Antakya’da Kültür Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Haftanın Kitabı BİR DİNOZORUN ANILARI/PROF.DR. MİNA URGAN/YKY       Mina Urgan’ı, bundan tam 22 yıl önce, 15 Haziran 2000 tarihinde kaybetmiştik.       Mina Urgan (d. 1 Mayıs 1915, İstanbul), Türk İngiliz edebiyatı profesörü, yazar, filolog ve çevirmendir. İngiliz edebiyatının en önemli eserlerini Türk edebiyatına kazandırdı.   “Bir Dinozorun Anıları, Mina Urgan’ın ölmeden 3 […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Haftanın Kitabı

BİR DİNOZORUN ANILARI/PROF.DR. MİNA URGAN/YKY

      Mina Urgan’ı, bundan tam 22 yıl önce, 15 Haziran 2000 tarihinde kaybetmiştik.

      Mina Urgan (d. 1 Mayıs 1915, İstanbul), Türk İngiliz edebiyatı profesörü, yazar, filolog ve çevirmendir. İngiliz edebiyatının en önemli eserlerini Türk edebiyatına kazandırdı.

  “Bir Dinozorun Anıları, Mina Urgan’ın ölmeden 3 yıl önce 1997 yılında kaleme aldığı, hayatını ve anılarını anlattığı yapıtıdır. Urgan kitabında hayatında önemli yeri olan Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Falih Rıfkı Atay, Behice Boran, Nazım Hikmet, Abidin Dino vb. kişilere yer vererek hayatından kesitler sunar. Kitap basılır basılmaz çok satanlar listesine girmiş ve Urgan bu kitabın ardından Bir Dinozorun Gezileri isimli gezi-anı kitabını kaleme almıştır.”

Haftanın Yazısı

Özgeçmişim/Sabahattin Yalkın

        Ben Antakya – Hatay doğumluyum… 11.Mart.1934. Ana tarafım Türkmen  (Bayat Aşireti – Reyhan kolu / Sürgünle geldikleri yere ( Hatay’da şimdiki Reyhanlı ) Reyhaniye, Reyhanlı diye adlarını vermişler. Baba tarafım Balkanlardan gelme … Hem ana tarafım, hem de baba tarafım en az 200 yıldır Antakyalı. İki tarafın da anadili Türkçe. Her iki aile at işleriyle ( Alım satım, yetiştiricilik ve baytarlık ) uğraşan kimseler. Babadan dedem, Kafkas Cephesi’nde ayakları donduğu için bilekten kesilen, silahçı bir gazi … Fransız Mücadelesi’nde çetelerin silahlarını tamir eden, kurşun döküp fişek yapan ve Fransızlarca “Sakıncalı adam” olarak kontrol altında tutulan biri. Anadan dedem, Çanakkale’de Mustafa Kemal’in 19. Fırka’sında mitralyöz … Ayağından vurulmuş bir gazi . Babamın babasını görmedim. Çanakkale gazisi olan annemin babasını bilirim; zaman zaman ağlayarak anlattığı savaş anılarını hiç unutamam. Şimdi bunlar ne oluyor ? Doğu’da tek kurşun sıkmadan, donan ayakları testere ile narkozsuz kesilen birinin torunu olarak, başta serüvenci Enver Paşa olmak üzere, Dünya Savaşı’nın Talat Paşa’sını, Cemal Paşa’sını ve savaşları sevmem. Ama onların Ermeni militanlarca sokak ortalarında, şurda burda öldürülmelerini de içime sindiremem.

