Yetimhanede 1 Ay
Kerem Bereketoğlu: “İyilik dediğiniz şey ‘sebep’ aramaz. İyilik dediğiniz şey böyle çalışmaz. İyilik için bir ‘sebep’ bulmaya çalıştığınız zaman ya da yapılan bir iyiliğin karşısına bir ‘kazanç’ koyduğunuz zaman, iyiliğin değeri de o kazanç kadar olabiliyor, fazlası değil. O yüzden, kazandığım şeyin her hangi bir değerle ölçülemeyeceğini düşünüyorum.”
Burası, KwaZulu-Natal… Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, genellikle KZN olarak anılan, ülkenin önemli vilayetlerinden biri. Antakya’dan neredeyse 8 bin kilometre ötedeki bu topraklara ulaşan ve bizlere bilmediğimiz bu coğrafyayı anlatan isim ise Kerem Bereketoğlu. Bereketoğlu, “Her Şeyin Adı Moşe” ve “Rindistan” adlı kitapları nedeniyle yakından tanıdığımız bir Yazar aynı zamanda.
Yaklaşık 1 ay boyunca kaldığı, aslında kalmakla da kalmayıp gönüllü olarak çalıştığı yetimhane üzerine sohbet ettiğimiz Bereketoğlu, God’s Golden Acre ‘Khayelihle’ diye anılan yerde geçen zamanını bizler için detaylandırırken, birçoğumuza çok uzak ve hatta çok yabancı bu kültüre dair oldukça dikkat çeken şeyler de fısıldadı.
KwaZulu-Natal şehrinde bulunan ve God’s Golden Acre ‘Khayelihle’ adıyla anılan yetimhane, uluslararası gönüllülerden destek alan, koruyucu aileler ve bakıcılardan oluşan bir ekip tarafından yönetilen bir bakım merkezi. Yerel dilde kullanılan “Khayelihle” ifadesi “Güzel Ev” anlamına geliyor. Buradaki amaç da bu aslında. Yoksulluk, şiddet ve daha birçok sebepten merkeze gelen sevgiye ve bakıma muhtaç çocuklar için güzel bir ev ortamı sağlamak, onları geleceğe hazırlamak, bunu da, Kerem Bereketoğlu gibi dünyanın birçok ülkesinden gelen gönüllülerin destekleri ile sürdürmek.
En çok sorulan soru ile başlamak istedik sohbetimize ve ‘neden’ gittiğini sorduk… Cevap mı?
Aslına bakarsanız, bu, uzun zamandır yapmak istediğim bir şeydi. Benden önce aynı yere giden ve oradaki çalışmalara katılan Norveçli bir arkadaşım bu gidişime ilham oldu diyebilirim. Tabi bu kararımı duyanların ruh hali genelde şaşkınlık oldu, ki ‘neden gidiyorsun’ şeklinde sorular soruldu o yüzden. Nedense insanlar, ‘gönüllü’ yapılan işlere çok fazla inanmıyor.” Bu yüzden de buna ekli bir ‘sebep’ arıyor. Ama iyilik dediğiniz şey ‘sebep’ aramaz. İyilik dediğiniz şey böyle çalışmaz. İyilik için bir ‘sebep’ bulmaya çalıştığınız zaman ya da yapılan bir iyiliğin karşısına bir ‘kazanç’ koyduğunuz zaman, iyiliğin değeri de o kazanç kadar olabiliyor, fazlası değil. Ben, kazandığım şeyin her hangi bir değerle ölçülemeyeceğini düşünüyorum.
Hayat bir renk ise… Diyebilirim ki, kesinlikle o hayatın çok farklı tonlarıyız. Aslına bakarsanız, Afrika’daki yaşamın renkleri hakkında hiç birimizin ciddi anlamda bir fikri yok. ‘Orada çok farklı hayatlar var ve çok farklı bir yaşam akıyor’ demek, oradaki renkliliği anlatmaya yetmeyecek, inanın…
Bir yetimhane, 34 çocuk ve 30 günlük bir süre… ‘Yaşadıkların hayatına ne kattı’ desem, ne dersin?
Benim için Türkiye’de bir yetimhanede kalan bir çocukla Afrika’daki bir yetimin her hangi bir farkı yok. Ben burada ne hak ediyorsam, oradaki insanlar da aynı şeyi hak ediyor. İnandığım şey hep buydu. Sanırım bu düşüncem biraz daha perçinleşti. Onun dışında net olan bir şey var ki, gitmeden önceki Kerem ile Afrika’dan dönen Kerem kesinlikle aynı insanlar değil. Şöyle bir söz var… Bir insanın dünyaya bakışı 20 yaşında da aynıysa 50 yaşında da aynıysa, arada geçen o 30 yılı boşuna yaşamıştır. O anlamda, orada geçirdiğim 30 gün asla boşa geçmedi. Bugün dünyaya çok daha farklı bakıyorum. Çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim.
Peki, çok gezen mi çok okuyan mı?
Aslına bakarsanız, ben gezerken de çok okuyan biriyim. Bu ikisi birbirini besleyen şeyler. Biri olmadan diğeri de olmuyor.
