Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Kent-Kültür-Demokrasi/ Cengiz Bektaş
Bir yapı ya onarılır ya da yenilenir. İkisi birbirinden ayrı şeylerdir…Bir evi yıkıp yerine tıpkısını yaparsanız bu bir yenilemedir. Bu düpedüz aldatmacadır. Eski evin kültür izlerini tümüyle yok etmiş olursunuz. Böyle yapmanın yanlışlığını yıllardır söylüyorum. Ama her yerde sürdürülüyor bu yanlış tutum…Yeni yapı “Tarihsel” yapı değil, yaptığımız günün yapısıdır artık. İkinci büyük savaşta batılılar nerdeyse tümüyle yok ettikleri kentlerini, eski resimlerden, çizimlerden yararlanarak böyle yenilediler. Varşova ile Frankfurt bunun en belirgin örnekleridir. Bunların tarihsel yapılar olduğunu sanırsınız … Oysa yalnızca “kopya”dırlar… Ancak , “İşte biz geçmişte buna benziyorduk” demektedirler. Onarım başka bir şeydir…Yapının, çürümüş, bozulmuş , yıkılmış yerleri yalnız o yerleri, gerekirse yeni parçalarla, gereçlerle onarılır. Eski ile yeni ekleneni hemen ayrımsarsınız… (Tanıtım yazısı)
Konuk Yazar
Günümüz Şiiri Üzerine zaman zaman yazılar yazılıyor … Abartıya kaçmadan, hedef göstermeden, benim de çoğuna katılacağım konulara değinen yazıları ilgi ile izlerim. Şurası da bir gerçek, ülkemizde hakemsiz oynanan bir oyuna dönmüştür şiirimiz. Daha doğrusu, çok hakemle oynanan bir savrukluk içinde. Kim doğru, kim yanlış anlaşılamıyor. Ne eleştiri, ne de eleştirmen toplumumuzda tam yerin oturmuş görünmüyor. Bu arada iz bırakan birkaç eleştirmenimiz çıktı, derli toplu yıllıklar yayımlandı. Ancak bunlar yeterli değildi. Övülen şiirler ya da şiir kitapları bilimsel, yansız, art niyetsiz bir yere oturtulamadığı gibi, bunlar niçin önemlidir yargısı açık seçik ortaya konulamadı. Yüreklilik isteyen vargılar görülmedi yeterince. Son yıllarda dergicilik, kitapçılık gibi olgular, göz açıp kapayıncaya dek, İnternet’e düşmüş, İnternet’in esiri olmuş durumda. Bizden, dış ülkelerden on binlerce şiir, Laptop’larda cirit atıyor. Doğrusu bu da şiirimize ne getirir, şiirimizden ne götürür, üzerinde durulması gereken bir konu.
Aramızdan ayrılalı 10 yılı geride bırakan meslektaşım Hüseyin Cöntürk’ü anmak istedim burada. Şiirimiz üzerine çağcıl eleştiriler yapan Cöntürk hilesiz bir edebiyatçımız idi. Gözünden kaçmış şiir olmazdı. Son zamanlarda öykü üzerinde yoğunlaşmıştı çalışmaları. Cöntürk ne kimseden alkış isterdi, ne de kolay alkışlardı. Hep genç yazarları, özellikle şairleri mercek altında tutardı. Önemli gördüğüm için, Cöntürk’e göre şiir eleştirilerinde neler yapılmalıdır?
1. Şiirin aktarılabilir özünü, özet olarak vermek
2. Şiiri, yazarın kişiliği, yaşamı ve toplumsal durumu içinde açıklamak
3. Şiirin halktan gelen özelliklerini göstermek
4. Şairin psikolojik durumu ile şiir arasındaki ilintileri göstermek
5.Şiiri, şairin toplumsal sınıfını, milletini ve zamanını yansıtması bakımından incelemek
6. şiirin açıkça savunduğu ya da sezdirdiği toplumsal ve siyasal davranışların
tartışmasını yapmak; bunların anlamları üzerinde durmak
7. Şiirin biçimsel, müziksel, sözsel yapılarını incelemek
8.Şair ne vermek istemiştir; ne kadarını verebilmiştir. Ve ekliyor: “ Bu değerlendirmeler
tam yerine oturmuş mudur ?“ Bir de şairin eski şiirlerini okuyun!“ uyarısında
bulunuyor. Nerde bunları yapacak babayiğit eleştirmenler?
Nurullah Ataç zaman zaman “ Zarımı Turgut Uyar için atıyorum!” gibi çıkışlar yapardı; doğrusu ona da yakışırdı. Ancak Ataç çağcıl birleştirmenimiz değildi.