        Ben 2.Büyük Savaş yıllarında büyümüş bir çocuğum. Bütün bu anlattıklarım, benim savaşlara soğuk bakmamın, savaşlara karşı olmamın, kitaplardan ayrı, yaşamımdan öğrendiğim acı gerçeklerdir. Çanakkale gazisi dedemin, 19.Fırka’ da Komutanı olan Mustafa Kemal’i gerçek kişiliği içinde anlatmasını severek ve heyecanla dinlerdim. Mustafa Kemal sevgim oradan başlar. Bu sevgi hep içimde…

        Ben evinde Kuran’dan başka kitap olmayan bir evde büyüdüm. Annem ümmi ( okuma yazması olmayan ) bir ev kadını idi. Babam Antakya’da Fransız dönemi bir süre okula gittiği için okumayı, yazmayı ( eski ve yeni yazı ) bilirdi. Babası silahçı olduğu için, kendisi de silahtan anlar, onların tamir işini yapar, kurşun ihtiyacı olanlara, kurşun döker, fişek hazırlardı. Fransızlara karşı Hatay Mücadelesi’ nin başını çeken şoför esnafı ile yakın ilişkisi vardı. Bu bir çete direnişi idi. 

        İlk – orta – lise öğrenimim Antakya’da geçti. Sınıfın iyi öğrencilerinden biriydim.İftihar listesinde adım olurdu. İstanbul’da Orman Fakültesini burslu 2.ncilikle,İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesini 7.cilikle kazandım. İTÜ’ yu burslu okudum. Devlet Su İşleri ( DSİ 1959-1970) ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde (EİE 1970-1993) Daire Başkanlığına dek çeşitli görevlerde su mühendisliği yaptım. Evim oluncaya dek kaç ev değiştirdim hatırlayamıyorum. Kitapsız bir evden, üç binden çok kitabı olan bir eve ulaştım sonunda. Kitabı ekmekten ayırmam. O denli değerlidir benim için.

       Mühendislik dönemimde, 1970 yılında Komünist Macaristan’da VİTUKİ – Budapeşte Teknik Üniversitesi’nde Hidroloji konusunda, Uluslararası Lisansüstü eğitim gördüm. 1973-74 yılları arasında Hollanda’da Delft Teknoloji Enstitüsü’nde gene Hidroloji üzerine Uluslararası Lisansüstü eğitimim oldu. Meslek gereği Anadolu’ da nerde su varsa oraları gezdim, gördüm. Anadolu’yu, Anadoluluyu iyi bilirim diyebilirim. Dışarda, hem komünist ülkeleri, hem gelişmiş Batı ülkelerini görmek, oralarda yaşamak,bilgimi görgümü arttırdı.

       İster Batı üzerine, ister Doğu üzerine konuşurken mangalda kül bırakmayanlara karşı karnım tok. Ben Doğuluyum, Doğu’yu hep sevdim. Yeterince uygar olduğumu sanıyorum. Batı’yı çok sevdiğimi söyleyemem. Fazla bir hayranlığımın olduğunu da … Büyük kentlerin bohem yaşamı, kültürel etkinlikleri dışında. Avrupalıları hep Haçlı Seferleri’nin azgın, acımasız savaşçıları olarak görüyorum. Değişeceklerini de sanmıyorum. Bütün kıtalarda kendilerinden başka insanları hep sömürmüşlerdir. Amerika, Afrika, Avustralya … Kaç milyon yerli öldürülmüş, kimse bilemez. Hindistan, Vietnam, Afganistan, Irak …Şimdi Libya, Suriye… Öldürümler, öldürümler… İlerde kim bilir nereler sırada ?

       Mühendisliğime gelince : Mühendislik yaparken ekmeğini yediğim kurumlarıma hainlik yapmadım. Dağ, taş Anadolu’mu severek, heyecan duyarak dolaştım. Yirmiden fazla teknik makale yazdım. Çeviriler yaptım. Bildiklerimi, uygulamalarımı yazıya döktüm. Uluslararası Su Toplantıları’nda Türkiye Heyetlerinde yer aldım.1959 ekiminde başlayan mühendisliğimi, 1993 de noktaladım. 15-16 yıldır İstanbul’dayım. Prof.Dr. Yüksel Koç ile evliyim .(Siyasal Bilgiler-Ankara).Bir kızım var; Prof. Dr.Volkan Demir ile evli.(Galatasaray Üniversitesi ) İkisi kız, biri oğlan üç torunum var. Onlar benim yaşayan şiirlerimdir.

