Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Hatay Nasıl Kurtuldu/ Dr. Abdurrahman Melek
“Hatay’ın Fransız işgalinden kurtuluşunu, Hatay Devletinin kuruluşunu ve Anavatana katılışını orijinal belgeleriyle Hatay Devleti Başbakanı Dr. Abdurrahman Melek’in “Hatay Nasıl Kurtuldu” kitabında okuyabilirsiniz.
1896 yılında Antakya’da doğdu. Halep Sultaniyesi ve Beyrut Üniversitesinde okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu, doktorluğa başladı.
Hatay’ın Anavatan’a katılması mücadelesinin önde gelen liderlerinden biri oldu. Hatay Erginlik Cemiyetinin İstanbul Şubesi Başkanlığını yaptı. Cenevre’de Fransızlarla yapılan Hatay müzakerelerine katılan Türk Heyetinde yer aldı. Hatay Devletinin kuruluşundan önceki dönemde “Hatay Valiliği” ‘ne atanarak Hatay Devletinin kuruluşunun hazırlıklarını yürütmüş, Hatay Devleti kurulunca Atatürk’ün onayıyla bu Devletin Başbakanlığına tayin edilmiştir. Hatay Devleti Başbakanı ve Hatay henüz Türkiye’ye iltihak edilmemişken, aynı zamanda yürütmek üzere Gaziantep Milletvekilliğine seçilmiştir (Mart 1939). T.B.M.M.’de 6., 7. ve 8. dönem Gaziantep, 9. dönem Hatay milletvekilliği yaptı.
Daha sonraki yıllarda (1958-61) T.C. Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyeliği ve bir dönem Başkan Vekilliği görevlerinde de bulunmuştur.
Hatay’ın Fransızlardan geri alınması için verilen mücadelenin başından sonuna kadar içinde olmuş ve çalışmış bir kimse olarak anılarını “Hatay Nasıl Kurtuldu” adlı kitabında topladı ve bu eser Türk Tarih Kurumu tarafından 1966’da basıldı.
Dr. Abdurrahman Melek 13 Ocak 1978 tarihinde Ankara’da vefat etti.”
Konuk Yazar
Hawelka Kahvesi/ Fuat Bozkurt
Ernest Hemingway, “kentleri kent yapan binalar değil, insanlardır” der. Kentleri yapılar ötesinde kültürden oluştuğunu vurgular bu özlü söz. Bu bakımdan kahveler, süreklilik gerektiren kültür geleneğini kaynatan kazanları anımsatır. Belli uzamlarda insanlar buluşur, görüş alışverişler, tartışmalar olur. Şiirler okunur, birliktelik köprüleri kurulur, dostluklar oluşur. Dünyanın kültürü ile ünlü kentlerinin ünlü kahveleri vardır. O kentlerde yaşayan yazarlar, şairler, oyuncuların buluşma yerleri sanat havasını içine çekme yerleridir buralar. Bu tür kahveler kenti ziyaret gelen saat tutkunu gezginlerin de uğrak yeridir. Hele oralarda ünlü sanatçılarla karşılaşmak sanat utkunu bohemler için büyük mutluluk ve övünç kaynağı olur.
Germen kültür kenti Viyana’ın bu türden ünlü bulma yeri Cafe Hawelka adlı kahvesidir. Stefan Zweiglerin, Elias Canettilerin Viyana’sından az çok bir şeyler bulmak isteyen yeni kuşağın soluk aldığı bir ortamdır. Ünlü, ünsüz birçok gezin öğleye doğu kapısını konuklara açan kahveye dökülmeye başlar. Küçük yuvarlak masalar çevresinde sandalyelere kurulup oturulur, değişik türden kahveler çaylar ya da alkolü içkiler eşliğinde söyleşiler yoğunlaşır. Kimi gençler ajandalarına notlar alırlar, kimi şiir yazmaya girişir. Burada zaman unutulacak, anın tadına varılacaktır.
