Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Zehir Zıkkım Hikayeler/ Ayla Kutlu
On hikaye içeriyor bu kitap. Ortak nokta, öteki insanların hikayeleri olmaları. Karakterlerimin hemen hiçbiri gerçek bir kimlikle var olmadılar yeryüzünde. Ancak hikayeleri okuduktan sonra onların yaşamadıklarını iddia etmek çok zor. Onları ben kıvılcım olarak yakaladım. Başka türlü yaşar kılamayacağım için, göğsümün ortasında kor ateş olarak taşıdım. Çok yaktılar beni. Zehir Zıkkım
Hikayeler, adını kimliğinden alan bir kitap. Onu bir okuyuşta bitiremeyeceksiniz. Çevrenizi kuşatan, içinize dolan kederi biraz hafifletmek için, zaman zaman bırakmanız gerekecek. Düşünmemek, özeleştiri yapmamak istiyorsanız, amacınız okuyarak eğlenmekse, bu kitabı elinize bile almayın. Bu coğrafyanın, bu tarihsel geçmişin, bu toplumun gerçeklerinin birikimleriyle kadınlara tutulmuş aynadır Zehir Zıkkım Hikayeler. Evet, zehir zıkkımlar… Ya siz nasıl olmalarını isterdiniz?- Ayla Kutlu-
KONUK YAZAR
H A T A Y Ü Z E R İ N E/ Sabahattin Yalkın
Antakyalı – Hataylı bir yurttaş olarak, en az iki bin yıldır çeşitli ırklardan, çeşitli dinlerden insanların yaşadığı ve çeşitli dillerin konuşulduğu bu coğrafyadaki her olay, beni ilgilendirir. Oralarda benim akrabalarım, arkadaşlarım, sevdiklerim ve de binlerce anım var. Suriye bize komşu bir ülke … Sınırların her iki tarafında, akrabalar, tanıdıklar, iş birliği içindeki insanlar, ticaret bağları, alış-veriş, evlilikler var. Suriye kaynıyor; kimin kimi öldürdüğü belli değil. Aevi – Sünni çatışması deniyor. Bu kolaya kaçan bir yaklaşım. Neden ? Macaristan’da su üzerine Lisansüstü eğitim yaparken ya Ramazan ya da Kurban bayramı idi. Mısırlı, Suriyeli ve Iraklı arkadaşlar vardı. Onların bayramlarını kutladım. Ben dedim, elçiliğe gidip bayramlaşacağım. Sizler gitmiyor musunuz, diye sordum. Mısırlılar dışında, Iraklı ve Suriyelilerden aldığım yanıt şu oldu: Biz Müslüman değiliz … Doğrusu ben Suriye ve Irak’ı silme Müslüman sanıyordum, değilmiş. Sonra birkaç yakınımla arabayla bir Suriye gezim oldu. Yayladağı sınırından girip Lazkiye üzerinden bir haftalık bir Suriye gezmesi … Hama – Humus üzerinden Halep’e giderken, asfalt döşeli geniş yolda sürat yaptım biraz. Bu arada küçük bir çukurdan kaçamadım; sağ ön ve arka jantta ezilme oldu. Halep’te tamirciye gittim. Derdimi İngilizce anlatmaya çalışırken, usta çırağına temiz bir Türkçe ile: Oğlum, şu tekerlekleri çıkar … deyince, şaşırdım biraz. Sonra konuşmaya başladık ustayla. Türkiye’den gitme bir Ermeni imiş. “ Biz evde hep Türkçe konuşuruz !” diye ekledi. Sonra Halep Çarşısı’nda dolaşırken, Türkçe’nin oldukça geçerli olduğunu görmüştüm.
Bir de şu olayı anlatmak isterim. Çarşıda dolaşırken bir adam yolumu kesmişti … Türkçe olarak, beyefendi size kravat satacağım, dükkanıma buyurmaz mısınız ? Hava sıcak olduğu için gömlek vardı üstümde. Hayretle karışık bir gülümseme ile dükkana girdik. İstanbul’dan göçen bir Ermeni ailedenmiş … Gururla : Benim Türkçem İstanbul Türkçesi … diye ekledi. Dayanamayıp sordum. Benim kravat takan biri olduğumu nereden çıkardınız ? Gülerek : Ben kaç yılın satıcısıyım … Sizi yürüyüşünüzden çıkarmasını bilirim … Karşılıklı kahkahalar atmış ve Fransız malı üç kravat almıştım o sevimli Ermeni’ den. Dolaştıkça gördüm ki kuyumcular, saatçiler hep Ermenilerdi ve de hepsi Türkçe biliyordu. Bunları niye anlattım ? Suriye sadece Sünni ve Alevilerden oluşmuyor. Orada önemli sayıda Hristiyan da var. Ve ticaret ağırlıklı olarak Hıristiyanların elinde. Yani Hataylı tüccarların o kimselerle önemli ilişkileri var.