Cöntürk, gözünü budaktan sakınmaz bir yapıdaydı. Eleştirilerinde çok hırçın davranırdı. Bazı şairlere dobra dobra “ Sende iş yok…Uğraşma bu işle!” diyecek kadar… Kimseye şirin görünmeye kalkmadı; sonunda da küstürüldü. Her gün bir düşünce üreten bu beyin ( Birlikte 15 yıl kadar mühendislik yaptık ) son 30 yılını mühendislikle ilgili teknik yazılar dışında, tek satır yazmadan kapattı. Bence çok yazık oldu edebiyatımız bakımından. Çünkü Cöntürk yeterli İngilizcesi ile dış Dünyanın edebiyatını, yazılanları çok dikkatle izlerdi. Neyi okuyacağını bilen, okuduğunu anlayan bir edebiyatçıydı, diyebilirim. Söylediklerini inandırıcı verilere bağlardı. Hem sağ, hem sol görünen dergileri ayrımsız okurdu. Cahilliğini hissettiği kimselerden hemen kaçardı. Şimdilerde ortalıkta görülenler, onun bilimsel yaklaşımı içinde olamadılar. Ataç Usta, Orhan Burian, Cöntürk, Asım Bezirci,Adnan Benk,Fethi Naci… gibi 5-10 donanımlı eleştirmenimizden sonra bir boşluk oldu dersek yanılmış olmayız. Ne ki, bizim gibi düşün dünyası gelişmemiş ülkelerde, eleştiriye soyunmak, bir tür Donkişotluk oluyor. Osmanlılardan kalan yalakalık kurumu dimdik ayakta ve saygınlığını, geçerliliğini sürdürüyor. Hele edebiyatımız ve edebiyatçılarımız eleştiriye karşı, hiç de hoşgörülü değiller. Bence eleştirmenler her zaman adaleti gözardı etmeyecek derecede namuslu olmak zorundadırlar.
Genelde Batı’dan kopyalama adlar altında üretilen şiir akımlarımız, pek inandırıcı görünmüyor. Şiir Akımlarımızın hangisini ele alsak, hiçbiri üzerinde doğru dürüst bir yargıya varılamamıştır kanımca. Akım dediklerimiz bir taklitten öteye geçebilmiş mi? Bu çok tartışmalı bir durumdur. A akımı ya da Bakımı, hangi akım olursa olsun, kimdir sizin düşün adamınız veya adamlarınız ? diye sorarsanız, yanıt alamazsınız. Sinemacınız, tiyatrocunuz, ressamlarınız, müzisyenleriniz kimler ? Romancılarınız, öykücüleriniz, dramaturglarınız, çevirmenleriniz … Yanıt yok. Çünkü “ Akım “ dendi mi, sanatın bütün dalları bir arada düşünülmek gerekir. Örneğin İkinci Yeniciler içine sokulanlar, yahut kendini onlardan biriymiş gibi göstermeye çalışan şairler, zamanla dağılıp gittiler. Her biri bir telden çalmaya başladı. Daha doğrusu hiç biri dobra dobra “Ben ikinci yeniciyim!” demedi, diyemedi. Ayrı ayrı kendi şiirlerini yazmayı sürdürdüler. Gerçekte insan, babası gibi düşünüp, yaşamını onunki gibi sürdürüyorsa, her hangi bir akım içinde olması mümkün mü … Kişi yaşam biçimini değiştiremedikçe, düşünsel yapısını çok boyutlu kılamadıkça, uluslar arası değerleri yakalayamadıkça, ne şiiri gelişir, ne de sanat ürünleri. Günümüzde görülen tablo aşağı yukarı böyle. Kaldı ki Anadolu topraklarında bin yıldır, bizim diyebileceğimiz bir filozofumuz yetişmedi. Yetişir gibi olanlar da bildik düşünceleri yorumlamaktan öteye geçemediler. Daha bu güne dek, Nazım Hikmet, Dağlarca, Cahit Sıtkı, Can Yücel, Attila İlhan, Behçet Necatigil… Hangi akım içindedirler, biliyor muyuz? Bu adları bir yerlere yerleştirmeyecek miyiz? Hangi akım içinde nitelendireceğiz? Bu adlar bizden değil mi? Ve de şiirimizde kendilerini kanıtlamış, genel kabul görmüş değiller mi? Bu şairlerimiz ortada mı bırakılacaklar?
