Bir tarafta ‘ötekileştirme’

Diğer tarafta bir ‘belgesel’ İstanbul’da yaşayan, fakat diğer illere kayıtlı olan geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerin 20 Ağustos 2019 tarihine kadar kayıtlı oldukları illere geri dönmeleri için süre verilmişti. Bu süre, İçişleri Bakanlığı tarafından 30 Ekim 2019 tarihine kadar uzatıldı. Bu arada yaşanan sıkıntılara ve ötekileştirme sürecine eklenen bir belgesel, Hatay’dan Kilis’e, çok farklı bir hikâye […]

Diğer tarafta bir ‘belgesel’

İstanbul’da yaşayan, fakat diğer illere kayıtlı olan geçici koruma kapsamındaki Suriyelilerin 20 Ağustos 2019 tarihine kadar kayıtlı oldukları illere geri dönmeleri için süre verilmişti. Bu süre, İçişleri Bakanlığı tarafından 30 Ekim 2019 tarihine kadar uzatıldı. Bu arada yaşanan sıkıntılara ve ötekileştirme sürecine eklenen bir belgesel, Hatay’dan Kilis’e, çok farklı bir hikâye fısıldıyor.

İstanbul’da yaşayan fakat diğer illere kayıtlı olan geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler için başlatılan uygulamanın tarihinde güncelleme yapıldı. Hatay gibi, kalabalık bir sığınmacı nüfusu barındıran kentleri de yakından ilgilendiren gelişmeye göre, daha önce 20 Ağustos olarak belirlenen tarih 30 Ekim’e uzatıldı. Buna göre, 30 Ekim 2019 tarihine kadar kayıtlı olduğu ile geri dönmemiş olanlar, tespit edilmeleri durumunda, güvenlik güçleri tarafından kayıtlı oldukları illere sevk edilecekler. Konuya ilişkin yapılan açıklamada, “Bu yaptırımlar kimliksiz olarak İstanbul’da ikamet eden ve kimliği İstanbul dışında olduğu halde İstanbul’da yaşayan Suriyelileri ilgilendirmektedir. Yol izin belgesi alarak İstanbul dışından gelenlerle bir ilgisi yoktur” denildi.
-LİSTE UZUN!-
Türkiye’nin açık kapı politikası değil ama, açılan kapıların ‘açılma’ şekliyle ilgili eleştiriler ise bitmiyor, ki bu eleştiri adreslerinden biri de Hatay. 400 binin üzerindeki sığınmacı sayısı ile Türkiye şehirleri arasında bu anlamda ilk 5’te yer alan Hatay, bu başlıkta biriktirdiği sorunları genelde ötelemeyi tercih eden de bir şehir. Zira şu ana kadar, var olan kalabalıklara yönelik ciddi anlamda bir ‘adaptasyon politikası izlenmedi. İki toplum arasındaki önyargıların azaltılması yönünde çaba harcanması yerine, bazı kurumsal kimlikler eliyle, bu önyargılara açık bir şekilde katkı yapıldı, hatta öfke ve nefret dili ile ‘aşırı uçlar’ beslendi.
-KORKUTUCU!-
Türkiye’de bulunan sığınmacılar konusunda çalışmak üzere Türkiye’de bulunan ve güvenliği adına ismini vermek istemeyen yabancı bir aktivistin buna dair tespiti şöyle:
“Bu durumun, yerel seçimler öncesinde gündeme gelmesini bir yere kadar anlamak mümkün. Çünkü siyasetin kazanma hırsının sınırları da, etik değerleri de yok. Bu ne Türkiye’ye dair bir durum ne de dünyanın her hangi bir ülkesine… Ama! Buna dair değerlendirmeler hala benzer kelimelerle paylaşılıyor. Hem de kurumsal kimliklerle! Açık açık!
Şehrinizde bulunan sığınmacıların kalabalığından şikayet etme hakkınız var. Bu durum, bir çok başlıkta soruna da yol açıyor olabilir. Ama bunun çaresi, var olan sorunların kaynağı olanları hedef yapmak değil, sorunlara çözüm eklemek olabilir. Şikayet edenlere sormak lazım. Şikayet ettiğiniz konuda şu ana kadar ne yaptınız? Kaç proje geliştirdiniz? Bu insanların bu kentte daha uyumlu olmaları adına neler önerdiniz? İzlediğim kadarıyla, hiçbir şey! O zaman, nasıl oluyor da, hiçbir şey yapmayan birileri bu konuda bu kadar cesur çıkışlar yapabiliyor? Ama asıl sorun bu da değil! Birileri bu denli cesur bir öfke dili kullanırken, şehrin hiçbir kesimi buna tepki göstermiyor, göstermedi de! Bence asıl korkutucu kısım, bu!”
-BELGESEL!-
Tam da bu noktada harekete geçen İletişim Başkanlığı, “İkinci Vatan: Türkiye” belgeseliyle, dünya ve Türkiye kamuoyunda Suriyeli sığınmacılara dair dezenformasyonu yıkmayı hedefliyor.
İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, dünya ve Türkiye kamuoyunda Suriyeli sığınmacılara dair dezenformasyonu yıkmayı hedefleyen “İkinci Vatan: Türkiye” (Second Home: Turkey) belgeseli, izleyenleri, sosyal uyum üzerine düşünmeye davet ediyor. Zira savaşın kasvetli gölgesi altında, tarihte eşine az rastlanan bir göç dalgasıyla yurtlarından edilen Suriyeliler, bilgi kirliliği, nefret söylemi ve propaganda operasyonlarının hedefi haline getirilme riski yüksek, kırılgan toplulukların önde gelenlerinden birini oluşturuyor.
Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerinde, “Lives in Turkey” YouTube kanalı üzerinden izleyiciyle buluşan mini belgesel, farklı sosyal sınıflardan 6 Suriyelinin uyum süreçlerini ve Türkiye’de inşa ettikleri hayatları odağa alıyor. Suriyeli bir mozaik sanatçısı, öğretmen, telefon tamircisi, kafe işletmecisi ve mühendisin gerçek hikâyesinin anlatıldığı “İkinci Vatan: Türkiye”; kalıplaşmış söylemlerin, genellemelerin, dışlayıcı reflekslerin ötesine geçerek, bunların ardındaki gerçek insan hikayelerine ışık tutuyor ve izleyicilerini de ‘vatan’ kavramı üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor.
Belgesel, sığınmacılara dair detaylı bir medya içeriği taramasının yanı sıra, sığınmacılar, sivil toplum kuruluşları ve akademisyenler ile yapılan çalışmaların ışığında projelendirildi. Saha araştırması ekibi; İstanbul, Adana, Hatay, Gaziantep ve Kilis illerindeki görüşmeleri titizlikle yürütüp derleyerek, her bir sığınmacıya kendi hikayesini anlatma alanı ve aracı sundu. Belgeselin, Türkiye’yi ikinci vatan belleyen komşuları, inciten ve toplumsal bağları tahrip eden her türlü söylemin zayıflatılmasına katkıda bulunması amaçlanıyor. -Tamer Yazar-

Exit mobile version