Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Murûc Ez-Zeheb (Altın Bozkırlar)/ Mesudî
Mesûdî, Mürûcü’z-zeheb adlı eserini 332 yılında Fustat’ta kaleme aldı. Mes’ûdî, eserin mukaddimesinde Ahbârü’z-zamân ve Kitâbü’l-Evsat’ta genişçe anlattığı konuları burada daha özlü olarak kaleme aldığını belirtmektedir. Kendisinden önceki bazı tarihçiler ve eserleri hakkında kısaca bilgi verip bunları değerlendiren müellif, Mürûcü’z-zeheb’de bilinmesi gereken hemen her ilimle ilgili bütün hususların yer aldığını söyler.
İki ana bölümden meydana gelen eserin birinci bölümünde ansiklopedik mahiyette çeşitli konulara yer verilmektedir. Hz. Âdem’den itibaren peygamberler tarihi, yeryüzünün belli başlı coğrafî bölgeleri, bazı denizler, adalar, nehirler, dağlar; çeşitli hayvan ve bitkiler; madenler; Hintliler, Çinliler, Yunanlılar, Roma ve Bizans İle Persler ve Sâsânîler, Türkler; İslâm öncesi Arabistan tarihi kitabın belli başlı konularını oluşturur. Mes’ûdî anlattığı toplumların örf ve âdetleri, inanç ve ibadetleri, efsaneleri, yiyecek ve giyecekleri, bayramları, oyunları, mâbedleri, takvimleri gibi kültür unsurlarına da yer vermiştir. İkinci bölümde Hz. Peygamber döneminden Abbasî Halifesi Mutî-Lillâh’a kadar İslâm tarihi anlatılmış, İslâm dünyası dışına nadiren atıfta bulunulmuştur. Eserin birçok baskısı yapılmıştır.
Yapıtta Antakya önemli bir yer tutuyor. O yılların Antakya’sıyla ilgili ilginç bilgiler yer alıyor.
Konuk Yazar
Barış Ve Edebiyat…/ Alper Akçam
Hiç kuşkusuz, bu iki sözcüğü ve onların taşıdığı anlam derinliklerini yan yana görenler, edebiyatın barıştan yana olduğunu, hep de öyle olması gerektiğini söyleyeceklerdir.
Kanımca, bugün burada soracağımı soru da bu kanıyı sarsan, bizi edebiyat adına okuduklarımızı sorgulamak zorunda bırakan bir içerikle büyüyecektir gözümüzün önünde.
Günümüzün edebiyatı gerçekten de barıştan yana mıdır?
Sizlerin yanıtını bilemiyorum ama, ben kendi adıma yanıtlayacağım: HAYIR!
Günümüzde, edebiyat, ne yazık ki, barıştan ve barış kültüründen yana değildir. O daha çok ün, şan, şöhret ve para arayışındadır.
Oysa ki ne güzel sözler söylenmiştir şimdiye kadar bu konuda.
Kant’a göre sonsuz Barış için ilk koşul, “Her devletin sivil kuruluş biçiminin Cumhuriyet olmasıdır ve savaş yalnızca bütün yurttaşların katılacağı oylamayla açılabilmelidir. Savaşacak olanların savaşla barış arasında karar vermeye hakları olduğu zaman tarih kanla yazılmaz artık…”
“Bir gün gelecek, oh diyecek insanoğlu. Silahları bırakın, artık ihtiyaç kalmadı”. Bertolt Brecht
“İnsan ve onun geleceğine dair kalbimizi sıkıştıran endişeye rağmen, korku ve umutsuzluk doğmamalı… Korku değil cesaretle savaşın karşısına dikilmek zorundayız. Tüm kültür yaratıcılarının en büyük görevlerinden biri budur.” Cengiz Aytmatov
“Savaşa ait ne varsa, savaşı da alıp gitsin”. Pablo Neruda
“Savaşlar önlenmezse, silahlanma tekniğindeki hızlı gelişmeler, insanlığın kendi kendisini yok etmesiyle sonuçlanacaktır”. Jean Paul Sartre
Savaş kültürünü ya da savaşların kaynağını oluşturan ayrıştırıcı düşünceyi yakından incelemeye aldığımızda ilginç şeyler göreceğiz.
