Bana göre en büyülü zamanı, kentin…

Yolu Antakya’dan Geçen Bir Hikaye “Hiç bozulmadan günümüze kadar gelmesi, ne büyük bir şans. En çok merak ettiğim, artık hayat felsefem olan bir mozaiği (Neşeli Ol) görmek için geldim aslında. Geri kalan tüm eserler, yanında bonus oldu…” Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı Bahar Gündoğdu, geçtiğimiz günlerde geldiği Hatay’ı sayfasına taşıdı. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te yazılarını […]

Yolu Antakya’dan Geçen Bir Hikaye

“Hiç bozulmadan günümüze kadar gelmesi, ne büyük bir şans. En çok merak ettiğim, artık hayat felsefem olan bir mozaiği (Neşeli Ol) görmek için geldim aslında. Geri kalan tüm eserler, yanında bonus oldu…”

Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı Bahar Gündoğdu, geçtiğimiz günlerde geldiği Hatay’ı sayfasına taşıdı. 2017 yılından beri Hürriyet Seyahat’te yazılarını paylaşan Gündoğdu, Antakya, Vakıflı Köy ve Samandağ rotalarını takip ettiği Hatay seyahatine dair başlarken, “Hiç kış gelmeyen, hep bahar olan bir şehri anlatmak istiyorum size. Tarihi mekânları, muhteşem coğrafyası, ünü sınırları aşmış lezzetleriyle Hatay, namı diğer Antakya… Bir hafta sonu ayırıp, tarihe ve lezzete doyabilirsiniz” demeyi ihmal etmedi.

Gündoğdu’nun Hatay adına keyifli bir davet de içeren yazısının detayları, ara başlıklar halinde şöyle:

-BÜYÜLÜ ZAMAN-

Hatay’a, kendi aracımla gittim. Antakya merkezde, kendisi de bir gezgin olan Haydar Gültekin bizi misafir etti. Merkezi, onunla gezdik. Akşam olmak üzereydi, kendimizi Asi Nehri’nin kıyısında bulduğumuzda. Pek şehir gezmeyi seven biri değilim. Ancak eğer bir şehri geziyorsam, mutlaka lacivert saatlerini yaşamam gerek. Yani akşam olmadan hemen önceki saatler. Bana göre en büyülü zamanı, kentin. Antakya’nın o daracık, Arnavut kaldırımlı eski sokaklarını adımlayıp, çiçeklerle süslü o muhteşem kapılarının önünden geçerken, bu ışık, sokaklardan yükselen müzik sesleri, akşam hazırlığı telaşındaki restoranlar, kafeler…

-MASALSI BİR AN-

Sanki kendi ülkemde değil de başka bir ülkede gezermiş gibi hissettirdi bana. Öyle masalsı bir an oldu. Tabii ki bu kadarla sınırlı değildi keşif gezim. Kentin, sokaklar haricinde de görülmesi gereken birçok noktası var. Sabah erkenden düştük yollara. İlk durak, Antakya merkezdeki Saint Pierre Kilisesi oldu. Aslında doğal bir mağara, ama kiliseye dönüştürülmüş. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Petrus’un ilk vaaz verdiği yer olduğuna ve mağarada cemaatin ilk kez ‘Hıristiyan’ adını aldığına inanılıyormuş. Bu nedenle, St. Pierre, Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak biliniyor. Hatay, merkezi tepeden gören bir konumda ve şehre de pek uzak değil. Nefis bir şehir manzarası seyredebilirsiniz.

-MÜZEDEYİM-

Kiliseyi benim için daha enteresan yapan şeyse, yaklaşık 200 metre mesafede kayalara oyulmuş Kharon (Cehennem Kayıkçısı) heykeli. Antiochus döneminde bir veba salgını sırasında, hastalığa karşı koruyucu olması için yapılmış. Eskiden heykelin altında, “Benim servetim, ayaklarımın altındadır” diye bir yazı varmış ve bu yazıya istinaden, kabartmanın altı defineciler tarafından defalarca kazılmış. En sonunda anlamışlar ki, hazineden kasıt, Antakya… Zira 4 metreye 1.5 metrelik büst, tüm kenti görüyor. Hatay’da mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında, Hatay Arkeoloji Müzesi var. Ününü o kadar çok duydum ki, kiliseden sonra müzenin kapısındaydım. Müzenin girişinde, kocaman gözlü kral I. Şuppiluliuma sizi karşılayacak.

Hiç bozulmadan günümüze kadar gelmesi ne büyük bir şans. En çok merak ettiğim, artık hayat felsefem olan bir mozaiği görmek için geldim aslında. Geri kalan tüm eserler, yanında bonus oldu. Gerçekten çok etkileyici şeyler var. Görmek için geldiğim mozaik, küçücük bir eser ve yerde duruyor, ama ünü o kadar sınırları aşmış ki, müzenin duvarına kocaman bir de fotoğrafını koymuşlar.

-UZUN ÇARŞI-

Antakya merkezde, Uzun Çarşı’yı gezmeden sakın ayrılmayın. Tabii bir de, olmazsa olmazlardan künefe var. Bu, kaçılmaz bir son. Hatay usulü döneri ve güveçte testi kebabını mutlaka denemelisiniz. Benden söylemesi.

Artık saatler öğleyi gösterirken, şehirden çıkmanın, kendimizi doğaya atmanın zamanı da gelmişti. Antakya merkeze 20 dakika uzaklıktaki Harbiye Şelalesi, ilk şehir dışı durağımız oldu. Çağıl çağıl sular akarken, bir restoranda oturup yemek yiyebilir, çayınızı içebilirsiniz. Sonrasında Samandağ’a doğru yol aldık. Samandağ’da bizi ısrarla davet eden Esengül Yasemin ve Ailesinin misafiri olduk. Kapısından girdiğim an burnuma gelen ev yemeklerinin kokusunu unutmam mümkün değil. Ertesi gün, yolumu Musa Ağacı’na çevirdim. Hz. Musa’nın, yere sapladığı asasının yeşermesiyle yetiştiğine inanılan ve yaşının 3.000 olduğu söylenen bir ağaçtan bahsediyorum.

Hatay denince olmazsa olmaz duraklardan biri de Titus Tüneli. İsa’dan önce 1’inci yüzyılda, Roma imparatorları tarafından dağdan inen selleri engellemek için insan eliyle yapılmış. Müze kartla girilebiliyor. Ayağınızda kaymayan bir ayakkabı olması şart. Yürümek pek kolay değil. Sona doğru karanlık bir bölge var. Büyüleyici bir yapı. Başta da dediğim gibi, burası, mevsimsiz bir bölge. Sizin için ‘şimdi’, Antakya’yı gezmek için doğru zaman olabilir…

Tamer Yazar

Exit mobile version