Hataylılar bu günlerde endişeli bir bekleyiş içinde. Neler oluyor ?
Kimsenin kafası rahat değil. O çok dinli, çok dilli değişik insanları bir arada tutan “ Ticaret Çarkı “ durmuş … Antakya ve Halep alış-veriş bakımından vurgun yemiş durumda. Bir de sınırdaki Apaydın Kampı …
Suriye’deki çatışmalardan kaçmak zorunda kalan çaresiz siviller, kadın, çoluk-çocuk ve yaşlı insanlar, insani yaklaşım içinde bu kampta misafir tutuluyor. Ancak söylentiler yürek hoplatıcı … Kampta Suriye’den kaçma generallerin, kimliği şüpheli silahlı kimselerin bulunduğu söyleniyor. Batılı ajanlardan söz ediliyor. Eğer kontrol dışı bir durum varsa, bu ciddi bir sorundur. Ve de akla pek çok soruyu da beraberinde getirir. Hatay özellikli bir ilimiz. İl merkezi Antakya, tarihsel olarak dünyaca ünlü ve önemli bir kent … İpek Yolu’nun son noktalarından biri … Anadolu ile Arabya’yı birbirine bağlayan tek geçit üzerinde … Dünya ile Orta-Doğu’ nun bağlantısı burada başlar. Haçlı Orduları Müslümanların elindeki Kudüs’ ü bahane ederek, Anadolu’yu nerdeyse 200 yıl kadar
( 1096 – 1270 ) kasıp kavurdular; insanları vurdular, kırdılar, öldürdüler… Irzlarına girdiler; mallarını yağmaladılar, çaldılar, çırptılar… Kudüs’ü almanın yolu Antakya’dan geçiyordu. Çok büyük savaşlar yaşandı. Antakya ancak 1098 de düştü. Bir yıl sonra da Kudüs’ü ele geçirdiler. O yıllardaki coğrafyaya bakacak olursak, Hıristiyanların Hac yolu
Antakya ve Suriye topraklarından geçiyordu. Hıristiyan hacılar ülkelerinde bu yollarda çok eziyet çektiklerini abartarak yayıyorlardı. Fransa’da Kluni Tarikatı mensupları fanatik Hıristiyanlar, ille de Kudüs’ün Müslümanların elinden kurtarılmasını istiyorlardı. Çok kısa zamanda yüz binlerce taraftar, mal ve mülk heveslisi çapulcular, kontlar, şövalyeler, prensler topladılar. Gümüş zengini Kunta Hora’ lılar ( Çek Cumhuriyeti) onları finanse ettiler. Yüz binleri aşan büyük ordular kurdular. Bunların çoğu Selçuklular tarafından telef edildiyse de, sonunda emellerine ulaştılar ve Kudüs Haçlıların ellerine geçti.
Yukarda Antakya özellikli bir il demiştim. Evet, Antakya Hıristiyanlığın açıkça ortaya çıktığı, dillendirildiği, tartışıldığı ve taraftar topladığı, tarihsel önemi olan kutsal bir yerdir. Hz. İsa yanlılarına burada ilk kez “Hıristiyan “ denilmeye başlanmıştır. Hıristiyanlığın bir din olarak filizlenip yeşermesi ve İlk İncil’in yazılması bu kentte olmuştur. Hıristiyanların ilk ibadet yeri olan mağara “ Dağ Kilisesi “ bunun en somut delilidir. ( Sen Piyer Kilisesi ) Hıristiyanlarla ilk temas kuran Antakyalılar arasında Habibneccar adlı doğramacı – marangoz saygın bir kişiliğe sahiptir. Ne yazık ki yanlış anlaşılmış ve kızgın Antakyalıların gazabına uğramış, öldürülmüştür. Antakya’daki ilk din şehidi olan Habibneccar adı daha sonra öldürüldüğü dağa verilmiştir.
