Bilimin Sorgulayıcı Tapınağı

Hatay Arkeoloji Müzesi Konuk Yazar: Jozef Naseh/Arkeolog… İnsanlığın gelişimsel sürecine kapılarını açtı. Müzeler; insanlığın ortak mirası olan, bilim, tarih, kültür, sanat, anıt belge ve buna benzer eski eserleri insanlığın gelişimsel sürecine, belgesel ve görsel olarak aktaran, korunması gerekli özel yapı, tarihi ve doğal sit alanlarıdır. Bu anlamda dünyada ilk kurulan müze, 27 Temmuz 1793 tarihinde […]

Hatay Arkeoloji Müzesi

Konuk Yazar: Jozef Naseh/Arkeolog…

İnsanlığın gelişimsel sürecine kapılarını açtı. Müzeler; insanlığın ortak mirası olan, bilim, tarih, kültür, sanat, anıt belge ve buna benzer eski eserleri insanlığın gelişimsel sürecine, belgesel ve görsel olarak aktaran, korunması gerekli özel yapı, tarihi ve doğal sit alanlarıdır.
Bu anlamda dünyada ilk kurulan müze, 27 Temmuz 1793 tarihinde kapılarını ziyaretçilere açan, Paris’teki Louvre Müzesi’dir.
Antakya’da müze kuruluş düşüncesi, Fransızların Hatay’ı işgal yıllarına rastlar. Antakya ve çevresinin kültürel birikiminin bilincinde olan Fransızlar, arkeolojik kazıları 1932 yılında başlatırlar. Hatay’da arkeolojik kazılar, 1932 yılında, Amerika’nın New Jersey eyaletinin Princeton şehrinde kurulu bulunan bir araştırma ve vakıf üniversitesi olan Princeton Üniversitesi tarafından, 1933 yılında, Chicago Üniversitesi Oriental ( Ortadoğu ) Araştırmaları Enstitüsü ve 1936 yılında da British Museum adına Sir Leonard Wolley tarafından yapılmıştır.
1932 tarihinde başlayan, 1939, Hatay’ın anavatana katılımına kadar süren arkeolojik çalışmalarda ortaya çıkarılan eserlerin esas zenginliğini mozaikler oluşturmuştur. Mozaiklerin çıkarılmasında en büyük çabayı, Princeton Üniversitesi vermiştir.
Fransızların, Hatay’ı işgal yıllarında başlattıkları arkeolojik araştırma ve kazıları, insanlığın gelişimsel sürecine bir katkı olarak yaptıklarını söylemek çok zor. Gerçekte bu çalışmaların temelinde, Orta Doğu’nun zengin yer altı ve üstü kaynaklarının paylaşımı var.
Bildiğiniz gibi, birinci dünya savaşından sonra İngiltere ve Fransa, Orta Doğu’yu paylaşmak amacıyla ‘Sykes-Picot’ adını verdikleri gizli bir anlaşma yaptılar. Bu anlaşmaya göre Suriye, Lübnan ve Çukurova bölgesi Fransızların siyasi yönetimsel alanına bırakıldı. 4-9 Kasım 1918 tarihlerinden sonra, başta Hatay, Urfa, Antep, Maraş ve Çukurova bölgesi olmak üzere, Fransızlar tarafından işgal edildi. 27 Kasım 1918 tarihinde, merkezi Beyrut şehrinde bulunan Fransız Yüksek Komiserliği’nin aldığı bir kararla, İskenderun’da Sancak Yönetimi kuruldu. Bu coğrafya ile ilgili aldıkları kararlar, bu merkezi yönetimden olur alınarak yapıldı.
Gördüğünüz gibi, batılı devletler yalnız Anadolu’yu değil, bütün Orta Doğu, Mezopotamya ve Mısır gibi, insanlığın gelişimsel sürecine kültürel anlamda katkısı olan bütün bölgeleri paylaşmış, yer altı ve üstü zenginliklerini talan etmişlerdir.
Bunların başında, arkeolojik kazılarda çıkarılan ve yer üstünde bulunan tarihi eserleri kendi ülkelerine taşımış ve bunlarla da övünülecek müzeler yapmışlardır.
Özellikle Antakya ve yakın çevresinden topladıkları eserleri, bugün başta Amerika’da Princeton Üniversitesi Sanat Müzesi’nde, Worcester Müzesi (ABD), Paris Louvre Müzesi , British Museum’da ve Avrupa’nın bir çok müzesinde sergilemektedirler.
Hatay’ın, 1939 yılında Anavatana katılmasından sonra, müzenin çevre duvarları yapılmış ve 23 Temmuz 1948 yılında ziyaretçilere açılmıştır. Müzenin köprü başına bakan kısmına, 1974 yılında iki katlı ek bir hizmet binası yapılmış, müzeye giriş bu binadan sağlanmıştır. Zamanla, yapılan arkeolojik kazılardan çıkarılan eserlerin artış göstermesi ve müze deposunda bulanan eserlerin sergilemeye açılması düşüncesi ile yeni bir müze yapımına karar verilmiştir.
Yeni binanın temeli 26 Mayıs 2011 yılında atılmış, 2013 yılında bina inşaatı tamamlanmıştır. Tamamlanan binada restorasyon ve sergileme çalışmaları yapılmış, 28 Aralık 2014 tarihinde sergilemeleri tamamlanan salonların bir kısmı hizmete açılmıştı
2 Mart 2019 Cumartesi günü, Kültür ve Turizm Bakanı’nın da katılımıyla, müzenin bütün sergileme alanları tamamlanmış olarak ziyaretçilere açıldı.