Viyana entel, bohem ve sanatçılarının bu uğrak yeri, 1928 yılında açılmış. Yaklaşık on yıl sonra –henüz ikinci dünya savaşının başlamadığı 1939 günlerinde- kahve el değiştiriyor. Kahvenin yeni sahipleri o yıl henüz yeni evlenmiş, on dokuz yaşındaki Hawelka çifti. Hawelka çiftinin eline geçmesi ile kahve kimlik değiştirmeye başlıyor. Çek kökenli Bay Hawelka önce bara bir çekidüzen vermekle işe başlıyor. Ardından işyerine kimlik kazandıracak birtakım yenilik arayışına girişiyor. Her gün akşamın oldukça ilerlemiş zaman dilimde –saat 22’de- bir Çek tatlısı olan sıcak “Buchteln” pastasını müşterilerine sunuyor. Böylece kahvenin imgesi değişiyor ve akşamın bu ileri saatinde gelen konuklar oluşuyor. Kısa süre sonra patlayan 2. Dünya savaşı ile tüm Avrupa’da olduğu gibi Viyana’da da her şey alt üst oluyor ve kahve -1940-1945 yılları arasında- hizmetine ara veriyor.
Savaş sırasında Avrupa’nın birçok kentinin uğradığı felaketleri Viyana da kendine düşeni alır. Bombaların yağdığı bu kültür kentinde açılıklar, ölümler, kıtlıklar yokluklar yaşanır. Daha sonra Viyana’da filme de alınacak olan Graham Green’in Üçüncü Adam romanında anlatılan insanın insanı yemesi tüm gerçekliği ile topluma egemen olur. Bu arada Viyana Operası bombalanmış ve kubbeli tavan yerle bir olmuştur. Ve böylesine bir ortamda insanlar yeniden yaşama başlayacak, toplum ayakta kalmaya çalışacaktır.
Viyana kamuoyuna “Nerden başlayalım, ilk hangi yapıyı yediden yapalım?” sorusu yöneltiliyor. Bu noktada Doğu ve Batı insan kültür farkını yansıtan bir yanıt geliyor Viyana halkında: ‘İlk Opera yeniden onarılsın.’
Doğu toplumlarında yıkımlar ve acılar karşısında ağıt ve teslimiyet Batı toplumlarında direnç ve ayakta kalma kültürü egemendir. Bu nedenle Doğu toplumları bir bakıma ağıt toplumlarıdır. Batı insanı birbirine tutunarak, acıları yüreğine gömüp ayakta kalmaya çalışır. Doğu insanı ağıtlat yakarak gönül gücünü çökertir, yaşam direncini zayıflatır.
1945 Güzünde Avrupa insanı yeniden yaşam koşusuna başlarken, yaşanan acıların üzerine bir sünger çekme çabası ile salanları doldurmak, oyunları izlemek, birlikteliğin tadına varmak ister. Sinema, tiyatro salonları dolacak, insanlar birlikteliğin tadına varacaktır. Ne var ki, dünya çapında ünlü Viyana Operasının tavanını yeniden yapmak, yapıyı onarmak öylesine kısa sürede başarılacak bir iş değildir. Opera onarımı sürerken oyuncular oyunlarını bir yapının geniş bir bodrumunda sergilemek zorunda kalırlar ve bu geçici oyun salonu Hawelka kahvesinin hemen yanında yer alır.
Böylesine bir ortamda 1945 Eylülünde Hawelka kahvesi yeniden kapılarını konuklarına açar. Savaş yılları gibi savaş sonrası dönem de Viyanalılar ve Avrupalılar için zor yıllardır. Kahve, sigara, çay, her türden içki karaborsaya düşmüştür. Yokluğun verdiği özlem insanların ruhunu kemirir. Bulunduğu zaman önemsenmeyen nesnelere insanlar tutkulu bir özlemle saldırılar. Rus, Amerikan, İngiliz, Fransız askerleri Viyana sokaklarında caka satarak dolaşırlar. Kent ayrı devletlerin ayrı egemenlik alanları içinde bölüşülmüştür. Ve bir kahve için yok’u, yok satmak zorunda olan işverenin açmazını yaşar Hawelkalar.