Emperyalist egemenliğin “Şarkiyatçı” kültürel çalışmalarla, Doğu toplumu, Batı insanı için, “geri, saldırgan, kurtarılması gereken” bir imge olarak kurulmakta, Batı’daki iktidarlar, bu “saldırganlık” karşısında kendi halkları için savunmacı, özgürlük ve demokrasi dağıtıcı bir rol üstlenmiş görünmektedirler. Kültürler arasında, alt-üst, ileri-geri, modern-çağdışı gibi karşıtlıklar oluşturulup kurcalanmaktadır. Dünyanın içinde bulunduğu karmaşa, “ayrı medeniyetler ve inançlar”ın, yeryüzünde “yaratılışsal” olarak var olduğu varsayımı üzerine oturtulmaya çalışılmaktadır.
Son yılların emperyalizm tarafından beslenen gözde kuramcıları Samuel P. Huntington, Fukuyama ve tüm Şarkiyatçı düşünürleri, savaş ve çatışmaları sonsuz kılmanın yollarını açmaktadırlar sanki. “Müslümanlar’ın şiddet içeren çatışma eğilimi yanı sıra, Müslüman toplumların militaristleşme ölçüsünce de içerimlenmektedir. 1980’lerde Müslüman ülkeler diğer ülkelerden önemli ölçüde daha yüksek askeri kuvvet oranına (yani, her 1000 kişi için askeri personel sayısı) ve askeri girişim indeksine sahipti (bir ülkenin refah düzeyine göre ayarlanmış kuvvet oranı).” (Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, s 387)
Peki ey Huntington efendi, Müslüman ülkeleri silahlandırma yarışına çıkaran kimdir? Silahları kim satmaktadır? Bu soruların yanıtı Huntington’da yoktur. O, Batılı Şarkiyatçı politikalarla belirlenmiş Doğu yapısının Batı’da hangi gözle görülmekte olduğunun saptamasını yapar, doğuştan itibaren birbirine karşıt medeniyetlerin varlığını kanıtlamaya çalışır, tarihin tekerine çomak sokar.
Dünyü halkları, barıştan, sevgiden, birlikte oyunlar oynamaktan, hayatı çoğaltmaktan ve paylaşmaktan yanadır. Savaşların kaynağı sınıflı toplumların azınlık sömürücüleridir. Bugün de Gaziantep çevresine iyi bilinen bir oyun olan Mangala, ona yakın ülkede aynı adla olmak üzere altmışa yakın ülkede oynanmaktadır. Günümüzde, ABD emperyalizmi ile birçok konuda görüş ayrılığı varmış gibi görünen iktidar temsilcilerinin Suriye devlet güçlerinin on binlerce CİA ve MOSSAD beslemesi terör elemanın barındığı İdlib’e müdahale etmemesi için aynı dili kullanıyor olması ilginç değil mi?
Ne yazıktır ki, aramızdan edebiyat adına söz alan birileri Batı’nın bu ayrıştırıcı bakış açısıyla popüler olma yolunu seçmekte, kendi toplumunu Batılı efendilerine egzotik bir imge kaynağı olarak kurgulamaktadır…
Ya, emekli bir vaizin yönettiği, emperyalist oyuncağı FETÖ örgütünün uzantıları olduğu herkesçe bilinen kültür elemanları ve organları içinde yer alan, o örgütlenmeyi kendi çıkarı ve ünü için kullanmış olan edebiyatçılara ne demeli?
Eylül ayı barış sözcüğüyle başlasın dostlar, barış sözcüğüyle bitsin…
Emperyalizmin demokrasi adına silahlandırdığı kör terör ve çocukların ölümünden kazandığı para işbirlikçileriyle birlikte kendi başını yesin…
Biz “Yurtta Barış, Dünyada Barış,” diyen, kendi onuruyla ayakta kalmak isteyen bir önderin izindeyiz…
Haftanın Şiiri
Kadınsı/ Gülten Akın
…Şimdi bilmem kaçıncı paralelde
Kuru topraklara yağmur yağıyor
Bir filmin orta yerinde kaç gecedir
Uzanıp elimi tutuyorsunuz
Elimi her sefer bir şey için
Elimi her sefer bir kere tutarsınız
Sonra bütün davalarımla ortalıkta
Sonra olanca kalabalığımla yalnız
Hava ve deniz arasında
Ekmekle barış arasında
İnanın hepiniz varsınız
Sonsuz şeyler uğruna mesela
Kırılıp dökülen şeyler uğruna
Kendinizi ne çok aldattınız
Dağlar bildiğince yüksek olsun
Gözden uzak tutamam sizi durun
Yaşamak küçük aldanışlarla güzel
Ölümü alın götürün.
