Antakya’da Kültür Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Haftanın Kitabı Yaşlanmaya Vaktim Yok/Haldun DORMEN/Mona Kitap “Bir mum yakmak, tüm dünyayı aydınlatmak demektir. Siz de bildiklerinizi çevrenizle paylaşıp hemen bir mum yakın ve dünyayı aydınlatın,” diyerek yola çıkan Dormen, Yaşlanmaya Vaktim Yok adlı yeni kitabında sanata ve hayata dair tüm deneyimlerini içtenlikle paylaşıyor. Küçük Sahne’de sergilenen Cinayet Var adlı oyundaki dedektif […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Haftanın Kitabı

Yaşlanmaya Vaktim Yok/Haldun DORMEN/Mona Kitap

“Bir mum yakmak, tüm dünyayı aydınlatmak demektir. Siz de bildiklerinizi çevrenizle paylaşıp hemen bir mum yakın ve dünyayı aydınlatın,” diyerek yola çıkan Dormen, Yaşlanmaya Vaktim Yok adlı yeni kitabında sanata ve hayata dair tüm deneyimlerini içtenlikle paylaşıyor.

Küçük Sahne’de sergilenen Cinayet Var adlı oyundaki dedektif rolüyle ilk kez seyirci karşısına çıkan Haldun Dormen, o günden bugüne dek yüz binlerce kişinin kalbine dokundu; kâh güldürdü kâh ağlattı. Hâlâ ilk günkü gibi coşku ile devam eden sanat yaşamında sergilenecek oyunları, turneleri, TV programları ve yetiştirdiği öğrencileri olunca yaşlanmaya vakit bulamıyor. Bu kadar işi bir arada yürüttüğü için kendisine “Yahu yorulmuyor musun?” diyenlere de “Benim yorulma yeteneğim yok galiba,” diye yanıt veriyor. Onun Erol Günaydın, Altan Erbulak, İsmet Ay, Yıldız Kenter, Semiramis Pekkan, Mustafa Alabora, Göksel Kortay, Nevra Serezli gibi sanatçılarla olan anılarını; İngiltere’de İngilizce oynanan ilk Türk oyunu Nalınlar serüvenini; ilk zamanlarda oğlunun da kendisi gibi sanayici olmasını isteyen babasının “Ne yaparsan yap en iyisini yap oğlum,” sözünü kendisine ilke edinmesini; “Hayatımda üç kadın sevdim,” dediği üç büyük aşkı ile yaşadıklarını bir solukta okuyacaksınız.

“Bu kitabı yazmaktaki asıl maksadım yaşadıklarımı gençlerle paylaşmak ve kapattıkları umut kapılarını onlara yeniden açtırmaktır. Umut varsa hele biraz da azim olursa her şey nasılsa yoluna girecektir. Umutsuz yaşamın hiçbir anlamı, hiçbir rengi yoktur. İnsan umutsuzluk girdabına kapılırsa yok olup gitmesi işten bile değildir. Güler yüzlü umut, her an kapının arkasında sizi beklemektedir.” (Tanıtım Bülteninden)

KONUK YAZAR

2022 Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi/ Seçkin Selvi

Binlerce yıl önce her türlü araç gereçten yoksun mağara insanı dünyanın rahmine tutunup doğanın adlandıramadığı güçlerine karşı yaşam savaşı verdi.

Merhaba dostlar,

Binlerce yıl önce her türlü araç gereçten yoksun mağara insanı dünyanın rahmine tutunup doğanın adlandıramadığı güçlerine karşı yaşam savaşı verdi. Teknolojinin bütün olanaklarına sahip olan günümüz insanları ise, kendi yarattıkları araç gereçlerle, maddi manevi hırslarına tutunarak dünyayı ve doğayı yok etme yoluna gidiyor ve birbirlerine karşı yaşam savaşı vermek zorunda bırakılıyorlar.

Mağaradaki insan gündüz yaptığı avı akşam duvarlara resimler çizerek ve bedenini kullanarak diğerlerine anlatıyordu. Tiyatronun doğuş öyküsünü o günlere bağlıyoruz; çünkü o insanlar hareketle anlatma yoluyla bir kültürü kendilerinden sonraki kuşaklara aktarıyorlardı.