        Ya şiir … Nereden mi bulaştım şiire ? Siz Antakya’yı bilir misiniz ? En az on ay masmavi bir gök altında yaşamayı … Isınma sorununun pek duyulmadığı … Ya toprağın bereketini ? Meyvenin, sebzenin her türlüsü … En kıt gelirlilerin bile rahatlıkla geçinebildikleri olanaklar . Her dilden, her dinden insanlar; bu karma yaşamın doğurduğu çok zengin yemek kültürü. Hoşgörü içinde, sevecen insanlar. Şiir için yetmez mi bunlar? Hele bu müthiş güzel iklim içinde kanı kaynayan, yüzlerinden gözlerinden aşk taşan insanlar … Hitit, Roma, Yunan, Bizans, Osmanlı kültürleri … Yahudi, Hıristiyan, İslam öğretilerinin, yaşam biçimlerinin zengin harmanı … Ya o bitmez tükenmez Akdeniz’in yaşam sevinci, sevecenliği, sıcaklığı … Eh, matematik eğitimi de olan, benim payıma da bir şeyler düşmüştür bu görkemli dünyalardan. Akdeniz’i hep sevdim. O benim AŞKDENİZİM… Antakya’yı hep sevdim. Sevmeyi hep sevdim. Şiirlerimde tüm bunların izi, duyarlığı, içtenliği var. Ve ben aşkı bir türlü  anlayamadım gitti. İstedim mi, sevdim mi ? Öyle iç içe yaşadım ki bu duygularla… TANIĞIM ANTAKYA GÜNEŞİ…

Adonis’in Homeros Ödülü’nde yaptığı konuşma

 (Arapça’dan çeviren: Mehmet Hakkı Suçin)

1. Uluslararası Bayraklı Homeros Edebiyat Sanat Festivali’nde Adonis ve Özdemir İnce’ye Homeros Onur Ödülü verildi. Şair ve düşünür Adonis’in festivalin açılış ve Onur Ödülü töreninde yaptığı konuşması şöyle:

Sayın Belediye Başkanı,

Sayın Festival Müdürü,

Değerli katılımcılar,

        Bugün bütün dünyada, özellikle de İslam dünyasında kültür; dil ya da alfabe görünümüyle iki ufuklu bir alan gibi görünmektedir. Bunlar din ve şiir alanlarıdır. Başta Avrupa ve Amerika odaklı olmak üzere dinin ufkunda gördüğümüz tek şey, çeşitli türlerde ve biçimlerde imha ve tahrip eden nitelikleriyle şiddet ve savaşlardır.

         Medya, pek çok yolla bütün bu yıkımları ve tahripleri öne çıkarıp teşvik ederken şiir dışlanmış ve suçlanmış bir halde tek başına ayakta duruyor. Bu özelliği ve öznelliğiyle kendine özgü ufuklara nüfuz ederek ilk atalarına samimi bir bakış atıyor ve şöyle sorular soruyor: “Şiir ne yapmalı ey Gılgamış? Sen ey Homeros, söyle bize: Nereye yolcudur Ulysses’in torunları? Bu yolculuktan dönebilecekler mi? Nasıl dönecekler? Nereye dönecekler?” Ve her şeyden önce: Nereye yolcular? Ve sen ey Virgil, senin sürgündeki şiirini öyle çok sevdik ki neredeyse sürgünün kendisi olmak istedik.

        Hem şiir ehli hem de din ehlince kullanılan dil, kullanım amacı ve biçimine göre çok faydalı ve inkişaf ettiren olabileceği gibi çok tehlikeli, tahrip ve imha eden de olabilir! Dil, asıl amacı olan anlatma, anlama, dönüştürme ve geliştirme amacından saptırılıp yalnızca bir ideolojinin ya da bir dinin statik, değişime ve dönüşüme kapalı mesajlarının iletim aracı hâline dönüşürse hazır ve kesin cevap sularının biriktiği bir bataklık ya da durgun, hastalıklar üreten bir sarnıca dönüşebilir.

        Böylece pratikte hakikat, yalana dönüşür. Yalan da doğrunun yerini alır ve insanın kendisi vehim haline gelir. Vehim de gerçekliğin yerine geçer. Ve nihayet görünen, görünmezleşir ve yerini görünmezlik alır.