Haftanın Sanat Gündemi
Mersin Kenti Edebiyat Ödül’ü İpek Ongun’un
Mersin Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) öncülüğünde 12 yıldır sürdürülen ‘Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’ne genç okurlarla didaktik olmayan, sahici ve şefkatli bir edebiyat dünyasında buluşarak, kuşaktan kuşağa gürleşerek süren bir bağ kuran Türkiye’nin önemli yazarlarından İpek Ongun değer görüldü.
Mersin Kent Edebiyat Ödülü, jürisi bu yıl ödül vereceği sanatçıyı açıkladı. Celâl Soycan, Metin Cengiz, Yavuz Özdem, Cemal Sakallı ve Ogün Kaymak‘tan oluşan Ödül Değerlendirme Kurulu üyeleri, konu ile ilgili olarak yaptığı değerlendirmede kararını şöyle açıkladı:
“Ülkemizde ve Mersin’de edebiyat ilgisini geliştirmek ve ulusal ölçekte bir verime dönüştürmek, edebiyat okurlarının dikkatini nitelikli örneklere çekmek üzere; yapıtlarıyla Türk edebiyatının gelişmesine katkıda bulunmuş kişileri onurlandırmak, daha yaygın okunmasını sağlamak için MTSO’nun öncü girişimiyle kent adına verilen Mersin Kenti Edebiyat Ödülü konusundaki çalışmalar, ilgili yönetmelik gereğince yürütülmüştür. 2018 yılı için önerilen adaylar arasından, ülkemizde ‘İlk gençlik Edebiyatı’nı özgün ölçütler ve değerler ışığında kurumsallaştıran öncü eserler yarattığı, bu eserlerdeki yetkin dil kullanımı üzerinden genç okurların toplumsal ve kültürel değerlerle temasını sağladığı; onlara yalıtık koşulların ötesinde bir düşünme ve duyumsama imkânı sunduğu, genç okurların özdeşleşebileceği kendi varlık koşullarına özgü sorunlar ve çözüm seçenekleri üzerinden, onları derinliğine tartışabilen etkin okurluğa hazırladığı, vicdan, sorumluluk, vefa, sabır, metanet, şefkat ve aile bağı gibi temel insanî düzeyleri, bir yaşama kültürü olarak üç kuşak okura aktardığı, dış dünyayı genç okurun iç dünyasıyla buluşturan kurgularıyla, edebiyatın bir ahlâkî iyileştirme imkânı olduğunu yeniden hatırlattığı, eril dilin rekabeti ve kazanmayı kollayan, güce dayalı hoyrat dünyasını onarıcı karakterler yaratarak; kadın sesini, koruyucu duyuşunu, inceliğini ve bakım etiğini öne çıkardığı, genç okurlarla didaktik olmayan, sahici ve şefkatli bir edebiyat dünyasında buluşarak, kuşaktan kuşağa gürleşerek süren bir bağ kurduğu için. değerli yazar İpek Ongun’u ödüle değer bulmuştur.”
Bu arada, Ongun’a ödülü, 14 Aralık 2018 Cuma günü düzenlenecek Mersin Kenti Edebiyat Ödül Töreni ile verilecek. (aydınlık)
İzmir’de ‘Şiir adaletsizliğe karşı’ etkinliği
Zeynep Altıok Akatlı’nın sosyal medya hesabından duyurduğu etkinlikle ilgili, “TYS ve Konak Kent Konseyi’nin ‘Şiir Adaletsizliğe Karşı’ etkinliğine katıldık. Yaşadığımız en karanlık günlerin sığınağı şiir. Şiir hissetmek, farketmek, paylaşmak, direnmek… 2011 yılında bir Temmuz Cumartesi’sinde Sivas Katliamı’nın adaletsizliğinin son bulması için Cumartesi Anneleri ile birlikte seslenmiştik. O gün o meydanda Sivas Katliamı’nda yitirdiğimiz Behçet Aysan’ın kayıplarını arayan Plaza del Mayo Anneleri için yazdığı ‘Beyaz Başörtülü Kadınlar’ şiirini okumuştum. 23 yıl sonra bugün Cumartesi Anneleri’nin adalet için seslendiği meydan onlara yasaklandı. Ülkemiz 90’ların karanlığına sürüklendi. Ben bugün bir kez daha 25 yıl önce Sivas’ta yakılarak öldürülen Behçet Aysan’ın o şiirini annelerimiz için okudum” ifadelerini kullandı.