Çünkü tiyatronun asal işlevi anlatmaktır, insanların mutluluğu, refahı, sağlığı ve en önemlisi barışı için deneyimlerini, bildiklerini, gördüklerini kendi çağının kültürüyle yoğurarak sonraki kuşaklara aktarmaktır.

Çünkü tiyatro, metni ile edebiyatı, koreografisiyle bale ve dansı, dekoru kostümüyle resim, heykel gibi görsel sanatları, müziği, kısacası tüm sanatları kendisinde bütünleştirerek insanlığa ulaştıran tek sanat dalıdır.

Çünkü tiyatro, düşünce özgürlüğünü yok etmek isteyen baskıları, ırkçılığı, ister çocuk yaşta evlendirerek ister öldürerek işlenen kadın cinayetlerini, işkenceyi, devlet hazinesinden başlayan soygunların vatandaşların cebine kadar uzandığı düzenleri, doğaya ve doğanın düzenine yapılan saldırıları insanlığın gözleri önüne serme işlevini üstlenir.

Çünkü tiyatro insanlığın dünyaya açılan gözüdür. Tiyatronun kapanması demek dünyaya gözümüzü kapatmak demektir; kültürlerin aktarım zincirini kırıp atmak demektir. İki yılı aşkın bir süredir, Covid-19 pandemisi yüzünden tiyatrolar aylarca kapalı kaldı, bu durum yalnızca dünyaya gözümüzü kapatmakla kalmadı, ekonomik nedenlerle birçok tiyatro, hem de en genç, en umut veren, en yaratıcı topluluklar perdelerini kapatmak zorunda kaldılar.

Dünya Tiyatro Günü’nün yer aldığı Mart ayı ise, dünyanın çeşitli yerlerinde yıllardır sürdürülen savaşların acılarına Karadeniz kıyılarından gelen bomba sesleriyle bebek çığlıklarını ekledi. Tarihteki büyük savaşlar, 1. ve 2.Dünya savaşları, Vietnam savaşı, Bosna savaşı, sayısız kurtuluş savaşı ve savaşımı nasıl tiyatro aracılığıyla insanlığın ortak belleğine işlendiyse, hiç kuşkusuz yeni savaşlar ve saldırılar da bir gün sahnede yerini alacaktır. Çünkü tiyatro o ortak belleği sürdürebilmek için bütün bunları anlatmak zorundadır. İnanıyorum ki tiyatronun da katkısıyla ortak belleği besleyerek, insanlarla, halklarla, ülkelerle el ele tutuşup omuz omuza vererek insanca yaşanan ortamlarda dünya sanatçılarını alkışlamaya devam edeceğiz. 

27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü o umut ve inançla kutluyorum.

27 Mart 2022 Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi

Bildiriyi Yazan: Peter Sellars, ABD

Tiyatro ve Opera Yönetmeni, Festival Direktörü

İngilizce aslından çeviren: Eylül Doğanay

Sevgili Dostlar,

Tüm dünyanın pür dikkat haberleri takip ettiği bu günlerde, yaratıcılar olarak hepimizi izninizle kendi epik zaman, epik değişim, epik farkındalık, epik düşünce, epik bakış alanımıza ve perspektifimize davet etmek istiyorum. İnsanlık tarihinin epik bir döneminden geçiyoruz ve insanların kendileriyle, birbirleriyle ve insan dışı gerçekliklerle ilişkisinde gördüğümüz köklü değişiklikler algı, aktarım, izan ve ifade kabiliyetlerimizi neredeyse yetersiz kılıyor.

24 saatlik haber döngüsünde değil, zamanın bıçak sırtında yaşıyoruz. Yazılı basın ve medya yaşadığımız tecrübeyle başa çıkabilecek donanım ve durumda değil.

Deneyimlediğimiz bu derin değişimleri, kırılmaları anlamakta bize yardım edebilecek dil nerede? Hangi hareketlerden, hangi imgelerden yararlanabiliriz? Hayatlarımızın içeriğini röportajdan ziyade deneyim olarak nasıl aktarabiliriz?

Tiyatro deneyimin sanat formudur.