Sevgili Hataylılar, hemşerilerim, kentdeşlerim, hısım-akrabalarım …
Sünni, Alevi, Nusayri, Yahudi, Hristiyan, Arap kardeşlerim … Biz yüzlerce yıldır bu topraklarda bir arada yaşamayı öğrenmiş kimseleriz. Barış, kardeşlik, sevgi ve saygı içinde geçinmeye gönüllü insanlarız. Hataylılar kavgayı asla sevmezler … Doğanın verdiği zengin topraklar, bu gök, bu güneş, bu su bizim paylaştığımız yaşam zenginliklerimizdir. Hataylılar iyi yurttaştırlar, devletlerine saygılı insanlardır. Askere seve seve gider, vergisini seve seve verirler. Çok dinlilik içinde bile olsalar, birbirlerinin kutsallarına içten saygı gösterirler. Herkes herkesin bayramını içtenlikle kutlar, kucaklaşırlar. Cenazelerine el verirler. Gidin Şeyh Hıdır türbesine … Her Hataylı orada tevafını yapar, duasını eder. Çok tartışmalı günlerden geçiyoruz; olsun. Sağduyuyu elden bırakmayalım. Her zamanki gibi, hangi dili konuşsak da, hangi dinden ya da mezhepten olsak da, rengimize bakmadan sımsıkı sarılalım birbirimize. Provakatörler cirit atsa da onlara kanmayalım. Güven içinde vakur ve dik duralım.
HAFTANIN ŞİİRİ
Benden Sonra Mutluluk
Özdemir Asaf
Bunca yıl yaşadım
Elime ne geçtiyse yitirdim
Biraz daha yaşayacağım
Yalnız bir şey biriktirdim
Bir bakış, bir görüş, bir duyu, bir düşünce
Belki aç kalacağım
Suçlanacağım ölünce
Biraz yazdım, artık hep yazacağım
Hüzünden baş alamadım
Görünce
HAFTANIN SANAT GÜNDEMİ
MUSTAFA ÖNEŞ’İ UĞURLUYORUZ
Yazarımız, üyemiz Mustafa Öneş’i Cuma günü (27 Ocak) Şişli Cami’nde kılınacak öğle namazından sonra Feriköy Mezarlığı’nda sonsuzluğa uğurlayacağız. Işıklar içinde uyusun.
Mustafa Öneş (1935) Giresun’da doğdu. Ortaöğrenimini Erzurum ve Giresun’da, yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde tamamladı. Memurluk, kitapçılık, reklam yazarlığı, yayınevlerinde düzeltmenlik yaptı.
Yazmaya şiirle başladı. “Yeni Dergi” Eleştiri Yarışması’nı kazanınca (ödülü Mehmet H. Doğan’la bölüştü) eleştiriye yöneldi.
Şiirleri Varlık, Yelken, Alan 67, Soyut, Papirüs, Felsefe dergilerinde yayımlandı. Yer yer kesintiye uğrasa da, eleştiri yazılarını ölümüne dek sürdürdü. Bir söyleşisinde Öneş, eleştiri anlayışını şöyle açıklıyordu: “Eleştirmenin, dolayısıyla eleştirinin yeterlik ölçüsünün, dili, konuya yaklaşım yetkinliği, çözümleme aşamasında ortaya koyduğu yaratıcı katkı, üzerine eğildiği yapıtla bağlantısını yitirmeden okura özgür bir çalışma sunabilmiş olmasına da bakılmalıdır. Özetlersek, Türkiye’de eleştirinin niceliği değil, niteliği tartışmaya açılmalıdır.”
