Antakya’da Kültür-Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Antakya Kitaplığı: Tırpan/ Fakir Baykurt Ankara’ya bağlı bir köydür Gökçimen. Bir tepenin eteğinde uzanır. Kızlarıyla nam salmıştır. Bu köyde, çayır çimenin yeşili kızların gözüne yansımıştır. Bu yüzden “göküş” olurlar. Biraz büyüyüp serpildi mi, birkaç altın akçaya yaşlı ve zengin adamlara verirler sorgusuz sualsiz. Velikul’la Havana’nın kızları Dürü de bu köyün göküş kızlarından […]

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Antakya Kitaplığı: Tırpan/ Fakir Baykurt
Ankara’ya bağlı bir köydür Gökçimen. Bir tepenin eteğinde uzanır. Kızlarıyla nam salmıştır. Bu köyde, çayır çimenin yeşili kızların gözüne yansımıştır. Bu yüzden “göküş” olurlar. Biraz büyüyüp serpildi mi, birkaç altın akçaya yaşlı ve zengin adamlara verirler sorgusuz sualsiz. Velikul’la Havana’nın kızları Dürü de bu köyün göküş kızlarından biridir. İlkokul beşi bitirdiği o yaz, komşu köyün, Evci’nin ağası Kabak Musdu bir görüşte vurulur Dürü’ye. Musdu’nun yaşı geçkin, parası ise ganidir.
Gökçimen’den birkaç yandaş edinip kendine, çeler Dürü’nün babasının aklını, söz alır. Söz ağızdan çıkmıştır bir kere. Dürü, Kabak Musdu’nun ikinci eşi olacaktır. Anası karşı çıkar; Dürü kıyametleri koparır. Daha önce onunla aynı kaderi paylaşan kızlar gibi kendini asmayı düşünür. Köyün akıllı delisi Uluguş Nine karşı çıkar Dürü’nün bu fikrine. Sevdadan yanadır Uluguş; daha da önemlisi Gökçimen’in kızlarının kaderi değişsin ister. Ama nasıl?Fakir Baykurt, istemedikleri adamlara verilen kızların kendilerini asarak kaderlerine karşı koymaya çalıştıkları öykülere inat, edebiyatta devrimci tutumunu sürdürerek, boyun eğmeyi değil, direnmeyi yüceltiyor bu romanında da. (neokur.com)

