı Orduları Müslümanların elindeki Kudüs’ ü bahane ederek, Anadolu’yu nerdeyse 200 yıl kadar ( 1096 – 1270 ) kasıp kavurdular; insanları vurdular, kırdılar, öldürdüler… Irzlarına girdiler; mallarını yağmaladılar, çaldılar, çırptılar… Kudüs’ü almanın yolu Antakya’dan geçiyordu. Çok büyük savaşlar yaşandı. Antakya ancak 1098’de düştü. Bir yıl sonra da Kudüs’ü ele geçirdiler.
O yıllardaki coğrafyaya bakacak olursak Hristiyanların Hac yolu Antakya ve Suriye topraklarından geçiyordu. Hristiyan hacılar ülkelerinde bu yollarda çok eziyet çektiklerini abartarak yayıyorlardı. Fransa’da Kluni Tarikatı mensupları fanatik Hristiyanlar, ille de Kudüs’ün Müslümanların elinden kurtarılmasını istiyorlardı. Çok kısa zamanda yüz binlerce taraftar, mal ve mülk heveslisi çapulcular, kontlar, şövalyeler, prensler topladılar. Gümüş zengini Kunta Horalılar (Çek Cumhuriyeti) onları finanse ettiler. Yüz binleri aşan büyük ordular kurdular. Bunların çoğu Selçuklular tarafından telef edildiyse de sonunda emellerine ulaştılar ve Kudüs Haçlıların ellerine geçti.
Yukarda Antakya özellikli bir il demiştim. Evet, Antakya Hristiyanlığın açıkça ortaya çıktığı, dillendirildiği, tartışıldığı ve taraftar topladığı, tarihsel önemi olan kutsal bir yerdir. Hz. İsa yanlılarına burada ilk kez “Hristiyan“ denilmeye başlanmıştır. Hristiyanlığın bir din olarak filizlenip yeşermesi ve İlk İncil’in yazılması bu kentte olmuştur. Hristiyanların ilk ibadet yeri olan mağara, Dağ kilisesi, bunun somut delilidir. (Sen Piyer Kilisesi) Hristiyanlarla ilk temas kuran Antakyalılar arasında Habibneccar adlı doğramacı – marangoz saygın bir kişiliğe sahiptir. Ne yazık ki yanlış anlaşılmış ve kızgın Antakyalıların gazabına uğramış, öldürülmüştür. Antakya’daki ilk din şehidi olan Habibneccar adı daha sonra öldürüldüğü dağa verilmiştir.
Bunları niye söz konusu ediyorum? Korkum var… Eğer bu gerginliğin arkasında, bu çatışmaların içinde Batılı dediğimiz sözde uygar geçinen Hristiyanların tezgâhı varsa, durum hiç de hafife alınacak gibi görünmüyor. Unutmayalım ki koşullar, tam da Haçlı Seferleri dönemini anımsatıyor. Hristiyanlar her yerde Müslümanları kötülüyor, onlara zorluk çıkarıyorlar. Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma uğraşındalar. Filistin, Lübnan, Irak, Afganistan, Pakistan, şimdi de Suriye… Ve de PKK ile uğraşan Türkiye… Yaşananlar Orta-Doğu coğrafyasının, Avrupa, ABD ve İsrail üçlüsünün istekleri doğrultusunda yeniden şekillendirilmesini gösteriyor. Ve de Avrupa büyük ekonomik sıkıntılara gebe… Yunanistan iflasta, İtalya zorda, İspanya sallanıyor… İngiltere, Avrupa Para Birliği’nden kurtulma telaşında. Avrupa ülkelerinde işsizlik hızla artıyor. Şimdi Orta-Doğu’yu yeniden biçimleme sevdası başladı. Bu ülkelerin petrolden kazandıkları paralar Avrupa ve ABD’den alınan silahlara gidiyor. Ülkemiz de bu oyundan nasibine düşen sıkıntılar içinde. Baş patron ABD başrolünü iyi oynuyor. Onların da silah tüccarlarına verilmiş sözleri var. Son resimlere baktığımızda bu işin en ateşli taraftarları olanlar, olayları umursamazlık içinde seyrediyorlar. Özellikle Birleşmiş Milletler tam seyirci durumunda. ABD Suriye’deki olayları, NATO ile ilgili görmüyor. Hem kışkırtıcı, hem de bulaşmak istemiyor. Sanki Türkiye NATO üyesi değil… Peki, bizim askerimiz niye Afganistan’da?
Burada Avrupa’nın acımasızlığına bir iki örnek vermek istiyorum. Haçlı Seferlerinin parasal ihtiyaçlarını karşılayanların başında Kunta Horalılar var demiştim. Çek Devleti’nin merkezi Prag’ın 60-70 km. doğusundaki bu kent, o yıllarda gümüş zenginidir. Orada 40 bin insan iskeletinin kemikleriyle süslü bir kilise var. Bir kilise ve 40 bin insanın kemikleri… Kafatasları, kol-bacak kemikleri, kaburga kemikleri vb. Kemiklerle süslenmiş sütunlar, mum yakma yerleri, avizeler… İstif edilmiş halde kafatasları, odun yığınları gibi sıralanmış kol ve bacak kemikleri… Hangi insan öldürdüğü bu insanların kemikleriyle süslü böyle bir yerde Tanrı’ ya dua edebilir yahut edebilir mi? Ve de bu kemiklerin Hristiyanlara ait olamayacağı açık olduğuna göre, kimlerin kemikleridir? Bunları, yüzyıllarca öncesinin Haçlı savaşçılarını bulup onlara mı soracağız? Biz İstanbul’u aldığımızda ne yaptık? Ayasofya kilisesinde papazları mı astık? İstavrozlu duvarları en usta çinicilerimize boyattık, öyle süsledik.
Hatay sıkıntılı bir bekleyiş içinde. Ne var ki, asıl korkulacak durum, Hatay’ın kaosa sürüklenmesi… Kaos içinde, dağdaki Sen Piyer kilisesinin, yani bu kutsal yerin korunmasında sorunlar yaşanabilir. Hele Haçlı ruhu yukarda verdiğim örneklerde olduğu gibi ortaya çıkarsa…
Biz yüzlerce yıldır bu topraklarda bir arada yaşamayı öğrenmiş kimseleriz. Barış, kardeşlik, sevgi ve saygı içinde geçinmeye gönüllü insanlarız. Hataylılar kavgayı asla sevmezler. Doğanın verdiği zengin topraklar, bu gök, bu güneş, bu su bizim paylaştığımız yaşam zenginliklerimizdir. Hataylılar iyi yurttaştırlar, devletlerine saygılı insanlardır. Askere seve seve gider, vergisini seve seve verirler. Çok dinlilik içinde bile olsalar birbirlerinin kutsallarına içten saygı gösterirler. Herkes herkesin bayramını içtenlikle kutlar, kucaklaşırlar. Cenazelerine el verirler. Gidin Şeyh Hıdır türbesine. Her Hataylı orada tavafını yapar, duasını eder. Çok tartışmalı günlerden geçiyoruz, olsun. Sağduyuyu elden bırakmayalım. Her zamanki gibi, hangi dili konuşsak da, hangi dinden ya da mezhepten olsak da, rengimize bakmadan sımsıkı sarılalım birbirimize. Provokatörler cirit atsa da onlara kanmayalım. Güven içinde vakur ve dik duralım.