Bir edebiyat toplantısındaki konuşmamda, “ Şiir gerdek gecesi gibidir; size sizden başka kimse yardımcı olamaz !“ demiştim. Homurdanmalar başlamıştı.“ Şair, tek başına yürümek zorundadır; yoksa kalabalığı karışır !” demiştim. Gene homurdanmalar… “Şiirde üstat müstat olmaz !” demiştim. Gene aynı sesler… Bunları niye söylemiştim? Şunun için: Hiç kimsenin yaşamının kopyası yoktur. Her yaşamın kendine özgü şiiri vardır. Kopyacılığa başladınız mı, bitersiniz. Çünkü parça parça da verilse, kişi yaşamı boyunca uzun bir şiir yazar. Çok kimse bu ayrımı göremez durumda. Yaşadığım olaylar, Anadolu insanının kendini değişmemeye kurduğunu, kurguladığını gösterdi bana. İşte töre cinayetleri… Kadınları dövmeler, yaralamalar, öldürmeler, tecavüzler… Çocuk işkenceleri, ırza geçmeler sürüp gidiyor. Dışarıya gönderilen işçilerimizin çoğu, ne oranın dilini öğreniyor, ne de Batı’nın yaşamından kendi yaşamına aktarmalar yapıyor. Belki abartılı olacak ama, gidenler nerdeyse oralardan hiç bir şey öğrenmeden, gittikleri gibi dönüyorlar yurda.
Bu arada yazınımızda, mistik motiflerin çokça yer almasına da değinenler var haklı olarak. Ancak bu özel durum biraz açıklanmak ister. Çünkü din kitapları olsun, mitoloji olsun, şiirsel zenginliklerle dolu; hem de göz ardı edilemeyecek denli…Kanımca şairlerin yararlanabilecekleri çok şeyler var din kitaplarında… Soyut kavramlar ,imge dünyasına açılan birer kapı gibi…Yunan Mitolojisi göz ardı edilemez. Halikarnas Balıkçısı ( Cevat Şakir Kabaağaçlı)özel çabası ile Anadolu Efsanelerini gün yüzüne çıkarmıştı. Elimizde Anadolu Mitolojisi var. Doğu Destanları da okunmalı bir doğulu olarak…Yeter ki yazılacak yazılar, çağcıl bir yaklaşım içinde kurgulansın, yalan ve yanlışlara yer verilmeden sunulsunlar…
ORONTES’Lİ NAURA*
Sabahattin Yalkın
1. Habibineccar güneşi bir güneşe sığar mı ki
damarlarımda dolaşan kan
taşır içinde milyarlarca güneşi…
2. Bilinmez hangi masallarda hangi masal beyleri
kimi kral kimi barbar kimi düş içinde birer ölü
nice kavga karışmış nice sevda nice bela
Orontes Irmağı’nın kız-oğlan kız sularına
Antakya kendine adar tüm yaşamını…
3. Uzak yılların ağıdını sesler Naura*
ıslıklı bir yel kıvraklığında sular
aşklanır toprakların kurumuş dudaklarına
serçeler kapışır başak kırıntılarını
ötüleri Silpius’un sabah mahmurluğunda
kuru ot rengine bürünmüş kertişler
güneşten aldığı sıcağı paylaşır ulu orta…
4. Orontes’in en güzel ecesi Zennubya
keçi sütüyle yıkanır sabah ayrı akşam ayrı
kim öper geceye hazırlanan arsız beyazını
defne kokulu kuş tüyü yataklarda
öpülere kanar bedenlerin şakayığı…
5. Orda Amanosların yıllanmış kan şarabı
esrik gölgelerin danslarına karışır
yankılanarak büyür dümbeklerin oynak havası
kan-ter içinde kalır kurbat kızının karnı
tanıktır Cehennem Kayıkçısı’nın kaya başı…
CNR Mersin Kitap Fuarı başladı
CNR Yenişehir Fuar Merkezi’nde 3 Aralık tarihine kadar sürecek fuarda aralarında söyleşi, panel, şiir dinletileri ve çocuk etkinlikleri gerçekleşecek
CNR Mersin Kitap Fuarı kitapseverlere kapılarını bu yıl 3’üncü kez açtı. CNR Yenişehir Fuar Merkezi’nde 3 Aralık tarihine kadar dokuz gün boyunca devam edecek fuar, Alfa, Can , Erdem, Ephesus, Epsilon, Timaş, Beyaz Balina, Kırmızı Kedi, YKY, İş Bankası , İletişim , Pegasus, Profil, Semerkand, Yeditepe, İthaki, Damla yayınları, Doğan Kitap, TÜBİTAK, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu’nun da aralarında bulunduğu 250’nin üzerinde yayınevi ve 450 marka kitaplarını okuyucularla buluşturuyor. Mersin Valiliği ve Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle düzenlenen fuarda, söyleşi, panel, şiir dinletileri ve çocuk etkinlikleriyle birlikte 500 etkinlik gerçekleştirilecek. (Aydınlık)
72. Yunus Nadi Ödülleri’nin kazananları açıklandı
Yunus Nadi Ödülleri’nde ‘En İyi Roman Ödülü’ Sibop adlı romanıyla Başar Başarır, ‘En İyi Öykü Ödülü’ ise Pera Mera kitabıyla Murat Yalçın kazandı.