Konuk Yazar: İlk modern öykücü/ Faruk Duman
Bazı yazarlar, yalnızca yazdıklarıyla değil, kişilikleriyle de başlı başına bir karakter olurlar. Bizim edebiyatımızın yetiştirdiği mucizevi kişiliklerden biri de Sait Faik. Şimdiki liseliler için ne anlam ifade eder, onların gözündeki Sait Faik imgesi nasıldır bilemem.
Ama 80’li yıllarda, okul kitaplarında Son Kuşlar’ını okusak da bizim için siyah-beyaz bir yetişkindi işte o; devlet büyüklerimizden biriydi. Nasıl olur da kendimizi, kendi zengin sanatımızı ciddiyete esir ederiz oysa, değil mi? Sait Faik, politikacıları sevmez, yalnız Mark Twain ödülüne, Atatürk de daha önce aldı diye pek sevinir. Elbette toplumla ilgili görüşleri olmakla birlikte, garibanların, işçilerin, sıradan halkın yanında olmakla birlikte, ciddi meselelerden haz etmez, takım elbiseye katlanamaz, sigarasını yakıp sahildeki kumların üzerine oturur, adanın ıssız sokaklarında bir başına gezinirken “değnek yontarım” diye düşünerek, yanında çakısını taşır. Çevreden gelen seslere dikkat kesilir ve adayı duyumsar. Elbette bir yazarın kişiliğini öykülerine bakarak kavrayamayız, bunun için anılar, tanıklıklar, fotoğraflar gerekir. Bizdeyse ne yazık ki kişisel arşiv yok denecek kadar azdır. Uzun geçmişimize bakarak, bunun, bireyliğimizi önemsemememizden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Yine de bir kusur değil midir bu? Bir eksiğimizdir. Sait Faik, gözümüzde teknedeki şapkalı fotoğrafıyla yer etmiştir. Dalgınca gülümser ve yaşamın gelip geçiciliğini düşünür. Yaşam gelip geçicidir; o nedenle, suyun, rüzgârın, ağaçların ve insanların tadını çıkarmak gerekir. İyi bir yazar, doğanın yetiştirdiği bir sürgün gibi uzar, bir dal parçası gibi kaleme dönüşür ve yazı yazmaya başlar. Şimdilerde evrenbilimcilerin öne sürdüğü yeni yorumlar gibi: İnsan, doğanın gözüdür. Yazar da öyledir. Doğanın ve insanlığın bir tepkisi, refleksi gibidir. Sait Faik ilk modern öykücülerimizden sayılır. Çağdaş edebiyatımızın onun “paltosundan çıktığı” söylenir. Yine de, üzerinde şöyle doğru dürüst çalışmalar yapılmaz. Ama baksanız biz yazarlar için romantik bir ikondur, bize kalırsa, biz de yazmasak deli olacağızdır. Oysa Sait Faik, edebiyatımızın ilk reddetmiş bireyidir; belki bu açıdan kimi şeyleri onunla başlatmak doğrudur. Kuma ilk o oturmuştur. Yazmasa deli olacağı da özel bir insan olmasından, bir yazı eri olmasından kaynaklanmaz, yazı sonra gelir; önce, teknedeki gariban balıkçıya yapılan haksızlığa kırılır, bunun söylenmesi gerekir, içinden gelen ilk müdahale biçimi budur da ondan. O, haritada bir nokta olmaktan gocunmaz, zaten bir nokta değil, bir ada olsaydı, kimbilir, o zaman belki takım elbise de giyebilirdi. Yaşamın içinde, o yaşamdan etkilenerek elinden gelen tek şeyi sürdürmeye çalışır, o da yazmaktır: “Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” (Cumhuriyet)

Haftanın Şiiri: Anamı Düşünüyorum/Ali Yüce
Senden ayrı senden uzak
Yersiz göksüz gibiyim
Hem analı hem babalı
Hem öksüz gibiyim

Uzanmış aramıza
Uçsuz bucaksız gurbet
Bir ucunda sıla var
Öbür ucunda ekmek

Bütün analar ağıt şimdi
Bütün ağıtlar ana
Ya beni de al gurbet
Ya anamı ver bana

Hem kova hem kuyuyum
Yorgun bir halk suyuyum
Sen bana nenni söyle
Ben dizinde uyuyum

Haftanın Sanat Gündemi
Gürhan Uçkan Şiir Ödülü sahibi belli oldu
5 Aralık 2006’da hayatını kaybeden gazeteci-yazar Gürhan Uçkan’ın kişiliğini, düşüncelerini ve yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmanın yanı sıra genç kuşakların dil duyarlılığını artırmak, yazınsal becerilerini değerlendirmek amacıyla Dil Derneği ile İsveç Atatürkçü Düşünce Derneği’nin, üniversite gençliği arasında düzenlediği “Dil Derneği Gürhan Uçkan Şiir Ödülü”nü, oybirliğiyle Atakan Durmuş kazandı.
Ödül töreni, 12 Mayıs Cumartesi günü saat 14:00’te Ankara’da gerçekleşti.
Öte yandan, Çiğdem Sezer, Işık Kansu, İnci Gürbüzatik, Günay Güner, Ertuğrul Özüaydın ve Hilal Karahan’dan oluşan seçici kurul, Özgür Umut Baz’ın şiirini de övgüye değer buldu.