       İşte tam da bu nedenlerle bugünün dünyasına, insana, hakikate ve varoluşa dair ne varsa hepsini örtbas etme, imha etme ve dışlama sanatı hâkimdir. Böyle bir dünyada ise özgür ve bağımsız öznelliğin/kendiliğin bir yeri yoktur.

        Yaşamakta olduğumuz dünya, bâtını zahirinden daha korkunç olan bir savaş dünyasıdır. Çünkü bâtın, insanın derin aidiyetinde onu içeriden imha etmektedir. Zahir ise hakikati imha etmekle ilgilenmektedir ki İngiliz şair Kipling bunu şöyle ifade ediyor: “Savaşta ilk kurban, hakikattir.”

        Savaş, gerçek yüzünde hakikat ilkesinin ortadan kaldırılmasıdır ki bu ise şiirin imhası ve her şeyden önce insanın imhası demektir.

        Hakikaten, bugün dil ne kadar tehlikelidir, ey Homeros!

       Her şey, her şeye karşı savaşa dönüşüyor. Gökyüzünde savaşçıların miğferleri üzerine indirilmeyen yıldız kalmadı. Bu ışıkta, Doğu’dan bir kadının Batı’dan bir kadının kulağına küpe olan halhalını görüyor gibiyim. Geriye kalanların kırmızı bir kafile halinde geldiklerini görür gibiyim.      Fakat Hölderlin’in ifadesiyle söylersek doğanın insanı, şiirsel anlamda bu dünyada yaşar. Savaş anlamında gök insanının yaşadığı da aynı dünyadır. Öyleyse şiir, evrene bölünmez bir bütün, insana ise bu bütünün sırrı, anlamı ve odağı şeklinde bakmamızı sağlayan ilk ışık olmaya devam eder. Böylece dünya, Muhyiddin İbn Arabi’nin ifadesiyle “büyük âlem”in küçüğü vasfıyla var olur. Ve şiir, dünyaya derin insani anlamını veren, insanlığın ilk yaratıcı enerjisi olma vasfını sürdürür. Şiir, sürekli dünyaya yeni bir insani form/suret/biçim sağlayarak dil ile nesne, insan ile insan ve insan ile dünya arasında yeni ilişkiler tesis eder.

            Şiiri kutlamak amacıyla bu ödülü düzenleyen herkesi teşekkürle selamlıyorum.

            Bu şair-kent İzmir’i teşekkürle selamlıyorum.

            Siz değerli katılımcıları tek tek teşekkürle selamlıyorum. (İzmir, 3 Haziran 2022)

                                                                 II

       İzmir Belediye Başkanı’na ve Festival Müdürü’ne bir kez daha teşekkürlerimi sunmama izin verin lütfen.

         Bu ödülün yani Homeros Ödülü’nün günümüzün kültürüne dair evrensel düzeyde iki önemli sembol içerdiğini görüyorum.

          Bunlardan ilki, modern dünyada şiirin rolünde ve yerinde kendini gösteriyor. Şiire dair en iyi ifade şekli olma özelliğiyle yaratıcı bir roldür. Bu, âşık bir insanın kendini en iyi aşkla ifade edebilmesine benzer bir roldür.

        Bazıları şiirin yatay düzlemde yani okuma düzeyinde yalnızlığının arttığını düşünse de gerçekte dikey düzlemde şiir daha da kökleşmektedir. Öyleyse şiirin bittiğini düşünmek, hayatın kendisinin bittiğini düşünmek değil midir? Çünkü şiir, insanın güneşi olan alfabenin güneşinden başka bir şey değildir.

         İkinci sembol ise ödülün bizzat kendisiyle ilgilidir. Çünkü bu ödül, öz ile öteki arasındaki yaratıcı diyaloğu, dolayısıyla da dünya ile nesnelerin bilinmezliklerine yolculuğu somutlaştırıyor. Yani dillerin, ırkların ve ülkelerin de ötesinde insanın birliğinin temsil ediyor.

