Asfalt Bitti!

Sıra Betonda Yıkım çalışmaları süren Vakıflar İşhanı yerine kent siluetine uygun (!) başka bir işhanı düşünenlerin şehrinde, ahşap ve taş evlerin sokaklarına ilerleyen adımların son’asfalt’ hikayesine ‘beton’ zemin döşemesi yapanlar nasıl bir Antakya hayal ettiklerini bizlerle de paylaşırlar mı? Belki o zaman bu kentin düne ekli hikayesinin ne kadarının yok edilmek istendiğini daha iyi anlarız! […]

Sıra Betonda

Yıkım çalışmaları süren Vakıflar İşhanı yerine kent siluetine uygun (!) başka bir işhanı düşünenlerin şehrinde, ahşap ve taş evlerin sokaklarına ilerleyen adımların son’asfalt’ hikayesine ‘beton’ zemin döşemesi yapanlar nasıl bir Antakya hayal ettiklerini bizlerle de paylaşırlar mı? Belki o zaman bu kentin düne ekli hikayesinin ne kadarının yok edilmek istendiğini daha iyi anlarız!

Bugüne geçmeden, dün ne söylenmiş, bununla başlayalım mı? Bu senenin başına gidelim! 11 Ocak Perşembe gününe. O tarihte şu açıklama geldi Antakya Belediye Başkanı İsmail Kimyeci’den:
“Hatay’ımızda Anıtlar Yüksek Kurulu’nun kurulması için yaptığımız girişimler sonuç verdi. Bakanlar Kurulumuzun bugün itibariyle onayıyla, Hatay Anıtlar Bölge Koruma Kurulu’nun ilimizde kurulması resmileşti. Bu sebeple; Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza, Hükümetimize, Sayın Kültür ve Turizm Bakan Yardımcımız Hüseyin Yayman’a, Milletvekillerimize sonsuz şükranlarımı sunuyor, Hatay’ımıza, Antakya’mıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.”
Yaklaşık bir 20 gün sonra, yani 31 Ocak’ta kamuoyuna yansıyan başka bir açıklama daha geldi Sayın Kimyeci’den. Açıklama mı? Oldukça umut vericiydi, özellikle de eski denen Antakya adına:
“Bir yandan sahip olduğumuz kültürümüzü yaşatırken, bir yandan da tarihi dokuyu korumaya, değerli eserlerimizi, binalarımızı restore etmek, bizden sonra gelecek kuşaklara da en güzel şekilde ulaştırabilmek için bunların korunmasını çok önemsiyoruz. Antakya’da tarihi dokuyu ayağa kaldırmakla ilgili yapılacak projeler Adana’daki Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından denetleniyor. Ancak projeler çok uzun zaman alıyor. Bunun için Hatay’da yeni bir Anıtlar Yüksek Kurulu kurulması için milletvekillerimizin, teşkilatımızın ve hükümetimizin destekleriyle taleplerimizi ilettik. Talebimiz kabul edildi ve ön onay aldı.”
11 Ocak’a geri dönelim. Çünkü o gün bu konuda konuşan bir başka isim daha var! Dünün Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı, bugünün Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman… Söyledikleri mi?
“Hatay’ımıza bir müjde vermek istiyoruz. Sayın Antakya Belediye Başkanımız İsmail Kimyeci ile bundan bir yıl önce konuştuk. Başkanımız, belediyeye bağlı KUDEB birimi kurulması gerektiğini ifade etti. Bu birim kurulduktan sonra, Başkanımız, Hatay’a Anıtlar Yüksek Kurulu’nun bir şubesinin kurulmasını istedi. Hatay, daha önce Adana’ya bağlıydı. Bakanlar Kurulu onayıyla Hatay Bölge Koruma Kurulu kuruldu. Hayırlı, uğurlu olsun. Koruma Kurulu’nun kurulması vatandaşlarımıza büyük kolaylık sağlayacak. Daha önce vatandaşlarımız Adana’ya gidiyordu. Sıraya girip dosyaların incelenmesi, Adana’dan buraya kontrol için gelmeleri çok zaman alıyordu. Kısa süre içerisinde yer tahsis edilerek Hatay Koruma Bölge Kurulu’nun teşkilatlanmasını, personel alımını hemen sağlayarak hizmete sunacağız. Hatay’ımıza hayırlı, uğurlu olsun.”