Derken Marshal yardımı gelir. Her işyerine küçük bir destek akça verilir. Hawelkalar bu küçük destekle kahve, sigara, içki alıp müşterilere sunmaya başlarlar.
Hawelka kahvesi sanatsal kişiliğini biraz da bu geçici tiyatro salonuna borçludur. 1949 yılında Opera binasının onarımı bitinceye değin Hawelka yanında yer alan bodrum, Viyana sahnesi işlevini sürdürür. Oyuncular, oyunlardan önce Hawelka’da buluşurlar, gösterimlerden sonra Hawelka’ya çıkıp dinlenirler. Operadaki adam adı ile ünlenen Oskar Werner kahvenin sürekli konuğu olur. Amerika’dan gelen Arthur ve Heny Miller kardeşler ile ünlü İspanyol ressam Pablo Picasso kahvenin takılan adı belli ünlüler olur. Şarkıcı Feiko 30 doğum gününü kahvede kutladıktan sonra trafik kazasında ölür. Sanatçı, eleştirmen türünden izleyiciler beğeni ve eleştirilerini burada dile getiriler. Kahve sanatçıyla izleyicinin, eleştirmenle yazarın buluştuğu bir uzam konumuna gelir. Bu dar çevre gideren halkalarını genişletir, Hawelka, ressamlar, oyuncular, şairlerin buluşma uzamı olur. Zaman zaman alkolün verdiği esriklik dumanları içinde gözler buğulanır, düşünceler uçuşur, sanatçı düşleri kurulur. Artık süreklilik isteyen kültür geleneği örülmeye başlamıştır. Kahve dünyanın her yerinden Viyana’ya gelen sanatçıların ilk uğrak yeri olur. Avusturyalı sanatçılarla yüz yüze gelirler.
2. Dünya Savaşının ardından Viyana, film dünyası için ilgi çekici bir uzam konumundadır. Tüm yıkımlara karşın kent özgün dokusu korumayı başarmıştır. Ayrıca, ülkenin Doğu ile Batı Bloklarının kesiştiği bir çizgide yer alması bu ilgiyi artırır. Graham Green’in romanından uyarlanan Üçüncü Adam filmi Hawelka Kahvesinin hemen ilerisindeki meydanda, kilisenin önünde çekilmeye başlanır. Filmin dünya çapındaki oyuncu, yapımcı, yönetmen kadrosu Hawelka’nın konuklarıdır. Hawelka bu yıllarda Viyana’da gerçekleşen tüm sanat etkinliklerinin hem ev sahibi, hem izleyicisi durumundadır.
Bir defasında bir sihirbaz kahvede gösteri yaparken maytap patlar. Kahvenin tavanında maytabın bıraktığı iz hala yerindedir, boyanıp kapatılmaz, bir anının izi olarak kalmıştır. Kimler gelip geçmemiştir ki bu uzamdan? Sayısız ünlülerin tümü bir iz bırakmıştır. Curt Jurgens, Orson wells, Billy Wilder ve başkaları. Şimdi dünyada iz bırakıp gitmiş onlarca ünlü konuğun görüntüleri süsülüyor kahvenin duvarlarını.
2001 yılında –bir rastlantı sonucu-Bay Hawelka’nın doğum günü akşamında takılıyorum Hawelka kahvesine. Bu serin Viyana akşamında Hawelka 80. yaş gününü kutluyor. Seksenlik yaşlı karı koca doğum gününde konuklara hizmet veriyorlar. Her konukla tek tek ilgileniyor, yer bulamayan konuklara yer açılmasını sağlıyorlar. Yüzlerinde yılların olgunluk ve derinlik çizgilerini okur gibi oluyorum. Ve kendileri ile bir söyleşi gerçekleştirmek için randevu alıyorum. Yılların olgunluğu yüzlerine yansıyan bu yaşlı insanlar isteğimi sevinçle kabul ediyorlar. Randevu gününe tarihsel bir tablo ile geliyorlar.
