“Aşksız ve paramparçaydı yaşam,
bir inancın yüceliğinde buldum seni,
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
Bitmedi daha, sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! “
24 Temmuz 2002 tarihinde yaşama veda eden, toplumcu gerçekçi Ozanımız Adnan Yücel’i, aramızdan ayrılışının 18. Yılında özlemle anıyoruz.
24 Temmuz günü, sabaha karşı Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde vefat eden Adnan Yücel, Üniversite önünde gerçekleştirilen sade bir törenin ardından, cenaze Yurt Yayınları sahibi Ünsal Öztürk’ün aracıyla Elazığ’a yola çıkmıştı.
Adnan Yücel’in Elazığ’da toprağa verilmesi arkadaşlarınca hiç de uygun görülmedi aslında. Çünkü o, köyünden/ Elazığ’dan ziyade Çukurova’ya aitti. Her konuşmasında Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun akrabası olduğunu vurgulardı. Esin kaynağı Çukurova oldu, Defne oldu.. Özellikle Çukurova Çeşitlemesi’ndeki şiirleri insanın kulağında cura sesi gibi yankılanıyordu. Turan Altuntaş’ın ifadesiyle: “Adnan Yücel gelmeden önce, Adana büyük bir köydü. Adnan geldi, kentimiz kültür kenti oldu. Sanat evleri, kültür evleri birden çoğaldı.”
Sadece Adana mı, Adnan Yücel, Antakya’nın da, Defne’nin de bir sanat kenti olmasında epey katkı sundu. Kültür ve sanat festivallerinin vazgeçilmez bir ismiydi, Ozan Telli ile birlikte. O yıllarda beldelerimiz (Tavla, Çekmece, Harbiye, Dursunlu) birer festival zenginiydi.
Her dostun ölümü bana, Cahit Sıtkı’nın dizelerini anımsatır: ”Gittikçe artıyor yalnızlığımız.”
Yücel’in “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” adlı uzunca şiiri hâlâ dilden dile dolaşır,
Adnan Yücel’in şiirleri dokuz kitaplık bir dünyayı oluşturuyor. 1. Kavgalarla Sözlenen Sevda 2. Soframda Kaval Sesi 3. Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek 4. Çukurova Çeşitlemesi 5. Ateşin ve Güneşin Çocukları 6. Sular Tanıktır Aşkımıza 7. Rüzgârla Bir 8. Bir Özlem Bir Türkü 9. Karacaoğlan.
Adnan Yücel, toplumcu- gerçekçi bir ozandır. 30 yıllık şiir serüveninde, hele bireyselliğin kol gezdiği bir ortamda o hep ezilen insanlarla yan yana durdu. Toplumsal sorunları, şiirin gereklerini de yerine getirerek, gür bir sesle şiirleştirdi.
Adnan Yücel’i 1990′lı yılların sonlarına doğru tanıdım. Antakya’da, bir Kitabevi’nde, imza ve söyleşisi vardı, Ozan Telli ile birlikte. Söyleşiden sonra onları Harbiye’ye götürmüş ve Taselya Vadisi (Harbiye Şelalesi)’ne bakan bir mekânda koyu bir mitoloji sohbetine dalmıştık. Sanırım bir ay sonra “Ormanın ve Irmağın Kızı Defne” adlı uzun mitolojik öyküyü bitirip bana göndermişti. Bu öykü o yıllarda yayımlamakta olduğumuz Çınar adlı dergide, ardından çok sayıda kaynakta yayınlandı.
Adnan Yücel, insanlarla kolay ilişki kuran, kurduğu ilişkiyi kalıcılaştıran bir kişiliğe sahipti. Bu bakımdan hem Çukurova’da hem de Antakya’da kültür- sanat yaşamının ortasında kısa sürede yerini almasını bildi. Düzenlenen birçok etkinliğe katkı sundu. Dostlarını çok yakından tanıdığı halkıyla tanıştırarak karanlıkları aydınlatmaya çalıştı.
Adnan Yücel’e biz de hemşerimiz gözüyle baktık. 2003’te başlattığımız 1. Antakya Edebiyat Günleri’nde Hatay edebiyatına katkı sunan 17 edebiyatçı ile birlikte Yücel’e de plaket vermiştik. Eşi Ayşe Hanım, Adana’dan gelip plaketi almıştı.
Adnan Yücel bir soruya verdiği yanıtta “Anadolu, bütün dünyada uygarlığın beşiği. Anadolu’da yalnız çan ve ezan sesleri değil, su ve toprak, ateş ve hava sesleri de var. Şiirin bütün bu kültürel zenginliklerinden etkilenmesi doğaldır” der. Onun ütopyası; “Yarin yanağından gayri her şey” herkesindir bu yeryüzü sahnesinde.
Kimin sözü bilmiyorum, “Ozanlar gider, şiirler kalır.” Kuşku yok ki Adnan Yücel şiirleriyle hep yaşayacak. En doğrusu onu kendi dizeleriyle anmak: “Beni anlayacak kadar Kalabalık değil daha sokaklar. Bu yollar Ben yürümesem de yürünecek”
Onu son ziyaretimizde, “niyetim yok kolay gitmeye”
10 yıldır, Adnan Yücel ağabeyi, çok sevdiği Defne’de anıyoruz. Bu yıl ne yazık ki anma gerçekleştiremiyoruz.