Balkan Utancını Yaşatan Zihniyet

M.Ö. 209 yılında, en eski Türk Devleti olan Hun İmparatorluğu’nun başına geçen Mete, ilk düzenli orduyu bu tarihte kurdu.  Bu nedenle M.Ö. 209 yılı, Türk Ordusu’nun kuruluş tarihi olarak kabul edilir. 2.232 yıllık köklü bir tarihi süreçte Türk Ordusu, Deniz ve Hava Kuvvetlerinin katılması ile Cumhuriyet döneminden itibaren “Türk Silahlı Kuvvetleri” olarak adlandırılır. Türk Ordusu, […]

M.Ö. 209 yılında, en eski Türk Devleti olan Hun İmparatorluğu’nun başına geçen Mete, ilk düzenli orduyu bu tarihte kurdu.  Bu nedenle M.Ö. 209 yılı, Türk Ordusu’nun kuruluş tarihi olarak kabul edilir. 2.232 yıllık köklü bir tarihi süreçte Türk Ordusu, Deniz ve Hava Kuvvetlerinin katılması ile Cumhuriyet döneminden itibaren “Türk Silahlı Kuvvetleri” olarak adlandırılır. Türk Ordusu, Türk Ulusu kadar eski bir geçmişin sahibidir. Tarihte, Türk devletlerinde sivil ve asker ayrılığı yoktu. Ordu halk, halk da ordu gibi yaşardı. Yaşlı ve genci ile her an savaşa hazır olma zorunluluğu, siyasi düzen ile askeri düzenin birlikte gelişmesini sağladı.

“Türk çocuğu doğuştan askerdir” özdeyişi, tarihten gelen bu gerçeğe dayanır. Bu nedenle, Türk Milleti Türk Ordusuna güvenir ve O’nu bir parçası olarak kabul eder. Atatürk:Ordu, milletin bir parçasıdır.” “Milli Ordu, millet birliğinin ve devlet varlığının en göze çarpan temsilcisidir.” “Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.” diyerek Ordu ile Milleti bir tutmuştur.

Yine Atatürk, Ordunun siyasetin dışında tutulması gerektiği ilkesini her fırsatta vurgulamış ve uygulamıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyasetin dışında tutulması konusu kanunla da düzenlenmiştir. Türk Ulusu, işte bu özellikleri taşıyan Türk Ordusu’na her zaman güvendi ve kendisinden bir parça olarak gördü.

***

Rahmi Apak, İkinci Abdülhamit Dönemi’nde, Balkan ve İstiklal Savaşı’nda görev yapan bir subaydır. Yetmişlik Bir Subayın Anıları adlı kitabında, Balkan Savaşı sırasında yaşadığı bir olayı şöyle anlatır:

“Bir yerde, küçük bir sırt üstünde yedi sekiz subayın daire şeklinde bir şeyler yaptıklarını gördüm, hayvandan inerek onların yanına sokulduk. Subaylardan birisi Kur’an’ı ortasından bir iple bağlamış, bu ipe bir anahtar geçirmiş, mukaddes kitabı çeviriyor sonra bırakıyor. Yedi sekiz defa bükülmüş olan ip dolayısıyla bu defa geriye dönen ve sonra sağa sola ufak hareketler yapan Kur’an, nihayet kuzey istikametinde durunca kitabı çeviren subay: ‘İşte, kitabın gösterdiği istikamet, bizim için hayırlı olacak istikamet burası, yani Loşna istikameti. Cavit Paşa’nın bulunduğu yer’ dedi. Meğerse bu subaylar yarım saatten beri hangi istikamete gidilmesi gerektiğini tartışmışlar… Loşna’da Cavit Paşa’ya katılacak olurlarsa Sırplılara teslim olacaklarını ve Sırplıların ise, Türk askerine iyi davrandıklarını; hâlbuki Ordu Komutanı’nın emri gereğince Fiyeri’ye gidecek olurlarsa Yunanlıların Türk esirlerini öldürdüklerini tartışıp durmuşlar. Kur’an falına başvurmaya karar verilmiş. Sonuçta, bu gruptan beş subay Kur’an falının gösterdiği istikamette (Ordu Komutanı’nın emrinin tersine) yola çıktılar, diğer iki subay da ordunun talimatına göre Fiyeri’ye gitmek üzere bize katıldılar… Çok şükür ne Yunanlılar ne de Sırplılar, Türk Ordusu’nun sığındığı bölgeye ilerleyemediler…” (1)

