Ata’sının İzinde Bir Okul

Antakya Ata Koleji Jozef Naseh: “Bu binanın mimari özelliği ile ilgili olarak çok şeyler söylenip yazılabilir? Ama yarım asırdan fazla bir süredir eğitim ve öğretime hizmet veren bir kurum için bir tek şey söylenebilir! Emeğiniz var olsun, iyi ki varsınız. Ülkenin aydınlık geleceği için yaktığınız meşale sonsuza dek yanık kalsın.” Kolej kelimesini, ilk defa abimin […]

Antakya Ata Koleji

Jozef Naseh: “Bu binanın mimari özelliği ile ilgili olarak çok şeyler söylenip yazılabilir? Ama yarım asırdan fazla bir süredir eğitim ve öğretime hizmet veren bir kurum için bir tek şey söylenebilir! Emeğiniz var olsun, iyi ki varsınız. Ülkenin aydınlık geleceği için yaktığınız meşale sonsuza dek yanık kalsın.”

Kolej kelimesini, ilk defa abimin koleje kaydolması ile öğrendim. O zamanlar ne anlama geldiğini bilmiyordum? Ama abimin özel okul kıyafeti, şapkası, okula zamanında gitmek için özen göstermesi, okulda öğrendiği İngilizce ile ayrıcalıklı bir eğitim aldığını hissettirmesi, bizlere karşı davranışlarını ve konuşmalarını değiştirmesi beni büyülemişti. Ben de bir an önce ilkokulu bitirip, böyle büyülü bir dünyada okumak istiyordum.
İlkokulu bitirdiğimde, babam beni doğruca Antakya Ata Koleji’nin kurucusu, rahmetlik Samet Kuşçu’ya götürdü. Babamın daha önce uyarısını dinleyip, Samet beyin karşısında bir asker gibi esas duruşta bekliyordum. Babam, “Hocam, eti senin kemiği benim, bu yaramaz oğlanı sana getirdim” dedikten sonra, Samet Beyin bana kuşku ile bakan iri gözleri, “Cemil Bey, ben bunu adam ederim” dercesine sempatik gülüşünü, kepçe kadar büyük eli ile başımı okşayışını şimdiye kadar hissederim! İşlemlerimiz tamamlanıp odasından çıktıktan sonra, kendimi, yeni kanat takılmış bir kuş kadar özgür ve coşkulu hissetmeye başladım. Artık kolejliydim! Ben de ayrıcalıklıydım!
Gerçekten kolejli olmak ayrıcalıklı mı?
Önce, kolejlerin tarihsel kuruluş düşüncesinin oluşumuna ve amaçlarına bir göz atalım. Bakalım nasıl bir ayrıcalıkları var…
‘Kolej’, Latin kökenli bir kelimedir. Latince yazılışı ‘Collegia’dır. Türkçe ye, yazılış itibari ile ‘Kolej’ olarak giriş yapmıştır. Türk Dil Kurumu’ndaki sözlük anlamı, “öğretim programların-da yabancı bir dil öğretimine ağırlık veren okul”, diğer bir anlamı da “bazı meslek okullarına verilen ad”… Bunun için örnek de vermiş; ‘Polis Koleji, Sağlık Koleji’ gibi.
Bakalım bu tanımlama, bizim Türkiye’de kurulan kolej anlayışı ile aynı mı? Bunu ayırt edebilmek için, önce kolej düşüncesinin tarihsel oluşum sürecine kısaca bir göz atmamız gerekir.
Kolej düşüncesinin oluşumu, M. Ö. 700’lü yılarına kadar dayandırılır. O zamanların site devlet yönetim anlayışında kent yönetime dahil edilmeyen küçük çiftçi, sanatkar, köylü ve kadınların yönetim sitemine katılma isteği ile başlayan özgürlük arayışlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan, eğitsel bir örgütlenme sitemidir.
Bu örgütlenmenin temel amacı, yönetim yetkisine sahip kümenin devlet olanaklarını kullanarak elde etiği eğitim ayrıcalıklarını karşısında, halkın eşit eğitim olanaklarına sahip olmasını sağlamaktır. Bu düşünceden hareket eden zanaatkarlar, çiftçiler, köylüler ve köleler, ayrı ayrı örgütlenerek mevcut yönetsel sisteme karşı mesleki eğitsel örgütler kurarlar.