“Barış ve adalet özlemimize yine iyiliği ve şiiri pusula ettik” diyen Akatlı, “Usta şair sevgili Ataol Behramoğlu, Hidayet Karakuş, Tuğrul Keskin ve İzmirli şairler şiirlerini okudular. Düş Gezginleri şarkılarıyla eşlik ettiler. Ataol Ağabeyim, ‘Yaşamak görevdir bu yangın yerinde’ dizesiyle biten şiiriyle Behçet Aysan’a, babam Metin Altıok’a, Cumartesi Annelerine, bu ülkenin faili meçhul cinayetlerle öldürülen aydın ve sanatçılarına ve tüm adalet bekleyen mazlumlarına seslendi. Örgütlü kötülük özgür düşünceyle, özgür sanatla ve şiirle yenilecek! Diremişimiz, mücadelemiz yolmadan umutla ve paylaşarak sürecek!” dedi. (Birgün)
‘Fikre Artık Yeter Tahakkümünüz’
Sabiha Sertel anılıyor.
Bu sene 2 Eylül’ün, Sabiha Sertel’in vefatının 50. yılı olması dolayısıyla Tarih Vakfı, pek çok yönden ilklerin kadını gazeteci ve haklar savunucusunu anmak için “Fikre Artık Yeter Tahakkümünüz” başlığıyla bir gün düzenliyor. Eminönü, Fatih’teki Tarih Vakfı’nda yarın sabah 10.00’da başlayacak etkinlikler 17.15’e kadar sürecek. Tarih Vakfı Başkanı Mehmet Ö. Alkan ve Sertel Ailesi adına Nur Deriş Ottoman’ın açılış tebliğinden sonra oturumlara geçilecek.
İlk oturumda Barış Çatal, Bengü Aydın Dikmen, İnci Özkan Kerestecioğlu ve Rüçhan Çiğdem Akanyıldız Gölbaşı, farklı konu başlıklarıyla Sabiha Sertel’i anlatacak. İkinci oturumda ise Aylin Özman, Kadir Dede, Ömer Durmaz, Özlem Özkal, Hülya Öztekin, Korhan Atay, Atiye O’Brien ve Gün Benderli konuşacak. (Cumhuriyet)
Bir ‘iyi hisset’ filmi
Başrollerini Sarp Levendoğlu, Kazım Karakadıoğlu ve Sevcan Yaşar’ın paylaştığı, Hamdi Alkan, Murat Serezli, Günay Karacaoğlu, Devrim Özder Akın, Mehmet Ulusoy, Bülent Yıldıran, Hakan Güven gibi usta oyuncuların yer aldığı “ İki İyi Çocuk” sinema filmi seyirciyle buluştu. Yönetmenliğini Mehmet Demir Yılmaz’ın yaptığı filmin görüntü yönetmenliğini Argyris Theos üstlendi.
Filmin konusu kısaca şöyle: “Zihinsel yetersizlik yaşayan Ercan, çocukken babasını trafik kazasında kaybetmiştir. Derin acılar yaşamış, bundan çıkış yolunu da kendini polis ilan etmekte bulmuştur. Antakya’da annesiyle birlikte yaşayan Ercan’ın (Kazım Karakadıoğlu) hayallerinde yarattığı özel dünyasına tüm şehir saygı duymakta ve kendisine sevgi göstermektedir.”
Yönetmen Mehmet Demir Yılmaz da filmi, “Filmde gerçek bir dostluk hikâyesi var, ama bu dostluğun yanı sıra bütün şehrin, Hatay’ın hoşgörüsü var. ‘İyi hisset’ filmi bu. Seyirci filmden sonra iyi hissetsin istiyoruz, dünyada iyi şeyler var diyoruz” sözleriyle açıklıyor. Yılmaz, sorularımızı yanıtladı.
‘Çocuklar çıkamıyorlar’
– “ İki İyi Çocuk ” yönetmenliğini yaptığınız ilk film. Bir bakıma sosyal sorumluluk projesi gibi bir filmle başlamanın nedeni nedir?
Ben Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü’nde okudum. Hep yapmak istediğimiz şey kendi filmlerimizdi. Öğrencilikte mezuniyet filmim “Anne Burada Kalalım” adlı bir belgeseldi. Bu belgesel zihinsel engelli çocukların Ankara’da 23 Nisan’da Meclis’te temsil edilmelerini anlatıyordu. O dönemden beri zihinsel engellilerin toplumdaki izole edilme durumu benim için aslında çok hoş olmayan bir şey. Çocukluğumuzda mahallede birlikte aynı okula gittiğimiz, birlikte oyun oynadığımız zihinsel engelli arkadaşlarımız olurdu ve bunlar toplumdan izole edilmezdi. Ama şimdi maalesef her geçen gün bırakın zihinsel engelli çocukların özgürce sokakta oynamalarını, engeli olmayan çocuklar bile güvenlik endişesinden dolayı, toplumun giderek daha az özgür olması nedeniyle dışarılara çıkamıyorlar…
Antakya’da doğdum büyüdüm. Orada okul çıkışlarında gerçek bir polis üniforması giyen, okuldan çıkan hepimize fırçalar atan, duruma göre trafiği durdurup cezalar kesen bir zihinsel engelli ağabeyimiz vardı. O zamanlar derdim ben “Yahu bu adamın filmi yapılsa…” diye. Sonra o filmi biz yaptık.