Datça Can Yücel Kültür Sanat Festivali
Datça’da bir grup kültür ve sanat insanının oluşturduğu Datça Kültür Sanat Dayanışması (DKSD), yıllardır yapılamayan “Can Yücel Kültür Sanat Festivali”ni yeniden hayata geçirmek için seferber oldu. Yaklaşık 5 aylık yoğun bir çalışma sonrası, Yücel ailesinin onayını da alarak 11-12-13 Mayıs tarihlerinde Datça’da bu festivalin yapılması kararlaştırıldı. Festivalin en büyük özelliği, ticari hiçbir oluşumun içinde yer almadan, sadece kültür ve sanat içerikli olması ve ayakkabı boyacısından işinsanlarına, esnaftan sanatçısına, öğretmenine kadar Datça halkı tarafından imeceyle gerçekleştirilmesi. Müzisyen, şair, ressam, edebiyatçı tüm katılımcılar karşılıksız dayanışmaya destek veriyor. Bu nedenle konserler dahil tüm etkinlikler halka ücretsiz olacak. http://www.datcakultursanat.org

64. Sait Faik Hikâye Armağanı Kemal Varol’un
64. Sait Faik Hikâye Armağanı açıklandı. Yazar-şair Kemal Varol, Sahiden Hikâye adlı kitabıyla ödüle layık görüldü.
Gazete Duvar’dan Anıl Mert Özsoy’un haberine göre, Yazar Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl yazarın vefat yıl dönümünde bir öykücüye verilen Sait Faik Hikâye Armağanı’nın 64.’sünün sahibi “Sahiden Hikâye” adlı öykü kitabıyla Kemal Varol oldu. Varol, bugün yapılan törenle ödülünü Jüri Başkanı Doğan Hızlan’ın elinden aldı.
1955’te Sait Faik’in annesi Makbule Abasıyanık tarafından kurulan Sait Faik Hikâye Armağanı, 1964’ten itibaren Darüşşafaka Cemiyetince veriliyor. Sait Faik’in vasiyetnamesi doğrultusunda dönemin ileri gelen edebiyat ustalarından oluşturulan jüri, o yıl içerisinde yazılmış en iyi hikâyeyi seçerek “Sait Faik ve Makbule Abasıyanık Hikâye
Mükâfatı”nı veriyor. Yarışma jürisinde Doğan Hızlan, Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Jale Parla, Murat Gülsoy, Metin Celâl ve Beşir Özmen yer alıyor. (Bir Gün)

Ataol Behramoğlu’na bir onur daha
Cumhuriyet Gazetesi yazarı şair Ataol Behramoğlu’na Ukrayna Bilim Akademisi Onur Üyeliği takdim edildi.
3. Uluslararası Bahar ve Şiir Festivali’nin Beşiktaş Belediyesi binasında düzenlenen basın toplantısında yazarımız, şair Ataol Behramoğlu’na Ukrayna Bilim Akademisi Onur Üyeliği takdim edildi. Behramoğlu geçen Ocak ayında da Paris’te Avrupa Bilim Sanat ve Edebiyat Akademisi üyeliği verilmişti. Dün akşam başlayan 3. Bahar ve Şiir Festivali’nin konuklarından biri olan Ukrayna Bilim Akademisi yöneticilerinden Prof. Dmytro Chystiak, Behramoğlu’na onur üyeliğini verirken “Türk şiirinin tanıtılmasına yaptığı büyük katkılar nedeniyle kendisine bu üyeliği takdim ediyoruz. İnanıyorum ki Türk şiiri Avrupa’da daha da çok tanınacak ve böylesi festivaller sayesinde tüm dünya ülkelerinin birbirlerinin şiirlerini tanımasına da katkı sunulacak” dedi