Bu tarihsel tablo, geçmişin derinliklerine uzanan köprü gibi geliyor bana. Dev tabloda Türklerin Viyanalılara kahveyi tanıtıp öğretişleri canlandırılıyor. Çadırı anımsatan bir barakada kırmızı fesli Türk kahve getiriyor, basık sofra çevresinde oturan Viyanalılar kahvelerini bekliyorlar. Viyana surlar içinde uzaklarda gözüküyor.
Bayan Hawelka “yalnız savaş olmadı Türklerle Avusturyalılar arasında. Türklerden birçok şey de öğrendiler. İşte kahvenin gelişi bunun bir örneği” diye açıklama yapıyor.
O günün –28 Kasım 2001 Çarşamba- Fransız müzisyenler de kahvenin konukları arasında. Fransız müzisyenlerle konuşuyor, ne tür müzik yaptıklarını öğreniyorum.
Japoncadan, Arapçaya, Farsçaya her dilde Hawelka kahvesini tanıtan yazılar yazılmış. Üç ciltlik albümde bu yazılardan örnekler korunuyor. Albümlere göz gezdirdim, Türkçede kahveyi anlatan bir yazı ile karşılaşmadım. Türk okuruna bir kez tanıtma gereğini duydum. Bir gün Viyana’ya yolunuz düşerse siz de uğrayın Hawelka Kahvesine. Şimdilerde dünyamızdan ayrılmış 1939’yılının on dokuz yaşındaki dal gibi genç Hawelka çiftini bulamayacaksınız. Ama yoklukları o uzamda olacak. Ve kahvede onların ruhunu duyumsayacaksınız. Onlardan kahveye gelen yüzlerce ünlüden kalan hoş seda imiş diyeceksiniz.
Haftanın Şiiri
Şair İşçidir/Vladimir MAYAKOVSKI
Bağırırlar şaire:
“Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne?
Boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki…”
Doğrusu
bizler için de
en yüce değerdir çalışmak.
Ve kendimi
bir fabrika saymaktayım ben de.
Ve eğer
bacam yoksa
İşim daha zor demektir bu.
Bilirim
hoşlanmazsınız boş lâftan
kütük yontarsınız kan ter içinde,
Fakat
bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan:
Kütükten kafaları yontarız biz de.
Ve hiç kuşkusuz
saygıdeğer bir iştir balık avlamak
çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına
balıkla doluysa hele.
Fakat
daha da saygıdeğerdir şairin işi
balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü.
Ve doğrusu
işlerin en zorlusu
yanıp kavrularak demir ocağının ağzında
su vermektir kızgın demire.
Fakat kim
aylak olduğumuzu söyleyerek
sitem edebilir bize;
Beyinleri perdahlıyorsak eğer
dilimizin eğesiyle…
Kim daha üstün, şair mi?
yoksa insanlara
Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
İkisi de.
Yürek de bir motordur çünkü
ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek
Haydi!
laf fırtınalarından
ayıralım kendimizi
bir dalgakıranla.
İş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzıkalabalık söylevci takımı
değirmene yollansın dosdoğru!
Unculuğa!
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla!
Çeviren : Ataol BEHRAMOĞLU
Haftanın Sanat Gündemi
2018 Homeros ödülü Haluk Şahin’e verildi
Geleneksel Troia Festivali çerçevesinde her yıl verilen Homeros, Bilim, Kültür ve Sanat Ödülü bu yıl Prof. Dr. Haluk Şahin’e verildi.
Troia antik kenti ve Anadolu kültürünün tanıtımına ve dünya barışına katkıda bulunan ulusal ve uluslararası olmak üzere yazın, şiir, plastik sanatlar ve diğer sanat dalları ve bilimsel alanlarda ürün ortaya koyan başarılı kişilere verilen ödül” bundan önceki yıllarda Yaşar Kemal, Yıldız Kenter, Cevat Çapan, Erdinç Bakla, Nuri Bilge Ceylan ve Rüstem Aslan gibi isimlere de verilmişti.