Bu örgütlerin toplumsal ve ekonomik gelişme katkısının yararını gören Roma Kralı Numa Pompilius, bu örgütlenmelere destek vermiş, Tiber Nehri’nin kıyılarında dokuz ayrı mesleki eğitim kuruluşunun örgütlenmesine öncülük etmiştir. Bunların içinde en önemli olanları inşaatçı ve sanatçı kolejleridir.
Kolejlerin bu süreci M.Ö. 2.yy kadar sürmüştür. Bu dönemle birlikte, küçük devlet yönetimi yerine, merkezde toplanan, sanayici ve çiftçinin ortak yaşam alanlarına dönüşen büyük kentler oluştu. Bu kentlerde bilgi akışı ve sanatsal çalışmalar hızlı bir gelişim göstermiş, bu gelişim karşısında kolejlere gereksinim her zamankinden fazla olmuştur.
Bu gelişmeler karşısında, kolejler, devlet yönetim sisteminde olduğundan fazla yer almaya başlamış, bu yüzden Roma Senatosu (M.S. 80) kapatma kararı almak zorunda kalmıştır. Sena-to, 20 yıl sonra, kolejlerin çalışmala-rına gereksinim duymuş, çalışmalarına tekrar izin vermiş, hatta desteklemiştir. Roma İmparatorluğu’nun doğu ve batı olarak ikiye ayrılması, daha sonra batı imparatorluğun parçalanması ve bunun sonucu olarak feodalitenin ortaya çıkması, kolejlerin kapanmasına neden olmuştur.
Kolejler, orta çağda dinsel kurumlar veya onların yan kuruluşları olan örgütlenmelerde yapı ustaları olarak filizlenmeye başladılar. Dinsel kuruluşlar, daha sonra bunları dinsel eğitimin bir aracı olarak, eğitim ve öğretim sisteminin içinde dahil ederler. Bunun en güzel örneği misyoner okulları ve Anadolu’daki Ahi (kardeşlik) meslek kuruluşlarıdır.
Bu süreç, 1789 tarihindeki Fransız devrimine kadar sürer. Fransız devrimi ile birlikte feodalitenin yıkılması ve işçi sınıfının ortaya çıkması, bu örgütlerin tekrar amaçlarına yönelik çalışmalar yapmalarına neden olmuştur.
Başlangıçta bölgesel anlamda çalışmalar yapan kolejler, sonraları sömürge devletler tarafından ekonomik kazanımlar ve egemenlik kurmak için dünyanın her tarafına yayılmışlardır.
Antakya Ata Koleji’nin kuruluş düşüncesinde, yukarıda saydığım gelişimsel sürecin hiçbir etkileşimi yok. Üstelik, kolej kurma düşüncesini, 1938 ‘de Kuleli Askeri Lisesi’ni birincilikle bitiren bir Subay, Samet Kuşçu ortaya atıyor ve uyguluyor. Yani geçmişte sivil toplumun görevi olan bir uygulamayı, görevi, ülkeyi savunmak olan bir komutan yapıyor. Demek ki, eğitim ve öğretimi ülkenin savunması kadar önemli görüyor. Peki, kim bu eğitim gönüllüsü kahraman?
SAMET KUŞÇU KİMDİR?
1918’de Antakya’da doğdu. 1938’de Kuleli Askeri Lisesi’ni birincilikle bitirdi. 1949’da Harp Akademisi’nden Kurmay Yüzbaşı olarak mezun oldu. 1949-1953 arasında Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı Dış Şube Protokol Müdürlüğü, 1954-1956 arasında Paris’te NATO Başkumandanlık Karargahı’nda İstihbarat Dairesi Şube Müdürlüğü yaptı. 1958’de Milli Savunma Bakanlığı İstanbul Temsil Bürosu Başkanlığı’nı yürütürken, 9 Subay Olayı patladı.
DOKUZ SUBAY OLAYI NEDİR?
O dönemde yarbay olan, sonradan tümgeneralliğe yükselecek Faruk Güventürk’ün önderlik ettiği, Menderes hükümetini yıkmayı planlayan bir cunta vardı. Samet Kuşçu da cuntanın içindeki isimlerden biriydi. Ancak hâlâ bilinmeyen bir nedenle, darbe planlarını hükümete bildirdi. Dokuz subay mahkemeye çıktı, sekizi beraat etti. Yalnızca Samet Kuşçu, “orduyu isyana teşvik” suçuyla mahkum oldu ve ordudan ihraç edildi. 1958 ve 59 yıllarını hapiste geçirdi.