Türkiye’nin gelenekleşen ve kurumsallaşan en uzun süreli ödülü olan Yunus Nadi Ödülleri’nin 72’ncisi sahiplerini buldu. Cumhuriyet Vakfı’nın düzenlediği ödüller bu yıl “Edebiyat” ve “Bilimsel Araştırma” olmak üzere iki ana dalda verildi. Edebiyat Ana Dalı’nda öykü, roman ve şiir; Bilimsel Araştırma Ana Dalı’nda ise sosyal bilimler dalında dağıtıldı.
Cumhuriyet Vakfı’nın düzenlediği Yunus Nadi Ödülleri’nde bu yıl Seçici Kurulu’nu Ahmet Cemal, Turhan Günay, Handan İnci, Güray Öz ve Yüksel Pazarkaya’nın oluşturduğu ‘En İyi Roman Ödülü’nün kazananı Sibop adlı romanıyla Başar Başarır oldu.
Seçici Kurulu’nda Hikmet Altınkaynak, Sezer Ateş Ayvaz, Metin Celâl Nursel Duruel ve Seval Şahin’in yer aldığı ‘En İyi Öykü Ödülü’nü ise Pera Mera kitabıyla Murat Yalçın kazandı.
2017 Yunus Nadi Ödülleri 25 Kasım Cumartesi günü saat 19.00’da Şişli Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde gerçekleştirilecek törenle sahiplerine sunulacak. (www.t24.com)
Nedim Gürsel: 20. yüzyıl şiirine Ekim Devrimi damgasını vurdu
Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi, “Nâzım Hikmet Konferansları” kapsamında Nedim Gürsel’i ağırladı. Gürsel, Dünya Şairi Nâzım Hikmet adlı yapıtından yola çıkarak, Nâzım Hikmet’in şiirlerinde yenilik ve gelenek sorununu, 20. Yüzyılda şiir ve komünizm, Nâzım Hikmet ile özgürleşen Türk şiiri konu başlıklarındaki sohbetinde Memleketimden İnsan Manzaraları ile dönemin akımlarını değerlendirdi.
Nedim Gürsel, Nâzım Hikmet’i anlatacak
Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi, “Nâzım Hikmet Konferansları” kapsamında, kitapları 25 dile çevrilmiş, ulusal ve uluslararası birçok ödülün sahibi yazar Nedim Gürsel’i ağırladı. Gürsel, Dünya Şairi Nâzım Hikmet adlı yapıtından yola çıkarak, Nâzım Hikmet’in şiirlerinde yenilik ve gelenek sorununu, 20. Yüzyılda şiir ve komünizm, Nâzım Hikmet ile özgürleşen Türk şiiri konu başlıklarındaki sohbetinde Memleketimden İnsan Manzaraları ile dönemin akımlarını değerlendirdi. (Cumhuriyet)
Çocuk edebiyatının duayen ismi, “Çocuklar hayatın içinden bilgilerle yetiştirilmeli” dedi.
Eski bir öğretmen olan ve yazdığı kitaplarla üç kuşağı büyüten Gülten Dayıoğlu, Öğretmenler Günü’nde Hatay’da öğrencilerle bir araya geldi. Günümüz çocuklarına erişebilmek için öğretmenlerin kendini her zaman güncellemesi gerektiğini vurgulayan Dayıoğlu, eğitim sisteminde ezberci yönteme karşı müfredatın esnek olması gerektiğini söyleyerek, “Çocuklar hayatın içinden bilgilerle yetiştirilmeli” dedi.