Ödülün bu yıl Prof. Dr. Şahin’e verilmesinin nedenlerinin başında 17 yıldır Bozcaada’da düzenlediği Ozanın Günü ve Homeros Okuması etkinliği gösterildi. Şahin’in ayrıca “Troyalılar Türk müydü?” adlı bir inceleme kitabı ve kısmen Troya’de geçen ve henüz yayınlanmış “Ada” dlı bir romanı da var.,
Ödül töreni 10 Ağustos tarihinde Troya’da ören yerinde yapılacak. Bu yılın Ozanın Günü ve Homeros etkinliği ise 5 Ağustos’ta Bozcaada’da gerçekleşecek.
Dünya Şiir Hareketinin Halka Dönüş Çağrısı
19 Temmuz Perşembe 20. Yüzyılın en büyük şairlerinden Vladimir Mayakovski’nin doğum günüdür.
Mayakovski(1893-1930) bu yıl 125 Yaşında.
Bütün ülkelerden yüzlerce şairin temsilcisi olan Dünya Şiir Hareketi bu yıldönümü nedeniyle “Halka Dönüş” başlığıyla bir bildiri yayımlayarak aynı gün bütün ülkelerde düzenlenecek şiir dinletilerinde şairleri adaletsizliğe karşı seslerini yükseltmeye çağırdı.
İstanbul’da Türkiye Yazarlar Sendikası ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi birlikteliğinde düzenlenecek dinletide TYS Başkanı Mustafa Köz’ün konuşmasının ve programı sunacak Cansu Fırıncı’nın Dünya Şiir Hareketinin bildirisini okumasının ardından, şairler Salih Bolat, Turgay Fişekçi, Ayten Mutlu ve tiyatro sanatçısı Metin Coşkun, Mayakovski şiirleri okuyacaklar. Müzisyen Ekrem Ataer ezgileriyle programa katılacak.
Aynı Gün Ankara’da Nâzım Hikmet Kültür Merkezinin düzenleyeceği ve yine Dünya Şiir Hareketi bildirisiyle Mayakovski şiirlerinin okunacağı programa Dünya Şiir Hareketi kurucularından Ataol Behramoğlu, Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi başkanı Emre Falay, şair-yazar Abdullah Nefes ve bir gitar dinletisi sunumuyla Ahmet Kanneci katılacaklar.
‘Sanatçı, alanında derinleşmeli’
Ataol Behramoğlu ‘Şair İşçidir, Mayakovski 125 yaşında’ etkinliğinde konuştu.
Dünya Şiir Hareketi’nin, Vladimir Mayakovski’nin 125. yaş günü nedeniyle ‘Halka Dönüş’ başlıklı bildirisiyle şiir dinletilerine çağrı yapması üzerine düzenlenen ‘Şair İşçidir, Mayakovski 125 yaşında’ etkinliği, gazetemiz yazarlarından Ataol Behramoğlu ve yazar ve şair Abdullah Nefes’in katılımıyla Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde yapıldı.
Dünya Şiir Hareketi, Mayakovski’nin, doğumunun 125. yıldönümü nedeniyle “Halka Dönüş” başlığıyla bir bildiri yayımlayarak 19 Temmuz Perşembe günü bütün ülkelerde düzenlenecek şiir dinletilerinde şairleri adaletsizliğe karşı seslerini yükseltmeye çağırdı. Gazetemiz yazarlarından ve Dünya Şiir Hareketi kurucularından Ataol Behramoğlu’nun yer aldığı ‘Şair İşçidir, Mayakovski 125 yaşında’ etkinliğinde, şair ve yazar Abdullah Nefes ve gitar dinletisi sunumuyla Ahmet Kanneci yer aldı. Abdullah Nefes’in Mayakovski şiirleriyle katkı verdiği gecede konuşan ve Behramoğlu, “Siyaset tuhaflaştı, dolayısıyla şairlerin ve müzisyenlerin ve tabiiki bütün sanatçıların kendi alanlarında biraz daha derinleşerek ‘topluma sanat yoluyla neler söyleyebiliriz’ diye düşünmeleri lazım. Nâzım Hikmet’in sadece Mayakovski’den değil o dönemde Rus modernizmindeki atmosferden etkilendiği bilinir, Mayakovski ve Nâzım Hikmet iki farklı nehir gibidir” dedi.