27 Mayıs 1960 darbesi yapıldığında, Kuşçu’nun isimlerini verdiği askerler de darbenin içindeydi. Kuşçu, darbe sonrasında serbest bırakıldı ve memleketi Hatay’a döndü. Burada, İskenderun’ da Atatürk ve Antakya da Ata Kolejlerini kurdu.
1984’te Toprak Mahsulleri Ofisi’nden emekli oldu. 16 Ekim 2004’te Antakya’da vefat etti.
Rahmetlik Samet Kuşçu, dokuz subay olayını, yalnızca Antakyalı hemşerimiz Araştırmacı -Yazar Sayın Mehmet Tekin ile yüz yüze görüşerek anlattı. Dolaysıyla, bunun en doğru yanıtını Mehmet Tekin bey verebilir. Bizler, bu olayı tarihçilerin değerlendirmesine bırakalım.
KOLEJLERİN KURULUŞU
Rahmetlik Samet Kuşçu, hep ‘Dokuz Subaylar’ olayı ile ilgili anıldı. Oysa Samet Bey; günün koşullarına göre bilimsel ve kültürel birikimleri yüksek, halkla çok iyi iletişim sağlayan, toplumsal gelişmeleri yakından izleyen ve geleceği planlayan, Hatay’ın eğitim ve öğretim sistemine büyük kazanımlar sağlayan, bu hizmetlerinden dolayı hiçbir çıkar beklentisi olmayan, vatanına ve milletine onurla hizmet eden, erdemli ve vatanperver bir kişiliğe sahipti. Bu kimliği ile İskenderun’da Hatay Atatürk Koleji’ni ve Antakya ‘da Ata Koleji’ni kurdu.
İSKENDERUN ATATÜRK KOLEJİ
O dönemlerde İskenderun’un önemli bir ticari ve turistik bir liman kenti olması, kolej kuruluş düşüncesi-nin İskenderun’da yapılmasına büyük bir etkendi. Kurulan kolejin erkek ve kız olmak üzere yatılı bölümü vardı. Antakya’dan, çevre il ve ilçelerden gelen öğrenciler orada yatılı kalırdı. O dönemde yatılı kalan Antakyalı bir öğrenciden edindiğim bilgiler dahilinde; Keti ve Nelli Tuğlman kardeşler, Feryal Deviren, Rauf Çubukçuoğlu, Süleyman Mamık, Oktay Mamık, Reşat Reşa, Neşet Reşa gibi çok sayıda yatılı öğrenci vardı. Eşim Jeni Azar Naseh, bu kolejin en son burslu okuyan öğrencilerinden biriydi.
Bu kolejde İngilizce eğitim vermek üzere Talas Koleji’nden öğretmenler getirildi. Anımsadığım kadarıyla, Nelson’lar İngilizce ders verirlerdi.
ANTAKYA ATA KOLEJİ KURULUŞ ÖYKÜSÜ
İskenderun’da kolej düşüncesinin hayata geçirilmesi ve buradan giden öğrencilerin ailelerinin İsteği üzerine Antakya’da kolej kurulması düşüncesi ortaya atıldı. Bunun üzerine Samet Bey, Antakya ya gelerek yer arayışına girdi. Bunu duyan, zamanın fakir babası olarak algılanan rahmetlik Dr. Mehmet Ezelsoy ve eşi, kendi yaşamları için yaptırdıkları üç katlı evlerini Kolej olarak kullanılmak üzere ücretsiz tahsis etiler. Ardından bir kolektif şirket kurularak, koleji eğitim sitemine kattılar.
Zamanla öğrenci sayısının artması, kurucuların yeni bir yer arayışına sevk etti. O zamanlarda belediyenin mülkü olan şimdiki bina, belediyeden 1965 tarihinde kiralandı. 1970 yılında, kolektif şirket vakfa dönüştürüldü. O tarihten itibaren, eğitim ve öğretimine bu binada vakıf çatısı altında hizmete devam etmektedir.
BİNANIN YAPIMI VE MİMARİSİ
Bina, 1900 yıllarda, kuzey Suriye Mebusu (Milletvekili) Rıfat Bereket tarafından yapımına başlanmış, sekiz yıl süren bir yapım aşamasından sonra 1908 yılında hizmete girmiştir. Ne yazık ki, binayı yaptıran Rıfat Bereket, bir gün dahi bu binada yatmaya kısmet olmamıştır. Rıfat Bereket 1908 yılında ölünce, bina varislerine kalmıştır.
