15 Temmuz darbe kalkışması nedeniyle hükümet, anayasanın 120. maddesine istinaden olağanüstü hal ilan etmiş ve daha sonrada bu karar TBMM tarafından onaylanmış idi.
O günden bugüne OHAL uygulaması üçer aylık aralıklarla uzatılmaktadır.
Anayasanın 120. maddesi ile ilan edilen OHAL,“şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde başvurulan” olağanüstü bir yoldur
Ancak OHAL’in ilanını gerektiren nedenlerin dışına çıkılmak suretiyle, ülke bir süredir kararnamelerle yönetilmek istenmektedir.
Bunun tipik örneği olarakta, Pazar günü yürürlüğe giren 696. sayılı KHK gösterilebilir.
Bu kararnamede, sadece terör eylemleri ile ilgili hususlar değil, taşeron işçilerin kadroya alınmasından, tutukluların tek tip kıyafet giymeye mecbur edilmesine, Gemlik ilçesinin önemli bir bölümünün başka yere taşınmasından savunma hakkının kısıtlanmasına kadar, OHAL ile alakası olmayan hususlara da yer verildiği görülmektedir.
Bu gelişmeler gösteriyor ki KHK’lar, ilan edilen OHAL ile sınırlı olarak çıkartılmamakta, meclisin yapması gereken yasalar bu yolla yürürlüğe konulmaktadır.
Bunun ileriki zaman dilimi içerisinde, hukuki açıdan büyük sakıncaları ortaya çıkaracağı gün gibi aşikârdır.
Bu hususu böylece belirttikten sonra gelelim 696. sayılı KHK’nın 121. maddesi ile getirilen gizli af hususuna.
121. madde de aynen şöyle denilmektedir: “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15.7.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile BUNLARIN DEVAMI NİTELİĞİNDEKİ eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır.”
Buna göre 15 Temmuz’da gerçekleşen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket edenlerin, yaptıkları fiiller suç sayılmayacak, haklarında yasal kovuşturma yapılamayacak, tazminat talebinde bulunulamayacaktır..
“Bu kararnamenin 121. maddesinin ucu tamamen açıktır.” Yani 15 Temmuz’dan sonra hangi tarihe kadar uzanabileceği belli olmadığı gibi, “15 Temmuz’un devamı sayılabilecek olan, bugünü, yarını ve daha sonraki günleri, ayları , yılları kapsayacak şekildeki terör eylemi olarak tanımlanabilecek her türlü harekete karşı yapılacak olan eylemlerinde suç sayılmayacağı gibi bir sonuç çıkmaktadır.”
Bunun hukuk devleti anlayışı ile herhangi bir bağının olması mümkün değildir.
Ucu açık olan bir maddenin, tıpkı Demoklesin kılıcı gibi yurttaşların üzerinde sallandırılması, hukuk devleti anlayışı ile asla bağdaşmaz.
Her ne kadar, gerek hükümet ve gerekse siyasi yetkililer tarafından, 121. madde, 15 ve 16 Temmuz 2016 tarihlerinde gerçekleşen olayları kapsamaktadır denilse bile, maddede böyle bir sınırlama olmadığı için, soruşturma ve kovuşturma yetkisine sahip olan makamların yazılı metne bağlı kalmak zorunluluğu karşısında, bu söylemlerin hukuki hiçbir geçerliliğinin söz konusu olamayacağı kesindir.
Nitekim anayasa komisyonu başkanlığı yapmış ve halen AKP milletvekili olan Prof. Dr. Burhan Kuzu bile, twitter hesabından maddeyi şu şekilde yorumlamıştır: “15 Temmuz benzeri bir darbe ve terör saldırısı gerçekleşirse bu ihanete müdahale edecek vatandaşlarımız kanuni olarak koruma altına alınacak.” Bu yorum dahi maddenin ne denli sakıncalı olduğunun açık kanıtıdır.
Çıkartılan 696 sayılı KHK’ya ,AKP içinden eleştiriler geldiği gibi, baskı altındaki medya organlarından da sert eleştiriler yapılmaya başlanmıştır. Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de bu eleştiri kervanına katılmıştır.
“696 sayılı kararname ile ilgili olarak baroların ve barolar birliğinin eleştirilerine, uyarılarına kulak vermek gerekir. Zira barolar ve barolar birliği bu konuda söz sahibi olacak en yetkili organların ilk sıralarında yer alırlar. Bu nedenle onların işaret ettikleri olası tehlikeleri göz ardı etmemek gerekir.”
Ülkede büyük bir belirsizlik ortamının yaratılmasına neden olabilecek olan bu ucu açık hükmün, bir an evvel düzeltilmesi suretiyle yanlıştan dönülmesini, OHAL gerekçe gösterilmek suretiyle çıkartılan ve çıkartılacak olan kararnamelerin, sadece anayasanın 120. maddesindeki koşullara uygun bir şekilde sınırlandırılması gerektiğini hatırlatmakta yarar görüyoruz.
“OHAL gerekçe gösterilerek, meclisin devre dışı bırakılması suretiyle ülkenin kararnamelerle yönetilmesi yoluna gidilmesinin, demokrasi ile bağdaşmayacağı hatırdan çıkartılmamalı ve bir an evvel yanlıştan dönülüp hızla doğruya yönelik adımlar atılmalıdır…”
nabiinal@hotmail.com