Neredeyse pişmanlık yaşamadığım nadir zamanlardan biriydi. Pişmanlığı, sadece, dönüş biletini görevliye uzatırken hissettim, ki o da ‘neden bu kadar erken dönüyorum’ noktasında oldu. Ancak dönmek zorundaydım. Ama orada şunu fark ettim ve hatta kendi kendime de sordum, ‘Niye daha önce bunu yapmadım’ diye… O anlamda bu deneyimi herkes için kesinlikle tavsiye ediyorum. Bunu sadece bir yetimhanede çalışmak olarak görmeyin. Oradaki insanların çok şeye ihtiyacı var. Sadece çocuklar değil, yetişkinler de buna dahil. Bilmeyenler ve merak edenler için şunu bir kez daha söyleyeyim… Ben Güney Afrika’ya gönüllü olarak gittim. Yardım amaçlı gittim. Bildiklerimi öğretmek için gittim. Ancak öğrettiğim şeylerden çok daha fazlasını öğrenerek geldim. Anlayacağınız, hayat denen şey, size karşılığını bir şekilde geri veriyor.
Orada, kısa ama çok dolu bir 30 gün geçirdin. Bir günün nasıl geçiyordu?
30 gün boyunca, her sabahımız, yetimhanede kalan çocuklarla beraber kahvaltı ile başladı. Kahvaltının ardından çocukları okullarına gönderiyoruz, ki işler burada bitmiyor tabi. Eğer yetimhanede bizlerin yapması gereken işler varsa, kalıp yardımcı oluyoruz. Ancak bu yoksa, yetimhanenin olduğu bölgede yaşayan yoksul ailelere yönelik gerçekleştirilen yardım (gıda ya da giysi) projelerine katılıyorsunuz. Ben de bu çalışmalara aktif olarak katıldım. Çocukların okullarından dönme saatinde ise bu defa onların ödevlerine yardımcı olduğumuz bir zaman dilimi oluyordu. Ve akşam yemeği… Yine bir aradayız ve ardından programa göre belirlenmiş etkinlikler…
Evet, 2 büyük boy bavulla gittim. Ortalama 42 kiloluk bir ağırlıkla gittim hatta. Ama dönüşte oldukça hafifleyerek döndüm. Buna sebep de şu oldu aslında… Oraya giderken, buradaki mevsimden farklı olarak kış yaşandığı için, yanıma 4-5 kazak almıştım. Bunun yanında gömlekler, pantolonlar ve ayakkabılar. Ama dönerken sadece 1 çift ayakkabı ile döndüm. Niye biliyor musunuz? Oradaki insanların, bazen bir tek gömlekle ya da bir çift ayakkabı ile ömrünü geçirdiğine şahitlik ediyorsunuz. Buna dair hikayeleri dinliyorsunuz. O açıdan, kendimi azaltmanın beni fazlasıyla rahatlatacağını düşündüm ve tüm eşyalarımı oradaki ihtiyaç sahibi insanlara bıraktım.
Bir gün ‘geri dönme’ düşüncesi var mı?
Bu benim ilk Afrika deneyimimdi ve evet, kesinlikle böyle bir düşüncem var.
Kitap yazan biri olarak, oradaki 1 ayını sayfalara dökme düşüncen var mı?
Oradayken bir günlük tuttum ve hemen her günümü tüm detaylarıyla sayfalara aktardım. Evet, ifade ettiğiniz gibi orada geçen bu zamanı yazmayı ve ardından yayınlamayı düşünebilirim. Notlar şu an biraz dağınık. Tüm bu dağınıklık adına bir derleme ve bir çalışma yapmak gerekiyor.
Kendi başına kaldığın zamanlarda ne düşündün? Farklı bir ülkede ve bir başınasın… Düşüncelerin seni nereye götürdü, nasıl bir sorgu noktasına taşıdı?
Oradayken, kendi hayatıma uzaktan bakma imkanım oldu. Ne gördüm? Gereksiz birçok şey gördüm ve onların birçoğunu da hayatımdan çıkardım zaten. Henüz dönmeden kafada bitirdiğim şeyler oldu hatta. Daha az ve daha yoğun bir hayatımın olması gerektiğini düşüyorum. Daha az şeyle ama daha çok ilgilenmem gerektiğini düşünüyorum.
Sanırım öyle… Orada o kadar büyük bir yokluk var ki, ne yeterince üzülecek ne de yeterince öfkelenecek bir fırsat bulamıyorsunuz. Açıkçası orada olmaktan dolayı mutluydum. Yaşananlar noktasında katkı sunabilmekten ve yardım edebiliyor olmaktan dolayı mutluydum. Mesela, yetimhanenin olduğu bölgede insanlara yardım etmek için çıktığınızda, yaşanan soğuk havaya rağmen, insanların battaniye olmadan uyumaya çalıştığını gördüğünüz zaman o öfkeye de üzüntüye de zamanınız olmuyor. Yaptığınız tek şey, yardım kamyonuna gidip bir battaniye almak ve ihtiyacı olana vermek oluyor. O an, yapılması gerekenin yapıldığı bir an. Başka bir şeye zaman yok.
Senin dışında gönüllü var mıydı?
Hayır. Benim gittiğim dönemde benim dışımda başka bir gönüllü çalışan yoktu açıkçası. Ama son günümde iki Rus genç geldi. Onlarla tanışma fırsatım oldu. Bir nevi görevi teslim ettim diyebilirim. Öğrendiğim kadarıyla en fazla gönüllü İskandinav ülkelerinden geliyor. Türkiye’den ilk giden kişi ise benim. Ama dediğim gibi, yeniden gitme düşüncesindeyim ve insanlara da bu deneyimi yaşamalarını kesinlikle tavsiye ediyorum. – Tamer Yazar-