-Sinema sektörü biraz vahşi bir sektör. Gişe beklentileriniz nelerdi, karşıladı mı film?
Biz bu filmi yaparken hiç tribüne oynamadık. Bu kadar hassas bir konuda ben seyirci alacağım diye ne seyirciyi gereksiz ağlattım, ne gereksiz güldürdüm. Sadece o çocuğun dünyasına seyirciyi sokmaya çalıştım. Senaryo yazarken de buna çok dikkat ettik. “ İki İyi Çocuk ” senaryosunda bir diyet ödemeseydi, belki daha fazla seyirci çekerdi. Ama bunu göze almıştık açıkçası. Ama en azından ben yönetmen olarak huzurluyum.
-Filmde önemli isimler rol alıyor, onlar nasıl dahil oldular?
Hepsinin söylediği şey şu oldu: “Senaryo çok iyi, dürüst. Biz dürüstlükten dolayı bu işin içinde yer almak istiyoruz.” Bu insanlar, Türkiye’de ciddi projelerde yer alan insanlar ve bu insanları tek bir kadroya sığdırmak son derece zor, eğer ticari bir iş yapmıyorsanız. Hatta müzisyenimiz Derya Köroğlu bile film müziği yapmıyordu çok uzun zamandır. Ama senaryoyu okuduktan sonra bu işin içinde olmak istediğini söyledi. Çünkü dizi, reklam gibi yapımlar zamanla unutuluyor, ama sinema dediğimiz şey 30 sene sonra da açıp izlenilecek bir şey olduğu için insanlar da bir şekilde bunun içinde yer almak istedi. (Cumhuriyet)
Bir Portre: Necle Karataş
Antakya’da doğdu. Yedi yaşında Almanya’ya göç etti. Lise eğitimini Almanya’da tamamladı. İki dil biliyor.
2002 yılında Favori & El ele Dergisi’nin ortak düzenlediği hikaye yarışmasında ‘Başarı’adlı öyküsü ile ödül aldı.
Türk Dili Dergisi’nde, Tümgazeteler internet sitesinde, Kahve molası,
Avrupa Gazetesinde, Kültür Çağlayanında,Varan Haber, Işıkbinyılı.org sitesinde öyküleri, denemeleri, şiirleri yayınlandı. ”Kültür çağlayanı” adlı antolojide” Ayrılık ölümün ikizi, Aşk, Bombalanan çocukların feryadı” şiirleri yayımlandı. ”Ahmakların Diyarı” adlı öyküsü Antakya Kültür Merkezinde, Hatay Yeni Gün Tiyatro Topluluğu tarafından iki defa sahnelendi.
Kültür çağlayanı Dergisi’nin Antakya Temsilciliğini yapıyor. Karataş’ın ”Sevmerada” adında Kanguru Yayımlarından 2009 yılında çıkmış bir kitabı ve “Mutluyum Ben” adında bir şiir kitabı var. Ortak iki kitapta (Ve Tanrı Aşkı yarattı) (Asi’den Taşan Öyküler) öyküleri yer aldı. Son olarak İHAD Aalen kültür Dernek’inin ortaklaşa hazırladıkları iki kitapta (Barışa Öyküler, Barışa Şiirler) öykü ve şiiri yer aldı. Öykü ve senaryo yazım atölyelerine katılarak, senaryo sertifikası almıştır. Adana kitap fuarında imza günleri oldu. İlesam ve Türkiye yazarlar sendikası üyesi olan Karataş Yazın çalışmalarını öykü, deneme, anı, senaryo, makale ve şiir alanlarında sürdürmektedir.
Okuma Önerileri
1.Sevdalım Hayat/Zülfü Livaneli/ Remzi Kitabevi
2.Bak bak Desinler/Cengiz Bektaş/Evrensel Yayın
3.Aşka Aşık Ruhlar/Necle Karataş/Bluebook Yayın
4.Bir Dağ Düğünü/ Prof. Dr. Semir Aslanyürek/Çiviyazıları
5.Yıldız İzi/bZeynep Altıok Akatlı/Doğan Kitap