-HAYIRLI OLSUN!-
Bu açıklamaları, hafta sonunda, ‘eski Antakya’ denen kısımda şahit olduğumuz bir yol çalışmasını izlerken bir kez daha hatırladık. Bünyesinde, ‘taşınmaz kültür varlıkları’ için Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) oluşturan Antakya Belediyesi noktasında durup, hatırladıklarımıza sorular ekledik. Çünkü dünyanın ışıklandırılmış ilk caddesi ünvanlı Kurtuluş Caddesi’ne bakan tescilli evlerin dar bir sokağına asfalt dökme hikayesini bile içimize sindirememişken, bu defa başka bir örnekle karşı karşıya kaldık. O yüzden, Hatay Koruma Bölge Kurulu’nu bu kente kazandırmak için bu kadar çok çaba gösterip çalışanların ne yapmak istediğini anlamadık! ‘Koruma Bölge Kurulu Hatay’ımıza hayırlı, uğurlu olsun’ deyişindeki ‘hayrın’ ne olduğunu ise hiç anlamadık!
-KONUŞAN ANTAKYA-
Eski Antakya sokaklarının, asfalt hikayesi ardından betonla devam eden bu son durumuna ekli kurumsal katkı (!) için hafta sonunda bazı isimlerle bir araya geldik. Bu kentin sokaklarında adımlayan, bu kentte doğmuş, hatta o taş ve ahşap evlerde oturan, sahipliğinde duran, kayboluşun çığlığında ‘dur’ deme cesareti gösteren bazı isimlerle konuştuk.
Fark edilen bir şey var ki, bu kenti kaybediyoruz. Çünkü içinde yaşadığımız kenti tanınmaz hale getirmek için elden gelen her şeyi yapıyoruz! Ama bunu da gizli saklı değil, günün aydınlığında, herkesin gözü önünde yapıyoruz! Korkutucu olan ise, yapılan yanlışın tepki dahi çekmemesi! Bu kentin ‘dün’ kimliğinde olanlara ekli ‘bugünün’ sırıtan halinde duranların tepkisiz kalması!
Bugüne dair konuşanların gündeminde, Antakya Belediyesi’nin, tescilli evlerin dar sokaklarına doğru ilerleyen bir yolda başlattığı ‘iyileştirme’ çalışmasının ‘ana malzemesi’ var. Kazılan ve kent kimliğine uygun bir malzeme ile döşeneceği düşünülürken, betonla kaplanan bir yolun hayal kırıklığı var.
Önce, bu kentin sevdalıları konuşsun, ardından biz tamamlayalım bugünü…

-CELAL YAHYAOĞLU-
Düne, bu kentin tarihine, kültürüne aşık biri, Celal Yahyaoğlu. Çevreci kimliği ile öne çıksa da, sessiz sedasız, bu kentin taş ve ahşap evlerine yatırım yapan da biri. Ancak bunu yaparken de o yok oluşun şahitliğinde duran da biri. Çalışmanın yapıldığı sokağa oldukça yakın, kendisine ait 90 yıllık bir taş evin avlusunda konuştuk, olanı, yaşananları ve aslında olmaması gerekenleri… Söyledikleri mi?