Yayımlanmış Kitapları:
Şair/Şiir yazıları (1996, Oğlak Yayınları), Şiirsiz (2011, Pia Yayınları ), Şiir Kuşatması (2006, Say Yayınları),Tekne Kazıntısı (Şiir, Tülay Ferah ile ortak, 2013, Pia Yayınları) (Kaynak: Evrensel)
Attilâ İlhan Edebiyat Ödülleri sahiplerini buldu
Attilâ İlhan Bilim, Sanat ve Kültür Vakfı’nın, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın desteği ile düzenlediği Roman ve Şiir Ödülleri, Akatlar Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenle sahiplerini buldu…
2008 yılında İlhan ailesi tarafından kurulan Attilâ İlhan Bilim Sanat ve Kültür Vakfı’nca düzenlenen ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından desteklenen, Attilâ İlhan Edebiyat Ödülleri ile ilgili Kerem Alışık, “Attila İlhan Bilim Kültür Sanat Vakfı olarak dayımın düşünceleri doğrultusunda özellikle gençleri hedef alarak etkinlikler gerçekleştirmekteyiz. Bunların içinde kompozisyon yarışması yaparak gençlere yol açmak, şiir matineleri ve üniversitelerde sempozyumlar düzenlemek, iyi okuyan öğrencilere burs vermek suretiyle topluma donanımlı bireyler kazandırmak gibi önemli faaliyetlerimiz var. Edebiyat dünyasındaki değerli yazar ve şairleri teşviklendirmek ve yüreklendirmek amacıyla düzenlediğimiz 1. Attila İlhan Edebiyat Ödülleri’ni gerçekleştirdik. Çok mutluyuz. Tıpkı Sadri Alışık Ödülleri’nde olduğu gibi edebiyat alanında bu ödülleri devam ettirmek en büyük arzumuz. Attila İlhan eserleri, eylemleri, söylemleri, düşünceleri, fikirleri ve yazılarıyla zaten herkesin kalbinde ve içinde yaşayan birisi. Bizde buna aracılık etmekten onur duyuyoruz.” dedi.
Roman dalında ödülü ‘Tavanarası’ adlı eseriyle Ali Gür, Vakıf Özel Teşvik Ödülü’nü de “Bir Sabah Uyandığımda Yoktum” adlı ilk romanıyla Işıl Kocaoğlan kazandı. ‘Gelecek Günlerin Şarabı’ adlı kitabıyla Tuğrul Tanyol’a Attilâ İlhan Şiir Ödülü’nün ve ‘Gamdan Kale’ adlı ilk şiir kitabıyla Onur Şahin’e Vakıf Özel Teşvik Ödülü’nün verilmesi uygun görüldü. (Kaynak: Aydınlık)
Mehmet Fuat Köprülü ölümünün 50. yılında anılıyor
Türk kültür ve edebiyat tarihini değerlendiren yazılarıyla geçmişe ışık tutarak sağladığı verileri ulusal kültür ve edebiyatımızın oluşmasında hizmete sunan M. Fuat Köprülü, ölümünün 50. Yılı dolayısıyla anılıyor.
Türk kültür ve edebiyat tarihini değerlendiren yazılarıyla geçmişe ışık tutarak sağladığı verileri ulusal kültür ve edebiyatımızın oluşmasında hizmete sunan M. Fuat Köprülü, ölümünün 50. Yılı dolayısıyla bu akşam İBB Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde anılıyor. Program kapsamında yapılacak panelde, Köprülü’nün hayatı, edebî yaşamı, kişiliği ve eserleri hakkında konuşulacak. Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan gelen Fuat Köprülü, 1890 yılında İstanbul’da doğdu. Edebiyat ve tarih alanında ilerlemek için hukuk öğrenimini yarıda bırakarak 1909’da Fecr-i Âtî topluluğuna katıldı. Daha sonra Ziya Gökalp çevresine katılarak Millî Edebiyat akımını benimsedi. Bu yıllarda Türk tarihinin ilk dönemlerine kadar inerek ilk Türk topluluklarının tarih ve edebiyatlarını inceledi. Türk edebiyatının hangi yöntemle incelenmesi gerektiğini tartışan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” adlı yazısı yankılar yarattı. İlk büyük yapıtı olan “Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar” kitabını da bu dönemde yayımladı. Paris’te Türk Tetkikleri Merkezi’nde verdiği konferansların toplamı olan “LesOrigines de L’Empire Otoman” (Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu) adlı kitabı yayımlandı ve edebiyat dünyasında büyük ilgi uyandırdı. Heidelberg ve Atina Üniversiteleri ile Sorbonne Koleji’nce onursal doktorluk sanı verilen ve bilim kuruluşlarınca onur üyeliğine seçilen Köprülü, 1941’den sonra İslâm Ansiklopedisi’nin yayımına katıldı. Türk Edebiyatı ve Türk Halk Edebiyatı ile ilgili birçok araştırmayı içeren bin beş yüzü aşkın makalesiyle çağdaş ulusal kültürümüze verimli katkılar sağladı. (Kaynak: Aydınlık)
Unutulmaz şair Özdemir Asaf, ölümünün 37’nci yıldönümünde de unutulmadı
Türk Edebiyatının unutulmaz şairlerinden Özdemir Asaf, aramızdan ayrılalı 37 yıl oldu…
1923 doğumlu usta şairin asıl adı Halit Özdemir Arun’dur. Özdemir Asaf, çeşitli üniversitelerde okudu ama hepsini yarıda bıraktı. Önce, Tanin ve Zaman gibi gazetelerde çalıştı. Ardından, Sanat Basımevini kurarak eserlerini buradan neşretmeye başladı. Özdemir Asaf ‘Çiçekleri Yemeyin’ ve ‘Yalnızlık Paylaşılmaz’ gibi şiirleriyle herkesin beğenisini kazandı.