İşte, ordu komutanının emirlerini savaşta bile yok sayan bu zihniyet, Balkan faciasını ve Osmanlı Devleti’nin sonunu böyle hazırladı. Orduda, savaş kuralları ve harp sanatının yerini dinî hükümlerin alması sonucu, Balkanlar elden çıkmış ve 600 yıllık Osmanlı Devleti yok olmuştu.

***

Mustafa Kemal Atatürk’ün, yarbay rütbesinde, Sofya’da 1914’te Askerî Ataşe iken yazdığı Subay ve Komutan ile Konuşmalar kitabında; “Ordunun can damarı olup birçok geleneklere bağlı olarak gelişen ve tam olgunlaşan askerî disiplin duygularını bugün Osmanlı ordusu subayları içinde, gerçek anlamda görmeği istemek, insanın ruh hâlini bilmemek demektir” (2) sözü, Balkan Savaşı sonrası, askerlik sanatından uzaklaşmış ve siyasete bulaşmış Ordu’nun durumunu yansıtıyordu. O ordu, Atatürk’ün doğduğu şehri, Selanik’i tek kurşun atmadan düşmana teslim etmişti. Manastır’ı, Üsküp’ü savaşmadan bırakmıştı.

***

Suudi Arabistan’ın 20 yıl boyunca ABD büyükelçiliğini yapmış, dönemin ABD Başkanı Bush’a yakınlığı nedeniyle adı “Bandar Bush”a çıkan, Suudi Arabistan’ın eski İstihbarat Başkanı Prens Bandar Bin Sultan, “Biz Amerika’nın Doğu-Batı veya anti-komünizm tezlerini kullanmadık, dini kullandık.” (3) itirafı da, kan ve gözyaşının dinmediği Müslüman Arap coğrafyasında yaşananların bir özetidir…

***

Atatürk, Osmanlı’dan kalan en büyük mirasın, çağdaşlaşmaya engel olan cehalet olduğunu anlar. Atatürk, Müslüman ülkeler içinde ‘kul’ yerine ‘birey’i, ‘ümmet’ yerine ‘millet’i oluşturmuş tek çağdaş liderdir.

Türkiye pahalı bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın hükmü şudur: Ordu çökerse devlet yıkılır ne vatan kalır ne de makam…

***

Askerlik Andı; Atatürk’e, Cumhuriyet’e bağlılık sözleşmesidir. Askerlik Andı; askerin şerefidir, askerin onurudur. Türk Ordusu’nun şanlı tarihi, tarikatları ve siyaseti reddeder. Siyasetin ve tarikatların bulaştığı bir Ordu, sadece ve sadece Balkan Faciası’nı vadeder… 15 Temmuz 2016 Hain Darbe Girişimi, Türk tarihine ve Türk Ordusu’na Balkan Felaketi’nden daha büyük bir utanç yaşatmıştır… Tarikatın ve siyasetin Türk Ordusu’na bulaşmasının sonucudur 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi…

Atatürk’ü Türk Ordusu’ndan çıkarın Balkan Felaketi kalır. Atatürk’ü ve Cumhuriyeti’ni Türkiye’den çıkarın geriye gözyaşı ve acının dinmediği bir coğrafya kalır…

Kaynakça:

(1) Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Anıları, TTK, Ankara, 1988.

(2) Mustafa Kemal, Zabit ve Kumandan ile Hasbı-Hal, Genelkurmay ATASE Yayınları, Ankara, 2010.

(2) W. Simpson, The Prince, Harper Collins, 2006, 112.

 

 

Exit mobile version