Vladimir Mayakovski
Vladimir Vladimiroviç Mayakovski; 1893’te Gürcistanda dünyaya gelmiştir. Rus kökenli Mayakovski, şair ve oyun yazarı olmasının yanı sıra sinema ve tiyatro oyunculuğu da yapmıştır. Mayakovski, anne, babası ve kız kardeşleri ile bir süre Bağdadi köyünde yaşar ancak bir süre sonra aile Kutais kentine göç eder. Mayakovski, lise öğrenimi sırasında sanat ile fazlaca ilgilidir.
Özellikle de Fransız yazar Jules Vernenin romanlarına yoğun ilgi duymaktadır. Verne’nin muhteşem bir kurgu ile yazdığı romanları, Mayakovskiyi ziyadesiyle kendine çekmeyi başarmıştır. Mayakovskinin sanata olan bu yakınlığı öğretmeni tarafından fark edilir ve Mayakovskiye çeşitli sanat dersleri verilmeye başlanır. Mayakovski, bu dönemde babasını kaybeder ve aile Moskovaya taşınır. Mayakovski, şiire karşı yoğun bir ilgi duymaktadır ve bunun yanı sıra Moskovada çevresi sosyalist kişilerle dolmuştur.Sosyalizm düşleri kurmaya başlayan Mayakovski, bir yandan da yoksulluk ile göz göze gelmiştir. Annesi bu dönemde Moskova’da çalışmaya başlar. Siyasete iyiden iye giren Mayakovski, Bolşevik partisinin eylemlerine, katılır ve çeşitli faaliyetler gösterir. Bu eylemler neticesinde Mayakovski, defalarca tutuklanır. Bu olaylar sırasında henüz 15 yaşında olan Mayakovski, bir tutuklama sonrasın 12 ay süresince hücrede kalır. Hapis cezalarının ardından Mayakovski, Moskova Resim ve Heykel Okuluna yazılır ve sanatçı kişiliğini, özgünlüğünü burada da kanıtlamayı başarır. Mayakovski, bu dönemde Rusyadaki Fütürizm akımının en sağlam temsilcilerinden olur. Sıradan düşünce biçimlerini bir kenara atan bu akım geleceğin, sanata en büyük yansımasıdır.
Rus fütürizmini devrimle kurulacak yeni bir düzenle resme yansıtan Mayakovski, bir yandan da şiirleri ile insanları etkilemektedir. Yine bu sıralarda Mayakovski, yazdığı oyunların yanı sıra tiyatro oyunculuğuyla da anılmaktadır. Dünya ise bu sırada büyük bir savaşa hazırlanmaktadır. Takvimlerin 1914ü gösterdiği sıralarda I. Dünya Savaşı başlar. 3 yıl sonra ise Mayakovski’nin de hayalini kurduğu Ekim Devrimi, gerçekleşir. Hayalleri gerçekleşen Mayakovski 36 yıllık yaşamı süresince sanatı ve politikayı birlikte yürütmeyi tercih etmiştir. Propaganda konusunda fazlasıyla iyi olan, kalemini oldukça iyi kullanan Mayakovski’nin bu özelliği dikkatleri onun üzerine çekmektedir. 1920li yıllarda Mayakovski, çeşitli gazete ve dergilerde yazmaya başlar. Rus şair Sergey Yeseninin intihar ile sarsılan Mayakovski, dostu için bir şiir yazar ve bu şiir Ruslar tarafından olumsuz bir şekilde karşılanır. 1930 yılında ise Mayakovski, silah ile yaşamına son verir. Mayakovski, kısacık ömrüne büyük bir mücadele ve özgün bir sanat sığdırmayı başarmıştır.