Haftanın Şiiri
İnsan Ve Emek/Ruhi Su
Bir sergiyle geldi bahar
Ne don vurur, ne meyve verir
Öylece bir çiçek düşlemesi
Ne güzel bir oyun değil mi canım
Taşlara bakan gözün çiçeği görmesi

Benim memleketimde bugün
Kırk bin elli bin liradır
Resmin metre karesi
Ve dillere destandır canım
Turan Erol beyazıyla Bodrum’un mavisi.

Bir gece kulübünde bugün
Kırkbin, ellibin liradır
Bir Zeki Müren dinletisi
Ve elbette güzeldir canım
Emeğin değerlendirilmesi

Ama benim memleketimde bugün
İnsan kanı sudan ucuz
Oysa en güzel emek insanın kendisi
Kolay mı kan uykularda kalkıp
Ninniler söylemesi

Belki bu nedenle, yazık
Asılmış gibi durur
Asılmış gibi kederinden
Duvarlarımda resim
Çalgılarımda müzik.

Haftanın Sanat Gündemi
TYS: Tarık Akan şimdi daha uzun yaşayacak
Türkiye Yazarlar Sendikası Tarık Akan’ın ardından yazılı bir açıklama paylaştı.
Türkiye Yazarlar Sendikası Tarık Akan’ın ardından yazılı bir açıklama paylaştı. Açıklamada “Tarık Akan, filmleriyle ve vicdanıyla şimdi daha uzun yaşayacak” denildi.
TYS’nin açıklaması şöyle; “Her ölüm, erken ölümdür.” demişti Cemal Süreya. Devrimci bir sanatçının ölümüyse yalnızca dostları için değil, yeryüzü için de “erken veda”dır. Ancak biliyoruz ki ömrünü halkının özgürlüğüne adamış bir aydının ölümü bir “veda” değil, bir buluşmadır.
Onun “Maden”e, “Sürü”ye, “Yol”a, “Adak”a, “Derman”a, “Çark”a evrilen sinema serüveni, ülkenin siyasal-toplumsal özgürlük mücadelesinde unutulmayacak ve “ aydın vicdanı”nın önemini her gün anımsatacaktır. Bunun için onu on binler sonsuzluğa uğurladı. Sevgili Tarık Akan, filmleriyle ve vicdanıyla şimdi daha uzun yaşayacak.” (Evrensel)