Muazzam basın kampanyaları, deneyim simülasyonları ve birbirinden feci felaket senaryoları ile dolup taşan bir dünyada, biteviye yinelenen sayıların ötesine geçip tek bir hayatın, tek bir ekosistemin, arkadaşlığın kutsallığını ve sonsuzluğunu, ya da garip bir gökyüzünde ışığın değerini nasıl deneyimleyebiliriz? COVID-19 iki yılda insanların duyularını köreltti, hayatlarını daralttı, oluşmuş bağları kopardı ve bizi insanlık meskeninin sıfır noktasına getirip bıraktı.

Böyle bir süreçte hangi tohumlar tekrar tekrar ekilmeli, hangi istilacı türler durdurulmalı, hatta kökünden kazınmalı? O kadar çok insan diken üstünde ki… Mantık ve beklentinin dışında, o kadar çok şiddetle karşı karşıyayız ki… O kadar çok müesses sistemin süregiden zorbalık yapıları olduğu ortaya çıktı ki…

Anma törenlerimize ne oldu? Neleri hatırlamaya ihtiyacımız var? Daha önce atmadığımız adımları artık düşünmemizi, prova etmeye başlamamızı sağlayacak ritüeller neler?

Epik bakış, amaç, iyileşme, onarma ve ilgi tiyatrosunun yeni ritüellere ihtiyacı var. Eğlendirilmemiz gerekmiyor. Bir araya gelmemiz gerekiyor. Alanları paylaşmamız ve paylaşılan alanları çoğaltmamız gerekiyor. Birbirimizi yürekten dinlediğimiz, korunaklı eşitlik alanlarına ihtiyacımız var.

Tiyatro dünyada insanlar, tanrılar, bitkiler, hayvanlar, yağmur damlaları, gözyaşları ve yeniden doğuş arasında bir eşitlik alanı yaratılmasıdır. Eşitlik ve yürekten dinleme alanı, tehlike, itidal, akıl, eylem ve sabrın derin etkileşimiyle canlı tutulan gizli bir güzellik tarafından aydınlatılır.

Buddha Avatamsaka Sutra’da insan ömründeki on büyük sabır türünü sayar. En etkileyici sabırlardan biri her şeyi bir serap olarak algılama sabrıdır. Tiyatro bu dünyadaki hayatı hep bir serap gibi sunmuş, özgürleştiren bir netlik ve güçle insani yanılsamanın, yanılgının, körlüğün, inkârın ötesini görmemizi sağlamıştır.

Neye baktığımızdan ve bakış şeklimizden o kadar eminiz ki alternatif gerçeklikleri, yeni ihtimalleri, farklı yaklaşımları, gözle görülmez ilişkileri ve zamansız bağlantıları göremiyor, hissedemiyoruz.

Zaman aklımızı, duyularımızı, hayal gücümüzü, tarihlerimizi ve geleceklerimizi derinden canlandırma zamanıdır. Bu, birbirinden uzakta, tek başlarına çalışan insanlarla yapılacak bir iş değildir. Bunu birlikte yapmalıyız. Tiyatro, bu işi birlikte yapmaya davettir.

Çalışmalarınız için can-ı gönülden teşekkür ederim.

HAFTANIN ŞİİRİ

Kitaplar/Hasan Hüseyin Korkmazgil

kitaplar da bizim gibi

doğuyorlar büyüyorlar ölüyorlar

doğan ölür bir gün elbet

ne kuşku

ne var ki öyle değil kazın ayağı

öyle değil işte kurdun kuyruğu

bizler nasıl doğuyorsak

nasıl büyümüyorsak / nasıl ölmüyorsak

kendi toprağımızda

kitaplar da bizim gibi

yakılıp gidiyorlar düşman ellerde

doymadan gençliklerine / yaşamlarına

okuduk bunları ta ilkokul kitaplarında

okuduk bunları tarih belgelerinde

ve yaşadık bunları acılı günlerimizde

üşüttüler karakışta

yak dediler kitabı

yak dediler kitabı

yaktık ısındık

kömürler yattı yerde

madenler yattı yerde

sular öylece aktı

güneş baktı öylece

en eski penceresinden

nerden nere gelmişiz biz

kim söyler

söylemek bir şey değil elbet

kim kalkar tanık olur

bu korkunç cinayete

beyin sığmaz olmuş kafatasına

öfke sığmaz olmuş can kafesine

peki ama nerde o kuş?