Belleğimizdeki Kadınlar: Nezihe MUHİDDİN (1889 -1958)
Erken Cumhuriyet dönemi yazarı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk siyasi partisi olan Kadınlar Halk Fırkası’nın kurucusu. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e aktarılan kadın hareketi geleneğinin en önemli aktivisti. Kadın Yolu (1925) ile Türk Kadın Yolu (1925-1927) adlı dergilerin genel yayın yönetmeni.
1889 yılında İstanbul, Kandilli’de doğar. İlk serasker Ağa Hüseyin Paşa’nın torunu Ali Şevket Paşa’nın kızı Zehra Hanım ile savcı Muhiddin Bey’in kızıdır. Faik Muhiddin (Adam) adında bir erkek kardeşi vardır. Eğitim hayatı Kandilli mahalle mektebinde başlamış, sonrasında kardeşiyle birlikte evde devam etmiştir. Farsça, Arapça, Fransızca ve Almanca ile bu dillerin edebiyatını özel öğretmenlerden öğrenen Nezihe Muhiddin’in bu donanımını yaşamında şekillendirecek olanlar ise annesi ile ilk öğretmeni olarak andığı dayısının kızı Nakiye Hanımdır. Kadın sorunları üzerine düşünen aynı zamanda ilk kadın gazetesi Hanımlara Mahsus Gazete’nin Zekiye takma adıyla aktif yazarlarından olan Nakiye Hanım ile annesinin edebiyat ve toplumsal sorunlar üzerine yaptıkları tartışmalar, Nakiye Hanım’ın evde düzenlediği toplantılar ilerideki düşüncelerinin ilk tohumlarını atacaktır. Henüz sekiz yaşındayken, annesiyle birlikte kadınların kurdukları hayır derneklerinin çalışmalarında bulunur; Nakiye Hanım vesilesiyle Fatma Aliye ile tanışma fırsatı yakalar, aralarındaki ilişki uzun yıllar sürecektir.
On bir yaşında yazıldığı Öğretme Okulunun eğitimini yeterli bulmayarak ev eğitimine devam eder. Yüksek öğrenim görmediği halde kendi kendini yetiştirecek, yirmi yaşında Maarif Nezareti’nin fen sınavını kazanarak fen bilgisi derslerini vermek üzere kız idadisine atanacaktır. Aynı zamanda İttihat ve Terakki Kız Sanayi Mektebi’ne müdür olur. Çalışma hayatı oldukça üretken geçer. Maarif Bakanlığı’na eğitim hakkında raporlar yazar; birçok okulda müdürlük, ilkokul ve yabancı okullar için müfettişlik yapar. İki kere evlenir. Muhlis beyle olan ilk evliliği kısa sürer. Belediye şirketler komiseri Memduh Tepedelengil ile yaptığı ikinci evliliğinden ise Malik adında bir oğlu olur. Ancak edebi yaşamı boyunca ikinci evliliğinin soyadını değil, babasının soyadı olan Muhiddin’i kullanacaktır.
İlk romanı Şebab-ı Tebah (Harcanan Gençlik) Nezihe Muhlis adıyla 1911’de yayınlanır. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın teşvikiyle öyküleri, edebiyat ve sanat üzerine yazıları Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası’nda yayınlanır; daha sonra ise sırasıyla Kadın Yolu, Resimli Şark ve Boğaziçi dergilerinde yazılarına rastlanır. Edebi yaşamı oldukça verimli geçecektir. Basında “edibe-i şehire” (ünlü kadın yazar) olarak anılan yazar, 1911 ile 1944 yılları arasında ulaşılabilen on yedi romanı, üç yüz kadar öykü yayınlamıştır. 2003 yılında yayınlanan Kadınsız İnkılap adlı yapıtıyla Nezihe Muhiddin hakkında eleştirel ve geniş bir araştırmayı okuyucuyla buluşturan Yaprak Zihnioğlu, 2006 yılında öyküleri ve makaleleri dahil tüm yapıtlarının çevrimyazısını dört cilt halinde Kitap Yayınevinin Mor Kitaplık serisinden yayınlamıştır.