         Öz ile öteki arasındaki bu özel ilişki, tasavvuf deneyiminde çok güzel ifade edilir. Tasavvuf, bu özel ilişki hakkında büyük bir tasavvufçunun ağzıyla bize şöyle diyor:

       “Aşk dininin müminiyim, dilediği yöne gitsin

        Kervan; dinim de aşktır imanım da aşk.”

        Bir başka tasavvufçu ise aynı konuda şöyle diyor:

        “Beni adlandır ve çağır her menzilde

          İster Müslüman ister Yahudi ister Hristiyan”

           Yine bir başkası:

         “Dost, öteki olan sensin,” diyor.

          Arap felsefesi, bu sözü kendi diline İbni Rüşd’ün diliyle çevirmiş ve herhangi bir vahdaniyet dinine mensup olmayan bir filozofu “İlk Öğretmen” olarak adlandırmıştır. Bu öğretmen, filozof Aristo’dur.

         İnsan, kendi özüne yolculuk etse bile bu yolculukta ona eşlik edecek olan, yine bu farklı olan ötekidir. Çünkü farklı olan bu öteki, insanın özünü oluşturan temel unsurlardan birisidir.

          Bu düşünce ekseninde Homeros Ödülü’nün kişilerin siyasi ve ideolojik aidiyetlerinden tamamen bağımsız olarak sadece yaratıcılığı taçlandıran bir sembol olmasını dilerim.

         Bir kez daha bu eşsiz paylaşım fırsatı için hepinize teşekkür ederim.

Haftanın Şiiri

Fahriye Abla/Ahmet Muhip Dıranas

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar

Kapanırdı daha gün batmadan kapılar

Bu afyon ruhu gibi baygın mahalleden

Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen!

Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen

Gözlerin , dişlerin ve akpak gerdanınla

Ne güzel komşumuzdun sen fahriye abla

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi

Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi

Güneşin batmasına yakın saatlerde

Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede

Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede

Bahçede akasyalar açardı baharla

Ne şirin komşumuzdun fahriye abla

Önce upuzun sonra kesik saçın vardı

Tenin buğdaysı , boyun bir başak kadardı

İçini gıcıklardı bütün erkeklerin

Altın bileziklerle dolu bileklerin

Açılırdı rüzgarda kısa eteklerin

Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla

Ne çapkın komşumuzdun sen fahriye abla

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya

En sonunda varmışsın bir erzincanlı’ya

Bilmem şimdi hala bu ilk kocanda mısın

Hala dağları karlı erzincanda mısın

Bırak geçmiş günleri gönlüm hatırlasın

Hatırada kalan şeyler değişmez zamanda

Ne vefalı komşumuzdun sen fahriye abla

Haftanın Sanat Gündemi

        Hakan Unutmaz’ın, “Gün Kısırı Ruhların” isimli dosyası, Ali Rıza Ertan Şiir Yarışmasında Başarı Ödülü’ne lâyık görüldü. Dün (10 Haziran 2022) ödül töreninde, Unutmaz, ödül kazanan dosyadan -içinde benim de adımın geçtiği- aşağıdaki şiirini okudu. Yaşantımızdaki sanala doğru evrilmeyi konu edinen bu şiirde, ismimin yer almasını -sanaldaki bir devingen olduğumdan- yadırgamadım. Bir şiirde, hem de ödül almış  kitapta yer alan bir şiirde ismimin geçmesinden ve şairinin ödül töreninde okumak için bu şiiri seçmiş olmasından sevinç ve onur duydum. Sevgili Hakan Unutmaz’ı burada yeniden kutlayarak, teşekkürlerimi sunuyorum

Sait Faik Öykü Ödülü’nde süreç başlıyor

Nilüfer Belediyesi’nin Yılın Yazarı etkinlikleri kapsamında düzenlediği Sait Faik Öykü Ödülü Yarışması’na başvurular 13 Haziran’da başlıyor. Başvurular 26 Ağustos’a kadar devam edecek.