Haftanın Sanat Gündemi

15. Metin Atıok Şiir Ödülü’nün Sahibi Belli Oldu!

Bu yıl on beşincisi düzenlenen Metin Altıok Şiir Ödülü’nü İlhan Sami Çomak’ın Hayattayız Nihayet kitabı kazandı.

Doğan Hızlan başkanlığında, Hilmi Yavuz, Eray Canberk, Şükrü Erbaş, Ali Cengizkan ve Haydar Ergülen’den oluşan seçici kurul ödülün oybirliğiyle Çomak’a verilmesini kararlaştırdı. Toplantıda geçen günlerde hayatını kaybeden seçici kurul üyesi şair Salih Bolat sevgiyle anıldı.

Ödülün verilmesindeki gerekçede Metin Altıok Şiir Ödülü Seçici Kurulu şu ifadelere yer verdi:

“İnsanın ölümcül bir yalnızlık, ‘bir hafıza kaybı’ içinde çürüdüğü; doğanın yıkıcı bir sevgisizlikte can çekiştiği, Toplumun, korku ve şiddetten başka bir geleceğinin kalmadığı bir dünyada, 28 yıldır bu dünyanın içinde yaşamadığı halde, olağanüstü bir şiirle, pürüzsüz bir dil ve derinlikle, emekle, aşkla, özgürlük tutkusuyla, barış hayaliyle dünyayı ve insanı yeniden kurduğu için, 15. Metin Altıok Şiir Ödülü, İlhan Sami Çomak’ın “Hayattayız Nihayet” kitabına oybirliğiyle sunulmuştur. Şairimizi kutluyoruz. “

Gazeteci, yazar Aydın Engin’i yitirmenin üzüntüsü içindeyiz.

Aydın Engin, 12 Şubat 1941’de İzmir’in Ödemiş ilçesinde dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki öğrenimini yarıda bıraktıktan sonra tiyatro oyunları yazdı. 1969’da tiyatroculuğu bırakarak gazeteciliğe başladı.

12 Mart Askeri Muhtırası sırasında tutuklandı. Salıverildikten sonra Yeni Ortam gazetesinde yazı işleri müdürü oldu ve aynı gazetede köşe yazıları yazdı. 12 Mart sonrasında Türkiye Sosyalist İşçi Partisinin kurucuları arasına katıldı.  1974 yılında eşi Oya Baydar ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile “İlke” dergisini kurdu. 1976’da Genel Yayın Müdürü olduğu “Politika” gazetesinde “Tırmık” adlı köşesindeki yazılarından dolayı hakkında birçok dava açıldı. 1980’de yurtdışına gitti, 12 yıl boyunca yurda dönemedi. 1991’de çıkan kısmi aftan yararlanarak Türkiye’ye döndü, kısa süre Sağmalcılar Cezaevinde hapis yattı. 1992-2002 arasında Cumhuriyet gazetesinde habercilik ve köşe yazarlığı yaptı. Birgün gazetesinin kuruluşunda yönetici olarak görev aldı. T24 internet gazetesinin kuruluşuna katıldı. 2014-2016 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesinde yazdı. Son olarak da T24’te yazılar kaleme alıyordu. Yaşamı boyunca özgür, bağımsız, demokratik bir Türkiye mücadelesinin yürütücülerinden oldu.  İnsan hakları savunucusuydu.

Aykırı (1964) ve Devri Süleyman (1968) adlı oyunları sahnelenen Aydın Engin’in yapıtları şunlardır: Ben Frankfurt’ta Şoförken (1991), Solda Arayışlar (1996), Tango’dan Taliban’a (2001), Tırmık’a Tırmık (2002), Bir Koltukta Kaç Karpuz (2003), Kitabın Adı Budur (2006), Heykel Oburu (2009), Homeros’un Rüyası (2018).