1920 yıllarında özerk İskenderun Sancağı Maliyesi tarafından mirasçılarından satın alınmış, Turizm Oteli olarak kullanılmış, 1939 yılında Hatay anavatana katılınca da bu bina ayni isimle kalmış ve Antakya Belediyesi’ne devredilmiştir. Uzun bir süre otel ve lokanta olarak işletildiği sırada, 1957 yılında büyük bir yangın geçirmiştir. Yangının ardından tekrar onarılmış, 1961 yılında Vali Muammer Ürgen tarafından kız öğretmen okuluna tahsis edilmiş, öğretmen okulu yeni binasına taşınınca da, 1965 yılında, Antakya Ata Koleji kurucusu Samet Kuşçu tarafından Antakya Belediyesi’nden kiralanmıştır. İlkokul bölümünü açmak amacıyla, geniş olan bahçenin nehre yakın kısmında yeni bir bina yapılmıştır.
MİMARİ ÖZELİĞİ
1900’lerde, Antakya da dış cephesi taş işçiliği ile yapılan çok katlı bütün mimari yapılar, Akdeniz mimari özelliği taşır. Halk söylencesinin bir yanılgısı olarak, bu mimari tarza ‘Fransız Mimari’ özelliği yüklenmektedir. Evet, Fransızlar da Akdeniz mimarisini kullanmışlardır. Çünkü onlar da Akdenizlidir. Fransız mimarlar da, Antakya’daki mimari proje uygulamalarında Akdeniz kültürüne ve mimari elemanlarına öncelik vermiş ve uygulamıştır. Çünkü Antakya kenti Akdeniz iklimi kuşağındadır. Onun için kullandıkları mimari tarz Fransız değil, Akdeniz mimarisidir.
Burada en belirgin olan uygulama, dışarıya yönelik balkon uygulamasıdır. Pencereler geniş ve bulunduğu duvarın oranına göre altın orana sahiptir. Konak veya buna benzer görkemli yapılarda, binaya giriş üç kapı ile yapılır.
Kolejin ana girişi de üç kapı ile yapılmış. Birincisi ana binaya giriş kapısı. Diğerleri, solda olan, muhtemelen binanın ana giriş kısmından giriş yetkisi olmayan konuklar veya personele aittir. Diğer sağdaki ise, giriş elemanları ya sökülmüş veya biraz daha iç tarafta yapılmış olan kapıdır. Bu kapıdan, konağın gereksinmeleri olan malzemeler ve atların ve ya buna bağlı ulaşım araçların giriş yeridir. Ön ana kapıdan sadece, binanın sakinleri ve onların birinci dereceden olan akraba ve konukları veya siyasi ve yönetsel işlerde en yüksek düzeyde hizmet eden görevliler girebilir. Çünkü Konak, politik kimliği egemen biri adına yapılmıştır. Bir yerde orası, resmi yönetsel görüşmelerin yapıldığı mekan olarak algılanır.
Bunun diğer bir kanıtı da, bahçeden binanın ana giriş kapısına sekiz basamakla çıkılması… Bunun antik mimari dilindeki anlamı, ‘bu binaya ancak yetkin insanlar girebilir’ demektir. Hemen sekiz basamağın bitimindeki alan girişinde, bilgeliği simgeleyen iki sütun ve bu sütunların arasına evreni simgeleyen yarım elips şeklinde bir taçlandırma vardır. Bunun antik mimari dildeki anlamı ise ‘önsüz ve sonsuz olan evrene, aklın taçlandırdığı bilgeliği kullananlar bunun altından geçebilir’ demektir. Bu sütunlardan hemen sonra; Kalp, ruh ve nefsi sezgi ile üç adım atarak binaya geçiş sağlanır.
Bu binanın mimari özelliği ile ilgili olarak çok şeyler söylenip yazılabilir. Ama yarım asırdan fazla bir süredir eğitim ve öğretime hizmet veren bir kurum için bir tek şey söylenebilir!
Emeğiniz var olsun. İyi ki varsınız. Ülkenin aydınlık geleceği için yaktığınız meşale sonsuza dek yanık kalsın.
Saygılarımla.
Not: Antakya Ata Koleji ile ilgili yazdığım makale yaklaşık 25 sayfayı buldu. Sizlerden gelecek bilgi ve belgelerle bu konudaki araştırmalarım daha da zenginleşecek. Bilgi ve belge toplamam konusunda desteklerini esirgemeyen Ata Koleji Müdürü Sayın Nevin Yalım Hocama sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Exit mobile version