Nilüfer Belediyesi’nin, Türk Edebiyatı’nda önemli bir yere sahip, farklı dallarda eserler üretmiş bir yazar adına düzenlediği Yılın Yazarı etkinlikleri bu defa Öykü Ödülü Yarışması ile devam ediyor. 2022 Yılın Yazarı: Sait Faik Öykü Ödülü için başvurular 13 Haziran’da başlıyor. Son başvuru tarihi 26 Ağustos olarak belirlenen ödüle başvurmak isteyenler başvurularını  posta yoluyla ya da elden yapabilecek. Herkese açık olan yarışmaya rumuz ile katılım zorunlu. İsteyenlerin en fazla iki öykü ile ödüle başvuruda bulunabilecek. Ödüle başvuran eserleri Jale Özata Dirlikyapan, Nahit Kayabaşı, Birgül Oğuz, Şafak Baba Pala ve Hülya Soyşekerci’den oluşan Seçiçi Kurul değerlendirecek. Öykü Ödülü sonuçları 31 Ekim 2022 tarihinde açıklanacak. Büyük ödülü kazanan 4 bin TL ödül alacak, 5 kişi de 1500 TL’lik mansiyon ile ödüllendirilecek.

Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri sahiplerini buldu

Şair Sennur Sezer’in anısına düzenlenen Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Yarışması’nın ödül töreni, şairin 79. yaş gününde gerçekleştirildi.

 Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri; İstanbul Avcılar’da bulunan Barış Manço Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenle sahiplerini buldu. DİSK/Gıda-İş Sendikası ve Manos Kitap tarafından düzenlenen etkinlikte şiir ödülü Bahtiyar Kaymak, öykü ödülü Üzeyir Karahasanoğlu ve jüri özel ödülü İrfan Temel’e verildi.

Usta şairin 79’uncu doğum gününün de kutlandığı törene Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, Avcılar Belediye Başkanı Turan Hançerli, DİSK/Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, DİSK’e bağlı sendikaların yöneticileri, şube başkanları, Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) yöneticileri, Sezer’in dostları, okurları ve yoldaşları katıldı.

TÖREN ÖZCAN YAMAN’IN SERGİSİYLE BAŞLADI

Tören, Fotoğraf Sanatçısı Özcan Yaman’ın Sennur Sezer’in fotoğraflarından ve şiirlerinden hazırladığı serginin açılışıyla başladı. “İzler Özcan Yaman ve Sözler Sennur” başlıklı fotoğraf sergisinin açılışını DİSK/Gıda-İş Genel Sekreteri Olcay Ozak gerçekleştirdi.

Özcan Yaman, “Sennur Abla hep bizimle birlikte yaşıyor. Bugün onun sayesinde buradayız. Sennur Abla ‘aydın ve sanatçılar işçi sınıfının içinde yer almadıkça bu işler çözülmez’ derdi. Sadece edebiyatla uğraşan bir insan değildi. Sinema, tiyatro, resim, fotoğraf ve güzel sanatların her dalıyla ilgili eleştiri yazardı. Kendisini şair olarak tanıyoruz ama başka yönlerinin de ortaya çıkarılması gerektiğini düşünüyorum” dedi. Sergide Sennur Sezer’in 52 fotoğrafta ıslak imzasının olduğunu belirten Yaman “Bir gün Sennur Sezer Vakfı kurulursa bunların hepsini oraya bağışlamak istiyorum” ifadelerini kullandı.

Avcılar Belediyesi Başkanı Turan Hançerli, “Sennur Abla bizim için özel biri. Ben üniversite yıllarında Sennur Abla’yı tanıdım. Onunla sohbet etme, onun eğitimlerinden ders çıkarma, onu okuma şansım oldu. Sennur Sezer’in ismini taşıyan bir ödülün törenine ev sahipliği yapmak benim için onur ve gurur kaynağı” dedi.  (Evrensel)

Ne Okusak?

  1. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu/Peyami Safa/Bilgi Yayınevi
  2. Bir Dinozorun Gezileri/ Mina Urgan/ YKY
  3. Yedi Güzel Adam/ Cahit Zarifoğlu/ Beyan Yayıncılık
  4. Piyale/ Ahmet Haşim/YKY
  5. Bu Ülke/ Cemil Meriç/ İletişim
Exit mobile version