Eşi Oya Baydar’a, oğlu Ekin’e, yakınlarına, gazeteci, yazar, sanatçı dostları ve arkadaşlarına başsağlığı diliyoruz. (TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI YÖNETİM KURULU)

Aşık Veysel ölümünün 49. yılında Gülhane Parkı’nda anıtının başında anıldı

Türk halk ozanı Aşık Veysel, ölümünün 49’uncu yılında Gülhane Parkı’nda bulunan anıtının başında MESAM tarafından düzenlenen etkinlikle anıldı. Anmaya çok sayıda ozan ve vatandaş da katıldı.

Türk halk ozanı Aşık Veysel, bugün MESAM tarafından düzenlenen ölümünün 49. yılı anma programına MESAM Başkanı Recep Ergül, eski Bakan Mustafa Kul, Aşık Veysel’in torunu Çiğdem Özer, Düşler Dünyası Sanat Topluluğu üyeleri de katıldı.

Anma programı saat 10.00’da saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ile başladı.

Gazeteci yazar Ahmet Özdemir moderatörlüğünde devam eden etkinlikte MESAM Başkanı Recep Ergül, Aşık Veysel’in “Birlik Destanını” okudu.

CUMHURİYET OZANIYDI

Aşık Veysel’in bir Cumhuriyet ozanı olduğunu vurgulayan Recep Ergül, “Kendinden asırlar önce yaşamış olan Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Mevlana gibi değerlerin yirminci yüzyıl temsilcisidir. Cumhuriyetin aşığı denince aklımıza gelen Aşık Veysel’dir. Yeteri kadar anlayabildik mi? Sanmıyorum. Toplumun her kesiminden bir şeyler duyacağız. En çok da siyasetten duyacağız. Siyasetçilere şu çağrıyı yapmak istiyorum. Bu toplumu germeyin. Bu toplumu bir arada tutmaya çalışın” dedi

Toplumun Aşık Veysel’i anlaması ve felsefesini benimsemesi halinde, barış ve huzur içinde yaşayacağını anlatan Recep Ergül, Aşık Veysel’in “Gelmez yola gidiyorum” türküsünü de okudu.

BÜYÜK BİR FİLOZOFTU

Aşık Veysel’in torunu Çiğdem Özer ise Aşık Veysel’in bilim ve çağdaşlığı benimseyen büyük bir filozof olduğunu söyledi.

Dedesinin 7 yaşından itibaren tek bir nokta tek bir çizgi görmediği halde, dünya olaylarını derin bir olgunlukla ve bilgelikle yorumladığını belirten Çiğdem Özer, “Türk edebiyatına çok güzel eserler kazandırdı. Sivas’ın Şarkışla Köyü’nden çıkarak, gerçek bir halk adamı bir bilge olarak halkının duygu ve düşüncelerini toplumsal sorunlarını şiirlerine konu yaptı. Adeta bir Sivas kilimine nakış atar gibi dokudu. Cumhuriyet ozanı olan dedem Atatürk devrimciliğini vatanseverliğini, Atatürk’ün çağdaşlaşma hareketini yürekten özümsemiştir” dedi.

Aşık Veysel’in vatan sevgisini yüreğinde duyan bir halk ozanı olduğunu belirten Çiğdem Özer, “Gülizar ninem dedem içim ‘Bir Atatürk’ü görmediğine bir de askere gidemediğine çok üzülürdü’ derdi” diye konuştu.

Program, Aşık Veysel türkülerini okuyan ozanlar ve şairlerin şiirleriyle son buldu. (Cumhuriyet)

Tudem Edebiyat Ödülleri 20. yılını kutluyor!

20. Tudem Edebiyat Ödülleri’ne başvurular başladı. 2003’ten bu yana çocuk ve gençlik edebiyatımıza çağdaş ve özgün eserler kazandırmak amacıyla gerçekleştirilen yarışma, 20. yılında çocuk edebiyatı alanında ve roman dalında verilecek.

Tudem Edebiyat Ödülleri bu yıl bir ilke imza atıyor ve esin verici eserleriyle yüz binlerce okura ulaşan çok değerli kalemleri 20. yarışmanın jürisinde buluşturuyor: 2022 seçici kurulunda, Tudem Edebiyat Ödülleri’nde birincilik kazanmış yazarlarımızdan Güzin Öztürk, Hanzade Servi, Koray Avcı Çakman, Mavisel Yener ve Miyase Sertbarut yer alıyor.