Nezihe Muhiddin, elini attığı her işte olduğu gibi toplum yararına yaptığı çalışmalarda da oldukça verimli ve etkin çalışmıştır. 1913 yılında yetimlere ve muhtaç kadınlara yardım amacıyla Osmanlı-Türk Hanımları Esirgeme Derneği’nin ve Donanma cemiyetinin kurucusudur; Müdafaa-i Milliye Osmanlı Hanımlar Heyetinde etkin olarak çalışır.
Kadınların durumunun yalnızca toplumsal alanda desteklenerek iyileşeceğine inanmadığı için siyasi alana da el atma ihtiyacı duyacaktır. Kadınların seçme ve seçilme hakkı gibi siyasal hakları konusunda mücadele etmek üzere 16 Haziran 1923 yılında Cumhuriyet Halk Fırkasından önce, Cumhuriyet rejiminin ilk fırkası olan Kadınlar Halk Fırkasını kurar. Parti hükümetten kurulma iznini beklerken geçen uzun süre boyunca kadınlar örgütlenir ve ülke çapında destek alırlar, ancak hükümet gazetede partinin teşkiline izin vermediğini bildiren küçük bir yazı yayınlayacaktır. Bundan yılmayan Nezihe Muhiddin ve arkadaşları bu oluşumu 1924 yılında Türk Kadın Birliğini kurarak devam ettirir. Adı sonradan ve günümüzde de Türk Kadınlar Birliği olan bu dernek, kurulduğu dönemde seçim zamanında siyasal haklar talep eder. 1925 yılında birliğin dergisi olacak Kadın Yolu dergisini çıkartmaya başlarlar. Ancak bu çabaları hükümet tarafından Yaprak Zihnioğlu’nun Kadınsız İnkılap adlı çalışmasında belgelerle açığa çıkardığı gibi Nezihe Muhiddin’in “tehlikeli” bulunmasına ve bu işlerden uzaklaştırılmasına neden olur.
Derneğin malını şahsı için kullandığı gibi suçlamalarla hakkında karalama kampanyası başlatılır. Türk Kadın Birliği kapatılarak soruşturmalar başlar. 1927 ile 1929 yılları arasında hakkında birçok dava açılır. Davaların hiçbirini kazanamaz; 1929 yılına kadar süren davalardan ancak afla kurtulabilir. 1930’da Suat Derviş ile birlikte parti programında kadınlara oy hakkı tanıyan Serbest Cumhuriyet Fırkasına katılır; o yıl kadınlar ilk defa belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına sahip olurlar. Her iki yazar da bu vesileyle adaylıklarını koyar; ancak ne parti ne de adaylar başarılı olabileceklerdir. Muhiddin’in son siyasi hareketidir bu. Yaşadığı süreç kendisini insan içine çıkamayacak duruma getirmiştir; köşesine çekilerek kendini roman yazmaya ve öğretmenliğe verir. 1931 yılında Osmanlı kadın hareketini Cumhuriyet dönemine kadar anlatan, Türkiyeli kadın hareketi için günümüzde önemli bir kaynak olan Türk Kadını adlı yapıtını yayınlar. Ayşegül Baykan ve Belma Ötüş-Baskett, Türk Kadınını yayına hazırlayarak Nezihe Muhittin ve Türk Kadını adıyla 1999 yılında yayınlarlar. Muhiddin, 1930’lardan sonra yaşamını küskün ve hayal kırıklığına uğramış bir şekilde geçirir. Romanlarının çoğunu bu dönemde yazar. Evinde Yaşar Nezihe, Şükûfe Nihal gibi yazar dostlarıyla toplanır; Fatma Aliye’yi düzenli ziyarete gider.. 10 Şubat 1958 yılında, yalnız bir halde La Paix ruh hastalıkları hastanesinde ölür.
Döneminde oldukça popüler olan “duygusal romanlar” kategorisinde sokulmuş, novella olarak adlandırabileceğimiz kısa romanlarında didaktik mesaj ön plandadır. Kadınların deneyimlerini
yansıtan aşk, evlilik, annelik, cinsellik gibi konuları işlerken, yeni kurulan rejimde Türk kadınının nasıl olması gerektiği konusunda önerilerde bulunur.

Okuma Önerileri
1.Ödek Kızı/ Hatice Yakut/ Zeytindalı Yayınları
2.Maraş Maraş/Faruk Demirel/Ubuntu Yayınları
3.Ve Ankara/ Faruk Demirel/ Ubuntu Yayınları
4.Ana/ Maksim Gorki/ Can Yayınları

Exit mobile version