Defne ve Samandağ ilçeleri sınırında, Aknehir Mahallesi yakınlarında, gözlerden ırak bir bölgede, yaklaşık 500 rakımlı bir tepenin zirvesinde ‘buradayım’ demeyi sürdüren 6. yüzyıl tarihli St. Simon Manastırı için ‘bu kentin hazinelerinden biri’ diyenler haksız mı? Belki de bu tartışmaların, bir dönem eksiltilen bir heykelden geriye kalanlarla da bir ilgisi vardır… Görmeyen (görmek istemeyen), bilmeyen (bilmek istemeyen), duymayan (duymak istemeyen) oluşumuzla da…
Burası için, kentin inanç turizminde önemli bir yer tuttuğuna dair söylenenlerde hemfikir miyiz? Ama önce nerede olduğumuzu söyleyelim mi? Burası, Defne ve Samandağ ilçeleri sınırında, Aknehir Mahallesi yakınları… 500 rakımlı bir tepenin zirvesinde yer alan Saint Simon Manastırı’na gidiyoruz. Buraya, minibüs ya da otobüs ile gelme şansınız yok! O yüzden ya arabanızla ya da bir taksi yardımıyla geleceksiniz. Ama burada sizi karşılayan ‘dün’ ve buradaki o ‘dün’e ekli şehir manzarası, yorgunluğunuzu da, geride bıraktığınız yolun
Bilmeyenler için tekrar edelim mi? Burası, 1500 yaşında bir tarih… Erken Hristiyanlık hac merkezi olarak kabul edilen ve “Stilitler Tarikatı”nın kurucusu Antakyalı St. Simon tarafından dini eğitimler verilmek üzere kurulan bir manastırdan geriye kalanlar… Eğer hala gelip de görmediyseniz, bir şeyin altını çizelim! Manastır, kente gelenlerin görmeden ayrılmadığı,
-HALA ORADA!-
Anlatıla gelen hikâyeye göre, burası, St. Simon’un, 10 metre yüksekliğindeki bir taş sütun üzerinde 45 yıl inzivaya çekilerek yaşadığı yer olarak da anılıyor, ki sadece bu detay bile yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmeye devam ediyor. İçerisinde kilise, vaftizhane, sarnıç ve diğer mimari kalıntıların görülebildiği 1500 yaşındaki Manastır şu ana kadar hak ettiği kalabalıkları misafir edemese de, gerekli bakım ve restorasyon çalışması ardından inanç turizminden hak ettiği payı alacağına kesin gözüyle bakılıyor.
-ÖNEMLİ!-
Son dönem Defne ve Samandağ ilçeleri arasında ‘sahiplik’ tartışması yaşayan Manastır’ın inanç turizmi açısından önemli bir yer olduğunu söyleyen isimlerden biri de İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör.
“Manastırın en büyük özelliği, burada Stilitler Tarikatı’nın yer alması ve insanların burada ayin yapması. Bunun dışında, tek başına inzivaya çekilmek. Stilitler Tarikatı’nın kurucusu Saint Simon Stilit, aynı Manastır’ın benzeri olan yere gidiyor ve orada adaşı yaşlı Simon’dan dini ders alıyor. Gördüğü eğitimden sonra Antakya’ya dönen Simon, burada Manastır’ı kurarak tarikatlarıyla ilgili ayinler yapıp eğitimler
Aslında, kent adına ‘hazine’ değerindeki bu alan için söylenmesi gerekenleri dile getiren İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör’e sormak gerekiyor. Madem bu kadar önemli, neden bu kadar ‘bakımsız’ bırakılmış?
-MİSAFİR NOTLARI-
Bir gelen konuşsun mu bu defa? Atina Akropolisi ve Akropol Müzesi’ni geçtiğimiz sene gezdiğini söyleyen, İstanbul’da yaşayan bir Antakyalı konuşsun…
“Antik Yunan Medeniyeti’nin başkenti Atina’ya gidip de Akropolisi ve oradaki müzeyi gezmemek olmaz. UNESCO’nun listesinde olan bir yer.
Bir kere yeri çok sapa ve şehrin hiçbir noktasında ‘Saint Simon Manastırına gider’ gibi bir uyarı göremedim. Tek bir tabela bile! Bana mı denk gelmedi, yoksa gerçekten de yok mu, bilemedim. Hadi bu kısmı es geçelim! Burası için ‘niye Unesco için başvurulmamış’ diye sormuyorum bile! Çünkü hazır değil. Elde ciddi ciddi bir hazine var, ama hazır değil.
Bilmiyordum, beni oraya götüren kişi söyledi. Meğerse, Manastır’ın olduğu alanın zemininde de mozaik bir taban varmış. Ama ne kadar büyük ya da küçük, kimse bilmiyor sanırım. İster istemez, bunu duyunca, ayağımın altındaki toprağı yokladım parmaklarımla. Bulamadım, ama merak ettim. Etrafınızda inanılmaz bir tarih var, dinlemekten bıkmayacağınız bir hikâye ve ayaklarınızın altında uzanan başka bir hikâye ve hatta belki de renkleri ve desenleriyle bir sanat eseri… Hayal etmesi bile güzel.
Ama gördüğüm kadarıyla, Antakya’nın bu noktasında turizmin bacası çok dolu ve çok kirli. Üzücü olan da, kimse elini kirletmek istemiyor o bacayı temizlemek ve yeniden tütmesini sağlamak için! Gelecek sene de burada olacağız. Belki de çok şey değişir ve bu defa denk gelirsek, her şeyi daha coşkulu anlatırım. Kim bilir!” -Tamer Yazar-