İki Portre

Muhsin Ertuğrul

Muhsin Ertuğrul (28 Şubat 1892, İstanbul – 29 Nisan 1979, İzmir), Türk tiyatro sanatçısı, yönetmen, oyuncu ve yapımcı.

Türk tiyatrosunun batılı anlamda kurucusu olarak kabul edilen Muhsin Ertuğrul, sinema alanında da Türkiye’de ilk önemli katkıları gerçekleştirmiş; 1922-1939 yılları arasında Türkiye’de film yapan tek kişi olmuştur.

Yaşam öyküsü

1892 yılında İstanbul’da doğdu. İlkokulu Tefeyyüz Mektebi’nde okuduktan sonra Topbaşı Rüştiyesi’nde, Mercan İdadisi’nde okudu. Tefeyyüz Mektebi’nde okurken tiyatroya ilgi duydu ve aktör olmaya karar verdi. 1909’da Erenköy’deki Burhanettin Tiyatrosu’nda Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes oyununda ‘Bob’ rolüyle ilk kez sahneye çıktı. Bu toplulukla birçok oyunda rol aldı. Ailesi, sahneye çıkmasına karşı çıktığı için baba evinden ayrıldı ve tiyatro eğitimi için 1911’de Paris’e gitti. Orada Comédie Française ve birçok Rus tiyatro topluluğunun oyununu izledi.

1912’de İstanbul’a dönünce yönetmen ve oyuncu olarak çalışmaya başladı. İlk kez Shakespeare’in Hamlet oyununu sahneye koydu ve Hamlet rolünü oynadı. 1913’te Bursa’da Millet Tiyatrosu adıyla İsmail Galip Arcan, Behzad Butak ve Kemal Emin Bara ile kurduğu Yeni Turan Temsil Heyeti’nde çok sayıda yabancı oyunu sahneledi ve bu oyunlarda oynadı. Aynı yıl Şehzadebaşı’nda Ertuğrul Sineması’nı açtı. Burada film gösterileri yanı sıra Karanlık İçinde Buse, Fener Bekçileri gibi oyunlar da sunuldu. Sinemada film öncesi kısa gösteriler sundu.

1913 sonunda karıştığı bir siyasi olay nedeniyle sınır dışı edilince tekrar Fransa’ya gitti. Paris konservatuvarına tüm uğraşmalarına karşın giremedi,[1] ancak oradaki tiyatrolar ve sinema stüdyolarında gözlemler yaptı; Jacques Copeau ve Andre Antoine’ın Odeon Tiyatrosu’ndaki çalışmalarını izledi. (Wikipedi)

Ali Emiri

Ali Emîrî ya da Ali Emîrî Efendi (d. 1857, Diyarbakır – ö. 23 Ocak 1924, İstanbul), araştırmacı ve tezkire yazarı.

Bilinen en eski Türkçe sözlük olan Divânu Lügati’t-Türk adlı eserin orijinal tek kopyasını bularak kültür hayatına kazandıran kişidir. Otuz yıl kadar Osmanlı Devleti’nin değişik eyaletlerinde memuriyet yapmış ve gittiği yerlerde nadide kitapları toplamıştır. Oluşturduğu büyük kitap koleksiyonunu devlete bağışlayarak İstanbul’daki Feyzullah Efendi Medresesi’nde “Millet Kütüphanesi”ni kuran Ali Emîrî; ömrünün sonuna kadar kütüphanenin idareciliğini yürüttü. Ayrıca biyografi ve tezkire türünde birçok eser kaleme almış, bazı eski eserleri de “Nevâdir-i Eslâf” adı altında hâşiyelerle yeniden yayımlamıştır. (Wikipedi)

Okuma Önerileri

  1. Eşekli Kütüphaneci/ Fakir Baykurt/Literatür
  2. Benden Sonra Tufan Olmasın/Muhsin Ertuğrul/Remzi
  3. Zefiros – Ebedi Gençlik Rüzgarı/Gülriz Sururi/Doğan Kitap
  4. Kütüphanemi Toplarken/Alberto Manguel/Yapı Kredi
  5. Kütüphane/Bir Başka Labirent Öyküsü/Enis Batur/Sel Yayıncılık 
Exit mobile version