“Açıkçası, burada yapılanların ileriye dönük bir yatırım olmasını isterdim. Zira bu sokaklar, aynı zamanda turizme yönelik olarak da kullanılacak. Ancak alt yapı yeterli değil. Bunun haricinde, görünüm olarak da uyumlu olmayan bir betonla kaplama yapılmış. Bir de baktığınız zaman, farklı noktalarda, ama yama halinde yapılıyor. Tabi şekli bir tarafa, bir kere asla beton olmaması lazım, ki taş olması gerekirdi. Bu konuda mimarlarımıza da çok iş düşüyor. Eski sokaklarımız nasıldı, buna bakmak gerekiyor, ki bu da çok zor değil. Çünkü buna dair eski fotoğraflar var.
Şunu özellikle ifade etmem gerekiyor ki… Mimar olan bir belediye başkanından beton ya da asfalt bir yol istemiyoruz. Bunu niye söylüyorum? Yabancı insanları bu sokaklarda dolaştırdığım zaman, ‘beklediğimiz Antakya bu değildi’ diyorlar.” Haklılar! Zira Avrupa’daki şehirleri gidip gördükten sonra, şahsen, acınacak halde olduğumuzu görüyorum. Antakya, yapılması gerekenler konusunda ne yazık ki sınıfta kaldı. Utanıyorum. Antakya’nın bu haliyle yurt dışında reklamını yapmaktan utanıyorum. Durum ne yazık ki bu! Son olarak şunu söylemek istiyorum… Anıtlar Kurulu’nun Hatay’da kurulma sürecinde olduğu bir dönemde, belediyemizden daha özenli davranmasını istiyoruz.”
-BETÜL CANDAŞ-
İstanbul ile başlayan yaşam hikayesi Antakya ile devam eden ve 1992 senesinden bu yana kadim kentin sakinlerinden biri olan Betül Candaş da yaşananlara şikayetini ekleyen isimlerden biri. Tescilli evlerin arasına ‘asfalt’ dökmekle başlayan yerel belediye ‘hizmet’ algısının ‘beton’ serme ile devam eden çabasının onu bu kadar rahatsız etmesinin asıl nedeni ise tarihe yatırım yapmış biri olmasından kaynaklanıyor. Candaş, tam 13 senedir, restorasyonunu gerçekleştirdiği avlulu taş bir Antakya evinde yaşamını sürdürüyor. Peki, söyledikleri mi?
“İfade ettiğiniz konuya geçmeden, bu kente geldiğimiz seneden bugüne ne değişti, onu ifade edeyim, ki buna da kendi yaşadığım sokaktan ve mahallemden başlayayım. Bir kere, komşuluk denen ayrıntı yok denecek kadar azaldı. Mesela ben ilk taşındığımda, kapılar açılıp sohbetler edilirdi, birbirimize gidip gelirdik. Şimdi mi? Sokağımda bir komşum kaldı. Diğer birçok yer işyeri oldu ya da bazı kurumlarca satın alındı. Geçmişe baktığımda beni en çok rahatsız eden şey bu. Diğeri, insani ilişkiler! Hatırlıyorum da, bu kenti en çok bu kısmıyla severdim. Gerçek samimiyet, gerçek dostluk, gerçek komşuluk… Bunlar da ne yazık ki bitti ya da bitmeye yakın şeyler! Bunları dışında, yapılaşmalar çok çirkin. Bu, ‘eski yerlere saygı duymamanın’ da bir karşılığı bana göre. Onarılan bazı yerleri izliyorum da, var olan o tarihi adeta mahvediyorlar. Hatırlıyorum da, benim evim yapıldığı vakit, Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan ruhsat çıkartmak için bile belli bir süre beklemiştik ve hakikaten, evim orijinalinin aynısı oldu. Şimdilerde, ki aradan 13 sene geçmiş ve bu öyle kocaman bir zaman dilimi de değil! Mesela yanı başımdaki Nakıp Camii’nin restorasyonu, satılan bazı evlerin restorasyonu… Hiç biri orijinali gibi değil! Evin içi, evin önü, sokağı, hiçbir şey orijinali gibi değil! Ve şimdi de, mahallenin belli noktalarında değişik, tuhaf şeyler görüyorum.