Asaf, eserlerinde çoğunlukla ölüm, umutsuzluk ve endişe gibi hüzünlü duyguları işledi. Meşhur şair, takvimler 28 Ocak 1981’i gösterirken İstanbul’da hayatını kaybetti… Usta şair, sosyal medyada da unutulmadı. Özdemir Asaf, kısa sürede gündem oldu.
Aydınlanma Evi ile ilgili yorumlar
Evrende nereyi dolaşırsanız dolaşın kitap gibi kokmaz. Edebiyatın insan hayatında kattığı “HER ANDIR”. İçerisinde dolu dolu olabilmenin hissiyatı ve sahipliğini yaşandığın yer Kütüphane ve Aydınlanma Evidir.
Aalen Derneği hissiyatı ile Antakya’nın mistik havasını “Düşünme ve Yaşatmanın hatta hatta üretmenin maviliğinde küçücük mekana Gülsüm Cengiz Kütüphanesi ve Rasime Şeyhoğlu Aydınlanma Evi’ ni açtı. Çok büyük Hayırlara vesile olmasını dilerim. Çok mutlu huzur ve güven içinde olunacak düşüncelerin yaşatılacağı umudundayım… Kütüphane ve Aydınlık Evinin oluşumunda Yapı taşlarında Emeği geçen herkese Başta Mehmet Karasu ve Nebihe Karasu ya teşekkür ederim. Aydınlık güzel günlerimiz olsun. (Emine Yaşar Nisani’nin)
İsaac, Josef, Mustafa Huzur içinde yaşıyor Asi kıyısında. Asi, asi aksa da burada
Antakyalı öyle değil. Sen – ben’i bırakıp biz olmuşlar Antakya ‘yı uygarlığın başkenti yapmışlar. Görmediysen Habib- i Neccar’ın toprağını Kayıptasın. Vallahi Kayıpta.. (Recai Şeyhoğlu)
BELLEĞİMİZDEKİ KADINLAR
İlk ve ortaöğrenimini Antakya, İskenderun, Gaziantep’de tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi (1960). Personel eğitimi, organizasyon, çalışma yöntemi konularında çeşitli kamu kuruluşlarında görev yaptı. Bilgi Yayınevi’nde editör olarak çalıştı. TV çocuk programlarında senaristlik, danışmanlık, yazarlık yaptı. Radyo ve televizyonlara sohbet köşeleri hazırladı.
Öyküleri, Arapça, İngilizce, Almanca ve Flamanca’ya çevrildi.
Çocuk romanı Merhaba Sevgi Makedonca yayımlandı.
İlk öykü ve yazıları Özgür İnsan dergisinde Aygen Berel adıyla yayımlandı (1976-1977).
13. Antalya Film Festivalinde film öyküsü dalında birincilik kazandı.
Bir Göçmen Kuştu O adlı kitabıyla 1986 Madaralı Roman Ödülü’nü,
Hoşçakal Umut’la 1988 Rüştü Koray Ödülü’nü,
Sen de Gitme Triyandafilis ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı ‘nı aldı.
Mekruh Kadınlar Mezarlığı ile 1996 Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü kazandı.
1. İtaatsiz Portreler/ İlyas Tunç/ Dafne Kitap
2. Cennet Diye Bir Yer/ Hüseyin Ferhad/ Dafne Kitap
3. Bir Güz Güneşi Gibi/ Feridun Andaç/Dafne Kitap