Aydınlar üzerine dünya düşününde ciltlerce kitap yazıldı, kuramlar üretildi. “Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli, çağın gereksinmelerini benimseyen, değerlendirme yetisi gelişmiş (kimse), münevver” diye tanımlanıyor aydın. Türkçenin en güzel sözcüklerinden biri: aydın. Ay kökünden ne güzel türemiş, türetilmiş.
Bu satırların yazarı olarak nicedir “aydın” sözcüğünün başına “gerçek” yazmayı bıraktım; yanlış yaptığımın ayrımına vardım. Çünkü ya aydınsındır ya değilsindir! Bunun sahtesi gerçeği olmaz.
Hiç kuşku yok, ilkel, baskıcı, zorba, (her yönden) sömürücü yönetimler aydın düşmanlığını elden bırakmazlar. Giderek yöntemleştirdikleri bile söylenebilir. Kendilerine bağladıkları, militanlaştırdıkları kitleye hedef gösterirler. Her tür halk ve insan düşmanlığını uygulamalarına karşın, “Onlar sizi beğenmezler, onlar sizden kaçarlar, sizi dışlarlar…” yalanlarına dayalı propagandalarıyla, aydını düşman, kendilerini “dost” gösterirler. Bunun tarihten de günümüzden de yüzlerce kanıtı vardır. Buna okumuşa düşmanlık, aşağılık duygusu sömürüsüyle kışkırtıcılık demek de olanaklı.
Aydın üzerine çözümlemeleri şimdilik bir yana bırakarak başlık konumuza dönelim. Aydına saldırının gerçekliği kadar, aydının “sorun”lu oluşu da gerçektir. Aydınımız açık değil. Savını, söyleyecek sözünü anlaşılır biçimde söylemiyor, yazmıyor. Sözü dolaştırıyor, dağ-bayır çıkarıp, indiriyor. Bu yargımızdan “Aydın katı yaklaşımlar içinde olmalıdır” anlamı çıkarmak doğru olmaz. Dememiz o ki aydın, nesnel yöntemlerle çözümlediğinin sonuçlarını çekinmeksizin açıklayabilmelidir. Evet, çekinmeksizin. Çünkü biraz da egemen güç ya da güçleri ürkütme, “başına bela alma” kaygısı var gibi, sözkonusu tutumun ardında.
Sözgelimi, yapıtlarıyla insanbilime, toplumbilime büyük katkısından kuşku duyulamayacak bir aydınımız, gazete yazılarının birinde “Tarihe takılmamalı” diye yazıyor. İleriye bakmalı, yeni düşünceler üretmeli, uygulamalı, demek istediğini anlıyoruz. Anlıyoruz ama kendi çabamızla, işin içine yorumumuzu katarak anlıyoruz. Yazısını ülke yönetiminin gündem belirleme çıkışlarına tarihi meze yapışına karşı belirlemede bulunduğu da bu gündem sürüklenmesine direnmeye çabalayan “aydınlanmacı” kesimin, gücü yettiğince, yine doğallıkla tarihsel kaynaklarla gerçekleri dillendirme biçimindeki tepkisine yönelik seslenildiği de düşünülebilir. Aydınlanmacılar cumhuriyet tarihine, Mustafa Kemal Atatürk’e “takılıp kalmış” olabilirler mi? Şunu da vurgulamadan geçmeyelim: Bugün Türkiye’de bilim adına yapılan, eklenen bir iş varsa aydınlanmacıların, Atatürkçülerin emeğinin sonucudur. Gerisi sade suya tirit, bilimdışılıktan başka bir şey değildir. Bakın bu kadar açık, net söylüyorum. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk Devriminin, cumhuriyetin, halkın tarihsel dostlarının ve düşmanlarının bilinmesine çalışmak hiçbir zaman tarihe “takılıp kalmak” sayılamaz. Zaten anlasaydık ve aşsaydık, bu durumda olmazdık.
İnsanbilimcimiz ya da benzer başka aydınlarımız neden eleştirdikleri yeri, eleştiri dayanaklarını doğrudan ortaya koymazlar? Yormaya da yorulmaya da gerek var mı? Kuşkusuz yorulacağız ama başka biçimde yorulacağız…
Aydınlarımızdan isteğimizdir: Lütfen açık olunuz. Ne dediğinizi anlayalım. Sizden, birikiminizden ancak böyle yararlanabiliriz. İdareyimaslahat tutumu içinde olmayınız. Yük yüklenilecekse yükleniniz. Yeryüzünde tatlısu aydını, laylaylom aydını olmak diye bir şey yoktur. Hem nalına hem mıhına vurularak, herkese yaranılarak büyük insan olunamaz. Fincancı katırları ürkecekse ürkecektir. Umutlu olunuz ama bu kadar da her şey yolunda iletisi yaymayınız. Haksızlıktır. Öfkelenilecek bunca olay ve durum varken lütfen öfkeleniniz. Aşırı sakinsiniz…
Ha, unutmadan, anlayan insan açık, yalın anlatır; anlatamıyorsa anlamamıştır!