Çocuk kitaplarının psikologlar tarafından denetlenmesi konusunda da açıklamalarda bulunan Dayıoğlu, şöyle dedi: “Kimse yazarın zihnine dizgin vuramaz. Bu konuda asıl sorumluluk yayınevinindir. Çocuk edebiyatının süzgecinin delikleri sık olmalı, niteliksiz kitaplar bu süzgeçten geçememeli. GDO’lu gıdaları nasıl seçiyorsak GDO’lu kitapları da seçmek, ayıklamak gerekiyor. Bu noktada ikinci büyük sorumluluk öğretmenlere ve velilere düşüyor. Çocuklarına ne okuttuklarının farkında olsunlar.” (Sözcü)
Sezer Ateş ve Sezer Ayvaz imzalarını da kullandı. 1956 yılında Antakya’da Hanife Ateş ile astsubay Ahmet Ateş’in kızı olarak dünyaya geldi. İlkokul ve ortaokulu İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Siyaset Bilimi Bölümü’nde “1928-1938 Dönemi Kadınlara Yönelik Periyodikler” adlı teziyle yüksek lisans, “Türk Romanında Değişen Bir Paradigma: Politik Roman” konulu teziyle doktora yaptı. Ansiklopedi yazarlığı, TRT-2’de “Ondan Sonra” programında metin yazarlığı yaptı. 1981 yılından itibaren çeşitli kurumlarda sosyoloji ve felsefe dersleri verdi. Kültür ve edebiyat konularında, gazete ve dergilerde deneme ve incelemeler yazdı. Türk edebiyatının başlangıcından günümüze kadar gelen yazarların kitaplarını yorumlayan metinleri, çok sayıda dergi ve etkinliklerde yer aldı. İstanbul’da yaşıyor, öykü yazarı Ülkü Ayvaz’la evli, bir çocuk annesi, PEN Yazarlar Derneği Türkiye Merkezi yönetim kurulu üyesi.
Edebiyata İstanbul Davutpaşa Lisesi’nde başladı. “Anılarda Işık” adlı ilk şiiri 1978 yılında Türkiye Yazıları dergisinde yayınlandı. Sesimiz dergisinde şiirleri yayınlandı. Öykü, şiir, deneme ve incelemeleri Milliyet Sanat, Varlık, Gösteri ve Cumhuriyet Kitap’ta yayımlandı. 1986 yılında “Kaşık Düşmanı” adlı metniyle film eleştirisi dalında Abdi İpekçi Sanat Yarışması ödülünü aldı. İlk öykü dosyası “Bütün Oteller İstanbul” Palas ile 1987 Akademi Kitapevi Öykü Başarı ödülünü kazandı. 1988 yılında Aynalarda Yaz, 2000 yılında Yeryüzü Taksim adlı öykü kitapları yayımlandı. Tamiris’in Gece Suçları adlı üçüncü öykü kitabı 2006 Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görüldü.
Ayvaz öykülerinde modern çağın içinde kaybolmuş, öznelliğini arayan insanların korkularını aktarır. Modern hayatın insanı yalnızlaştıran tarafını sade bir dille öyküleştirir. Kent sıkıntısı öykülerinde sıklıkla kullandığı bir temayken, yazar karakterlerinin iç sıkıntısını şehirden manzaralarla kimi zaman şiirsel düzyazı biçiminde anlatır. Kente dair metaforlar, günlük hayattan sokak sahneleri karakterlerinin tedirginliklerini yansıtır. Metinlerinde günlük yaşam, siyasi koşullar karakterlerinin iç dünyalarıyla birleşerek gerçekçi ve çok boyutlu portreler ortaya çıkartır. Öykü ve şiirlerinin yanı sıra edebiyat eleştirisi yazıları da yayınlanan Sezer Ateş Ayvaz, Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı üzerine dersler vermekte ve Tezer Özlü, Sevgi Soysal gibi Türk edebiyatının önde gelen isimleriyle ilgili çalışmalar yayımlamaktadır.
Yapıtları
-Aynalarda Yaz (1988)Yeryüzü Taksim (2000)
-Tamiris’in Gece Suçları (2005)
-Aynalarda Yaz (2008)
Kaynakça
-“Ayvaz, Sezer Ateş”. Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2010.
Hafta Sonu İçin Öneriler
1.Uğur TURHAL’ın, Oryantal Resim Sergisi, Kurtuluş Caddesi üzerindeki tarihi mekan, ANTİOCH VERDA’da hafta sonuna kadar gezilebilir.
2.Ayla Filmi, Kore Savaşı’nda yaşanan gerçek ve çok dramatik bir hikayeyi beyazperdeye taşımış. 1950 yılında savaşta yer alan Süleyman Astsubay savaş meydanında küçük bir kız bulur. 5 yaşındaki bu Koreli kız yetimdir ve nereye gideceğini bilmemektedir. Şimdiye dek izlemediyseniz mutlaka izleyin.
Okuma Önerileri:
1.O Güzel Atlara Binip Gidenler/ Atilla Dorsay/ Remzi Kitabevi
2. Saklı Mekanlar/ Mehmet Uhri/Sıcak Nal
3. Ortak Belleğimizdir Dostlar/ Remzi İnanç/ Ürün Yayınları