İnsanlığın gelişimsel sürecinde; bilimi, sanatı, kültürü, felsefeyi inançlarla yoğurup, bunu yeme içme kültürüne nakış eden, her defasında insancıl, yeni bir yaşam sürecine dönüştüren ve bu süreci insanlığın ortak kültürel mirasına armağan eden Antakya’da kurulan bu Müze, adeta insanlığın gelişimsel sürecini sorgulayan, kültür ve sanat mabedi gibidir.
Müzemizi tanıtırken özellikle Mabet sözcüğünü kullandım. Çünkü mabetlerde, yüce yaratandan; insan aklının yetkinleşmesi, erdemlerle bütünleşmesi ve kardeşçe paylaşımcı bir yaşamın isteği dilenir. Bu dilek, insanlığın ortak erdemi değil midir? O halde, 43 bin yıllık bir uygarlık sürecini kesintisiz olarak bizlere sunan bu Müze, insanlık mabedi değil midir?
Günümüz inanç ve kültürel alışkanlıklarımızı sorgulayarak, geçmişe doğru iz sürdüğümüzde, tek tanrı inancın dışında sayısız inanç ve inanç kültürlerinin izine rastlarız. Bu izler bizi; ekmeğini, tuzunu ve suyunu kardeşçe paylaşan erdemli yöre insanına götürür.
Peki kimdir bu yöre İnsanı?
Dilerseniz birlikte sorgulayalım!
43.000 yıl önce, Samandağ’ın Meydan Köyü’ne yakın Üç Ağız Mağarası’nda kolye takarak kendine statü (ayrıcalıklı insan-yönetici ) veren hemşerimiz mi?
Bilimsel bilgiyi iman yolu ile öğreten Hz. Hıdır’ı Hz. Musa ile buluşturan, yaşamın başlangıcının suda olduğunu kavramamıza yardımcı olan hemşerimiz mi?
Doğu Akdeniz çanağında gizemli bir yaşam süren, hala yazılarını çözemediğimiz, Luvi veya A- Luvi dediğimiz hemşerilerimiz mi?
Kudüs’ten önce, Tel Taninat ve Tel Atçana’da gizemli tapınaklar kuran ve Süleyman’dan önce mühürü kullanan Amik’li hemşerilerimiz mi?
Yaaa sivri kafalı hemşerilerimiz? Onlar, bize hem inancın hem de bilimin aynı kafada olabileceğinin mesajını mı vermek istiyorlardı?
Bizim Şupi’nin güçlü gövdesi, iri ve korkutucu gözlerle yapan yontucu veya yontucular, korku ve umudu yitirir mi demek istemişler?
Dörtyol ilçemizin yakınlarında bulunan İssos Antik kentinde Büyük İskender ile Pers Kralı Darius’un arasında geçen doğu ve batının savaşına tanık olan hemşerilerimiz, doğunun kapısının ilimiz mi olduğunu bizlere dillendirmek istemişler?
Antakya’da doğa, insan, erdem ilişkisini anlatan Stoa Okullarını kim kurdu?
Hıristiyanlık, neden Hz. İsa’ın öğreti verdiği kenan-i topraklarında değil de, Antakya’da isim bulup gelişti?
Neden Aziz Piyer’e, Antakya’da ilk patrik olma görevi verildi?
Neden dünyanın ilk mağara kilisesi Antakya da kurulmak istendi?
Neden Hıristiyanlık, Mitra inancında saklanmak zorunda kaldı?
Neden, sevgili marangozumuz Habib-i Neccar, Antakya ya gelip tek tanrı inancını müjdelemek istedi? Eksik bir şeyler vardı da, onu mu tamamlamak istedi? Bunun için ona bedel mi ödettiler?
Neden Anadolu’daki ilk caminin ismine Habib-i Neccar dediler? Toplumsal uzlaşı çağrısının bir daveti miydi?
Bu davet; Hazanın, Çanın, Ezanın, birbirlerinin özgürlük alanına girmeden, özgürce semaya yükselmesinin, birlikte ve kardeşçe yaşamanın, koşulsuz ve engelsiz uygulanan yazılı olmayan sözleşmenin adı mıydı?
Bu ve buna benzer daha binlerce soru sorabiliriz. Bunun yanıtlarını, bilimin sorgulayıcı mabedi ‘Hatay Arkeoloji Müzesi’ndeki sergilenmekte olan sanat eserleri size hemen verir!
Alacağınız yanıtlar, kusursuz ve engelsiz bir yaşamın güzelliğini kendi içinizde yaşatmanıza yardımcı olur.
Sanatları incelemek, bir bakıma insanlığı incelemek demektir. Çünkü sanat, hem duygularımızı hem de aklımızı yetkinleştirir. İnsanlar arsındaki ilişkileri kolaylaştırır. Toplumsal uzlaşının yolunu açar.
Sizin yolunuz hala Hatay Arkeoloji Müzesi’ne düşmedi mi? Haber vereyim! Müzemiz, tümü ile hizmete açılmıştır.
Değerli dostlar; yeni müzenin düşünü aşamasından yapım ve bitim aşamasına kadar birçok politikacı, yönetici ve emekçinin katkıları oldu. Bunları bu sütunlarda tek tek sıralamak olanaksız. Hepsinin emeği var olsun. Allah onları, sevgisi ve merhameti ile ödüllendirsin.
Müzemiz; Bilgeliğin erdeminde uzlaşının, kardeşliğin gücünde sevginin ve hoşgörünün mabedi olsun.
Mabedimiz, insanlığın gelişimsel sürecine armağan olsun.
Hayırlı uğurlu olsun.

 

Exit mobile version