İBB RUHİ Su’yu Türkülerle Andı
Türk Halk Müziği ve opera sanatçısı Ruhi Su, ölümünün 36. yıldönümünde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı ile Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği’nin birlikte düzenlediği konserle anıldı.
Anadolu’nun binlerce yıllık tarihinden getirdiği türküleri çağdaş yorumu ile dünyaya tanıtan Türk Halk Müziği ve opera sanatçısı Ruhi Su, ölümünün 36. yıldönümünde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı ile Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği’nin birlikte düzenlediği konserle anıldı.
20 Eylül Pazartesi akşamı saat 20.00’de Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu’nda gerçekleştirilen etkinlikte; Dostlar Korosu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Orkestralar Müdürlüğü Türk Halk Müziği Topluluğu, “Gelin Canlar Bir Olalım”, “Dam üstüne Çul Serer”, “Zamanede Bir Hal Geldi Başıma”, “Mahsus Mahal”, “Drama Köprüsü”,“El Kapısı” gibi sanatçı ile özdeşleşmiş türküleri seslendirdi. Tiyatro yazarı ve oyuncu Orhan Aydın’ın, Ruhi Su’nun hayatını, türkülerini, müziğimize katkılarını anlattığı konser, ücretsiz olarak gerçekleştirildi (Habertürk)

Seyhan Livaneli Öykü Yarışması başvuruları başladı
“Bellek” konulu 2022 Seyhan Livaneli Öykü Yarışması’na son başvuru tarihi 25 Ekim 2021.
-Ödül, öykü türünde kitabı yayımlanmamış 18 yaş üzeri yazar ve yazar adaylarına açıktır. (Diğer türlerde kitabı yayımlanmış olmak, başvurmaya engel değildir.)
-Ödüle, iki öyküyle başvurulur. Öyküler elektronik ortamda veya kağıt baskı olarak yayımlanmamış, başka bir yarışmadan ödül almamış olmalıdır. Ve yarışmanın sonucu açıklanana kadar yayımlanmamalıdır.
-Her biri en fazla 1500 sözcük uzunluğunda iki öykü tek Word dosyası içinde gönderilmelidir.
-Başvuru, adayın kendisi tarafından, seyhanlivanelioykuyarismasi@edebiyatist.com e-posta adresine, 25 Ekim 2021 günü, saat 24:00’a kadar gönderilmelidir.
-Başvuru için gönderilen e-posta, iki Word dosyasından oluşmalıdır. Birinci dosyada yazarın/adayın adı, iki öyküsünün adları, belirlediği rumuz, adresi, cep telefonu, e-posta adresi ve kısa özgeçmiş bilgisi bulunmalıdır.
-İki öykünün yer alacağı diğer dosyaya yazarın adı yazılmayacaktır. Dosyaların her ikisi de, belirlenmiş olan rumuz adıyla kaydedilmiş olmalıdır; “rumuz-1” ve “rumuz-2” biçiminde.
-Düzenleme kurulu, jüri üyelerine, ön elemeden geçen adayların dosyalarını isimsiz iletecektir.
-Düzenleme kurulu, adayların dosyalarını yönetmeliğe uygunluk, özensizlik, belirgin anlatım sorunu, yazım hatası gibi yönlerden inceleyecektir. Yarışmayı düzenleyen kurum, ön seçici kurul oluşturma yetkisine sahiptir.
-Ödüle gönderilen öykülerin hukukî sorumluluğu yazarına aittir. İntihal veya üçüncü kişilerin telif hakkı gibi durumlarda, sorumluluk yazara aittir.
-Seçici Kurul: Zülfü Livaneli (Jüri Başkanı), Hakan Akdoğan, Jale Sancak, Gaye Boralıoğlu, Menekşe Toprak, Barış İnce, Zafer Köse . (edebiyathaber.net 17 Eylül 2021).

Ne Okusak?
(12 Eylül’ün kara mirası… Özgür sanatın düşmanı oldular)
1.Rengâhenk/ Can Yücel/,Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
2.Böyle Bir Sevmek/Attila İlhan/ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
3.Trabzonlu Delikanlı/Yaşar Miraç/Cem Yayınları
4.Medarı Maişet Motoru/Sait Faik Abasıyanık/ Yapı Kredi Yayınları
5.Sınıf/Rıfat Ilgaz/Çınar Yayınları

Exit mobile version