“Zeki insanları işe almanın amacı onlara ne yapmaları gerektiğini söylemek değil, bize ne yapmamız gerektiğini söylemelerini sağlamaktır” der, Steve Jobs.
Başarıya engel koyan en önemli özelliklerden birisi de, taklit hayatlar yaşamamız. Bunu yaparken esasında kendimize ne kadar haksızlık yaptığımızın farkında değiliz. Bir nevi intihar etmek gibi!
Liyakat kelime anlamı olarak, ‘layık olma’ anlamına gelmektedir. Biraz daha açarsak; ‘yakışmak’, ‘yaraşmak’, ‘uygun olmak’ veya ‘işinin ehli olmak’ da diyebiliriz. Peki bir kişi, bir işe nasıl yakışır, hangi nedenlerle o işe uygun veya layık olur? Kısaca bir kişinin liyakatini, yani göreve ne derece layık olduğunu nasıl anlayıp değerlendirebiliriz?Konuşma dilinde sonunda layığını bulmuş diye bir söylem bile vardır. Ben daha iyilerine layığım diye kendimizi motive ederiz. Etrafımızdan o sana layık değil sözlerini işitiriz. Daha iyi bir eve ve arabaya layık olabilmek için çalışırız. Liyakat denilince akla daha çok ülkeler arası siyaset ve müzakere süreçleri gelir. Ancak günlük yaşantımızda da liyakatin ve liyakat esaslarının karşımıza çıktığı yerler vardır.
Aslında liyakat bir yönden toplumda, insanlar arasında ve çeşitli mesleklerde düzeni sağlamaya yarar. Her işi herkes yapamaz. Bu bakımdan liyakat yaşamın her alanında dikkat edilmesi gereken bir kavramdır. Liyakate önem vermeden yapılan terfiler kötü sonuçlara yol açar. İşler ve ilişkiler verimsizleşir. Bunun sonucunda şirketleri iflasa bile sürükleyebilir.
Bireyler ve toplumlar adalet sayesinde gelişirler. Adalet olmadığı zaman güven sağlanamaz. Güvenin ortadan kalktığı bir yerde de şeffaflık beklenemez. Güven ve şeffaflığı kaybetme de başarısızlığı doğurur. Adalet ve liyakat uygulandığında yalnızca kişilerle sınırlı kalmaz. Tüm insanlığa, topluma ve dünyaya yayılır. Liyakatin esas alındığı yerlerde adalet rahatlıkla uygulanabilir. Ancak tam tersi durumlarda kişisel adalet devreye girer. Bu da kişiye bağlılık, iş bilmezlik ortaya çıkarır. Bu durumda otorite sarsılır…
Liyakatin en önemli ilkeleri doğruluk ve dürüstlüktür. Bir nesil buna dikkat ederek yetişirse onların yetiştirecekleri de liyakate önem verirler. Zincirin halkaları olarak artarak devam ederler. Liyakat esasına göre yönetilen bir toplum düşünün. Eğitim, bilim, bilgi, birikim, kültür önemlidir. Bireyler kendine ilgi alanı ve yeteneğine göre bir yer bulur.
Herkes kendi işini yaptığı için kimse kimsenin yerine bir şey yapmak zorunda kalmaz. Bu durumda gelecek yaşama yönelik bir kaygı oluşmaz. Her işin başı adaletten geçer. Profesyonellik ve deneyim ön plandadır. Yönetici liyakate önem verdiği zaman onun görevlendirmesinde çalışanlar da öyle olur. O toplum mutlu bir toplum haline gelir.Son dönemlerde devlet yapısı içinde bir mülâkat hastalığı başladı. Mülâkat torpil demek mülâkat adam kayırma demek mülâkat liyakattan uzaklaşma demektir.
Hadi o halde kahve tadında torpil hikayesini okuyalım.
Yıl 1934, Milli Eğitim Bakanı, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır. Bakan gür sesiyle: “Giriniz!” der. Gelen kişi, Atatürk’ün yaverlerinden biridir. Yanında iki çocuk. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk’ten gelen bir mektuptur bu:
“Bay Abidin Özmen, Milli Eğitim Bakanı…”
“Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırın…”
Bu, Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan Özmen Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir:
“Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak bana getiriniz.”
Bakanın emri yerine getirilmiştir. Özmen de kısa bir mektup yazarak Yaverle Atatürk’e yollar.
“Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu çocukları fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğu emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ek’te takdim ediyorum…”
Atatürk bu mektup üzerine, Başbakanı İsmet İnönü’ye telefon ederek:
“Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı” diyerek olayı anlatmış. İnönü, özür dilemiş.
Atatürk:
“Yok özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse…”