Açıkça söylemek gerekirse, belediye çalışmasını ilk gördüğümde heyecanlandım, içimde bir kıpırtı oluştu. Dedim ki kendi kendime… ‘Tamam, var olan bu betonlar kalkıyor, her halde bildik eski taşlar tekrar gündeme gelecek.’ Ama… Bu çalışmaların olduğu yerden bir 3 gün sonra tekrar geçtiğimde gördüklerime anlam veremedim. Zaten gördüğüm şeyde mantık da yok zaten. O kırılan yerlerin üzerine bildiğimiz beton dökülmüş. Görüntü felaket ötesi, bana göre. Gördüklerimden çok rahatsız oldum. Açıkçası, neye ya da hangi gerekçeye dayanarak, ne düşünülerek bunlar yapıldı, bilmiyorum.”
-TEPKİSİZ KALIYORUZ-
Yaşananların kabul edilemez olduğunu söylerken, hizmet (!) olarak ifade edilen bir yanlışlığa karşı sergilenen kayıtsızlığı ve olan-bitene sessiz kalışı da değerlendiren Betül Candaş, İstanbul’dan gelen ve Antakya’nın tarihi kimliğine sahip çıkan biri olarak şunları söyledi:
“Bu, bakış açısı ve donanımla da ilgili. Çok özür diliyorum, ama cahillikle çok ilgili. Veya ilgisizlik, önemsemek… Belki biraz da ego! Herkes kendini daha fazla düşünür oldu ya… O taşın ya da o betonun oradaki görüntüsünden ziyade, ‘a bak ne güzel, tertemiz oldu’ gibi düşünenler de vardır. Ama burada bozulan bir kent dokusu var, bunu görmek gerekiyor. Bu anlamda insanlara da olanlara da artık inanamıyorum. Neden sessiz kalıyorlar, müdahale etmiyorlar, hiç anlamıyorum.”
-MAHİR MANSUROĞLU-
Bu kentte doğan, bu kentte büyüyen ve bu kentli olmaktan keyif alan isimlerden biri de, Mahir Mansuroğlu. Hatay Halkevi ve Ahmet Atakan Kütüphanesi yöneticilerinden biri olan Mansuroğlu da yaşanan kayıplara sesiz kalmayanlardan biri. Son söz onun olsun…
“Bu kent adına ara ara ‘değişiyor’ diyoruz ama… Ne yazık ki iyi yönde değişen bir şey yok, ama kötü yönde değişen şey çok! Düşünün ki, dünyada ilklerin yaşandığı bir kentte yaşıyoruz. Bu kent böylesine kadim bir tarih içermesine rağmen, yerel yönetimler, var olan bu değeri ortaya çıkartacak vizyona çok da sahip değiller ne yazık ki. Bu kentin, bu taşların dili olsa da konuşsa… Peki, bizimkiler ne mi yapıyor? Bu kentin dar sokaklarını; topuklu ayakkabıların rahatça ilerleyebileceği, motorların ve arabaların daha rahat geçebileceği ‘asfalt’ ve ‘beton’ yollara dönüştürüyorlar, ki var olan kent dokusunu da altüst ediyorlar. Zaten tarihi ve kültürel bir kaygıları da yok. Üzücü…”
-NE OLUR?-
Sanırım son sözü, bu kent adına çok şey yaptığını iddia eden kent yöneticilerine vermek ve onları dinlemek gerekiyor. Asfalt ile başlayan hizmet (!) atağının beton ile devam etmesine ‘korku filmi’ izler gibi şahitlik edenlerin kaygısına cevap verirler mi, buna kulak kabartmak gerekiyor! O zaman bekleyelim! Kim bilir, belki bu defa konuşurlar! -Tamer Yazar-

Exit mobile version