Halk Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Nihat Ömeroğlu, “İnsan, yaş aldıkça memleketini özlüyor. Her gidişimde, eski Antakya’yı mutlaka gezerim. Uzun Çarşı’ya giderim, künefemi yerim, Habibi Neccar Camii’nin yanında oturur, çayımı, kahvemi içerim” dese de bir şeyin altını özenle çiziyor… “Eski Antakya çok güzeldi, ama şimdi kalmadı!”
Tescilli evleri… İnanç turizmine konu yapıları… Üç semavi dinin ev sahipliğinde duran değerleri… Eski Roma’yı anlatan hikâyeleri… Dar sokakları arasında sıralanan taş yapıları… Çok dinli, çok dilli ve çok kültürlü zenginliğinde biriktirdikleri… Antakya, bu ve çok daha fazlası! Ama bugün, bu kenti, memleketine aşık bir Antakyalı anlatsın. Halk Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Bağımsız Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Nihat Ömeroğlu, kendi kelimeleri ile ‘bir memleket hikâyesi’ yazsın ve bizler bu defa ilk elden dinleyelim sahip olduklarımızı.
-BİRLİKTE BÜYÜDÜK-
İş nedeniyle uzaklaştığı memleketini anlatırken; Dünya’nın Tunus’tan sonra en büyük ikinci büyük mozaik müzesi, Bakras Kalesi, Habibi Neccar Camii, Samandağ’da yer alan Türkiye’nin son Ermeni Köyü, 3 bin yıllık geçmişi olduğuna inanılan Musa Ağacı, Aziz Simeon Manastırı, eski Antakya sokakları, Uzun Çarşı, Affan Kahvesi, Amik Ovası, Reyhanlı’daki Gölbaşı, mitolojide
1947 Antakya doğumlu Ömeroğlu devam etsin, “bir memleket hikâyesi” kısmına…
“Biliyorsunuz, Antakya’da çok değişik kültürel ve etnik yapılar var. Bizler, Antakya’mızda; Müslümanı, Hristiyanı, Musevisi, hoşgörü ve kardeşlik içinde birlikte büyüdük, birlikte okuduk. Göçler de olsa, memleketimiz, hoşgörüsünden hiçbir şey kaybetmedi.”
Bugün, üzerine sıklıkla haber yaptığımız Zenginler Mahallesi, Halk Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Nihat Ömeroğlu’nun da çocukluğunun geçtiği yer ve anlatımı da buraya dair…
“Benim büyüdüğüm yer, Zenginler Mahallesi’ydi. Bütün gayrimüslimler orada otururdu. En güzel evler oradaydı. Ahşap, kagir evler… Ben de, oradaki eski evlerden birinde, kagir bir binada büyüdüm. Komşuluklar çok güzeldi. Ortodoks bir komşumuz vardı. Adı Zekiye idi. Allah toprağını bol etsin. Biz onların bayramını kaçırsak, onlar bizimkini unutmaz, kutlarlardı. Bu konuda bizden daha titizlerdi.
Eski Antakya çok güzeldi, ama şimdi kalmadı! Büyüdüğüm ev maalesef ki yıkılmış. Çocukluğumun geçtiği avlu gitmiş, işyeri yapılmış, delik deşik edilmiş. Yaşadığımız bölgede, Ortodoksların bir kilisesi vardı. Çocukluğum, onun bahçesinde geçti. Her Pazar ayinlerine gider, izlerdim. Diğer yandan tatillerde hep çalıştım. Dayımın yanında terzi çıraklığı yaptım. Elbiseler bittiğinde, sahiplerine götürür, bahşiş alırdım.
Çok eski bir lisede okudum. Bölgenin tek yatılı okuluydu. Maraş’ın, Adana’nın, Gaziantep’in parasız yatılı ve yatılı öğrencileri oraya gelirdi. Benim dönemimde, Antakya’nın çok önemli liselerinden bir tanesiydi. 40 kişilik sınıfımızın tamamı üniversiteye gitti, okumayan kalmadı.
-BUGÜN DEĞİŞEN!-
“Dünden bugüne değişen ne…” noktasında da duran Mehmet Nihat Ömeroğlu, şöyle devam etti:
“Dünden bugüne çok şey değişmedi. Ancak, Yahudi arkadaşlar, -en zengin onlardı- özellikle manifaturacılık ve mücevheratla uğraşırlardı, İsrail kurulunca oraya gittiler. Zaman içinde ekonomik koşullar zorlaşınca, daha iyi bir yaşam için birçok Ortodoks Brezilya’ya, Arjantin’e gitti. Ermeniler de, geçmişte yaşanan o tatsız olaylardan dolayı, ABD’ye, Los Angeles’a yerleştiler. 1955 olayları yaşandı. 1964’te bir furya daha oldu. Yunanistan’a gittiler. Ben, Baş Ombudsman iken gidip onlarla röportaj yaptım. Türkiye’yi bizler kadar sevdiklerini, bu vatana bizler kadar bağlı olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. ‘Bizi askere alın, malımızı da mülkümüzü de istemiyoruz’ diyorlardı.”
-MEMLEKET KOKUSU-
İşleri nedeniyle uzak kalsa da, memleketinden ayrı kaldığı zaman dilimlerini ziyaretlerle tamamladığının altını çizen Mehmet Nihat Ömeroğlu, anne ve babasının hala Antakya’da yaşadığını aktardı ve bu kente dair hikâyesinin paylaşımını sürdürdü…
-MUTFAĞIMIZ-
Gastronomi ünvanlı bir kentin Antakya’sında büyümüş biri olarak, ‘künefe pişirebilmenin’ bir erkek için ‘maharet’ olarak kabul edildiği bir şehirde büyüdüğünü aktaran Mehmet Nihat Ömeroğlu, sözlerini, lezzetin coğrafyası ile bitirdi…
“Gurme değilim ama damak zevkim iyidir. Özellikle de acılı ve baharatlıları severim. Antakya’da sürekli gittiğim mekanlar vardır. Anneannemin, annemin yaptıkları kadar olmasa da, eski tatları ve lezzetleri hatırlatan yerlerdir bunlar.
Malum, bir de sıcak yenen künefemiz var. Hep söylenir… Malzemesi özeldir. Günlük, haftalık, aylık peynir çeşitleri üretilir, ona göre yapılır. Künefeyi de yediren, peyniri ve tereyağıdır. Bizim evde de yapılır. Piyasadaki künefelerin üzerine şeker sürerler, kızartır, fırına verirler. Ama Antakya’nın birkaç yerinde, tamamen kömürde pişirilir. Altı piştikten sonra ters çevrilerek tekrar pişirilir. Bizim Antakya’da, erkekler bunu bir maharet olarak görürler. Künefeyi, altı piştikten sonra havaya atıp çevirirler.” Afiyet olsun… -Tamer Yazar-