Antakya’nın Şubat Çığlığı

Büyüdüğünüz şehrin en çok neresini ararsınız? En çok hangi mekân sağaltır kelimelerimizi Ya dilimiz, hangi ezginin nakaratına gizlenir? Şehirler evrenimizin küçük odacıkları gibi sarmalıyor benliğimizi… Dün neyse bugün o… Dil neyse özlem o… Aradan bir yıl geçti… Adımlarımızı donduran o facianın üzerinden tam bir yıl… En korunaksız anlarımızı korkunç bir uğultuyla bölen şiddetin üzerinden… Rakamlar, […]

Büyüdüğünüz şehrin en çok neresini ararsınız?

En çok hangi mekân sağaltır kelimelerimizi

Ya dilimiz, hangi ezginin nakaratına gizlenir?

Şehirler evrenimizin küçük odacıkları gibi sarmalıyor benliğimizi…

Dün neyse bugün o…

Dil neyse özlem o…

Aradan bir yıl geçti…

Adımlarımızı donduran o facianın üzerinden tam bir yıl…

En korunaksız anlarımızı korkunç bir uğultuyla bölen şiddetin üzerinden…

Rakamlar, rakamlar…

İçimizden geçen fayları konuşmuyoruz nasılsa, şarkılarımızı bölen, adımlarımızı kıran, tanıdıklarımızı yok sayan fayları konuşmuyoruz…

Kaybeden ruhların korunağını işitmiyoruz belki… Kopup giden varlığımızı…

Çocukluğumuzu…

Çünkü bu çağda her şey rakam ve her şey bir son dakika histerisi…

“Boş bir sözden ayrımsız olacak gözlerin

Aynada kendini gördüğünden ayrımsız her sabah,

Suskun bir çığlık, bir sessizlik olacak…” diye yazmış Cesare Pavese

Şimdi hangi kapıya vursak yeridir

Hangi çığlığa sığınsak

Hangi öykü

Hangi şiir

İnsan en kırılgan yerinden acıyınca keşfedemiyor sanırım…  Dokunamıyor belki

Zihnimize bastırılmış bir kalıpla dolaşıyoruz ve belki karamsar duruşun kökeni bu…

Harita

Toprak

Ölçek ya da numaralar…

Sınırlar, yükseltiler, enlem ve boylam karmaşası…

Ama bu şehir hala o boyutta değil

Molozlar, yıkıntılar…

Hayatını kaybedenler ve kayıplar

Bu şehir su kuyruklarını taşımakta, barınmayı, ısınmayı

İşsizliği ve yaşama becerisini

Aradan bir yıl geçti…

Adımlarımız donduran o facianın üzerinden tam bir yıl…

En korunaksız anlarımızı korkunç bir uğultuyla bölen şiddetin üzerinden bir yıl…

“Sokaklar geçiyorum

Alın kırışığımdan tutmuş uzanıyor

İçimi kemiren bir gerginlik yatıyor kaldırımlarda

Soğuk nefesimi sarsan rutubet çıldırmışçasına giydiriyor esmer göğünü kentlerin…” diye söyleniyorum…

Çünkü dün neyse bugün o…

Dil neyse acı o…

Asbest, sağlık sorunları, hijyen

Altyapı ve düzelmek bilmeyen sokaklar

Su ve elektrik kesintileri

Elbette ruhumuza sinen hiçlik…

Ve daha önce de heceledim, İyimser bir duyguyu aramak kadar, insanı oyalayan bir kurgu yok.
Bir sığınağın öngörüsü ya da ürkek adımlarla büyüyen kırılma noktasını…
Bir duygunun boşluğu dolduran kasıntısı ya da telaşımıza dokunan siren sesleri…
Bir fotoğraf,

Bir küpe

Geçmişe asılı anılar…

Enkazın ardından ortaya çıkan geniş boşluklar

İş makineleri

Göç, belirsizlik ve yaşam mücadelesi…

“Söyle bana, söyle bana, kimdir o, kim çağırıyor beni,

Kim sesleniyor, kim bağırıyor,

Söyle bana, bu kadar uzaktan gelen bu yalvaran çağrı nedir…”  diye haykırıyor Vicente  Aleixandre

Şehirler evrenimizin küçük odacıkları gibi sarmalıyor benliğimizi… Yaşamı katlanır hale getiren imgeler gibi…

Her şeye rağmen öznesi güçlü bir cümleye tanıklık ediyoruz…

Geçmişiyle var olan bir ezgiye

Ve bu renk, yeni bir şehir umuduyla dokunuyor insana…

Yeni bir tını

Her dilden ortaklaşan daracık sokakların özlemiyle dokunuyor zamana…

Exit mobile version