Sinan Seyfittinoğlu / Gazeteci Yazar
Mayıs 2017
Geçtiğimiz hafta, birçok yenilikçi sanatseveri son derece heyecanlandıran, kentimizde bu alanda öncü bir rol üstlenen, “Bkz. Amok/ Beş Günlük Sanat Olayı” adlı performans gösterimleri Pinhan Boutique Cafe’nin büyüleyici atmosferinde başarıyla gerçekleşti.
Ezberleri bozan yaklaşımları ile geniş bir izleyici kitlesine sahip olan “Performans” sanatına dair, kentimizde ilk kez geniş soluklu, organize ve kapsamlı bir etkinlik organize edildi. Bu aşamada
İlk olarak artık Antakya’da da kapısı aralanan performans sanatına dair kısa bir bilgi aktarayım. Performans sanatı nedir?:
“1960’lı ve 1970’li yıllarda ortaya çıkan sanat yaklaşımları, sadece biçimciliğe bir tepki olmayıp, kendinden önceki sanata ilişkin kabulleri ve önermeleri sorgulayarak, bunlara alternatif teknikler ve malzemeler sunmuşlardır. Böylece de sanatçının ve izleyicinin rolünü yeniden biçimlendirmiş ve sanatın ve sanat yapıtının tanımını genişletmişlerdir. Bu sanat yaklaşımlarından biri olan Performans Sanatı disiplinlerarası yaklaşımı ile müzik, dans, şiir, tiyatro, video gibi diğer sanat alanlarını kapsamakta ve canlı sanatçı eylemleri olarak güncel sanatta yer almaktadır.
Performans sanatı izleyiciye doğrudan ulaşan, galeri, eleştirmen gibi aracıları ortadan kaldıran, sanat nesnesinden bağımsızlaşan bir sanat alanı olarak sanatçılara kendilerini rahatça ifade edebilecekleri, her türlü malzeme ve disiplinden yararlanabilecekleri alan yaratmıştır. Özellikle sanatçılar kategorileri yıkmak için sıklıkla performansa başvurmuştur. Postmodernizmin yüksek sanatla popüler sanatı bir araya getirme çabalarının bir sonucu olan performans sanatı, genç kültürü içeren bir anlayış doğrultusunda gelişmeye devam etmektedir. Akademik anlamda da performans ile ilgili kürsülerin kurulduğu, yayınların yapıldığı günümüzde performans sanatı resmi bir kabul de görmüştür. Tüm bunlarla birlikte internetin yaygınlaşması ile performans çalışmaları daha fazla kişiye ulaşabilmekte ve birçok sanatçı internet aracılığıyla kolektif işler yapabilmektedir. Kısacası performans sanatı çağının olanakları ve desteği ile disiplinlerarası bir yaklaşım olarak yoluna devam etmektedir.”
Tam da bu aşamada birçoğu güzel sanatlar, resim, dans vb eğitimleri almış bir grup sanatçı, Antakya’da bir araya gelerek, beş gün süreyle performans günleri planladı. Resim Öğretmeni sanatçı Kenan Nuraydın, sanatçı ve eğitmen Mehmed Fahracı, sanatçı/ressam ve araştırmacı Emrah Gökdemir kültürel bir sendrom olarak yaşanagelmekte olan toplumsal ve bireysel cinnet haline kafa yorarak, bunu literatürdeki AMOK durumu ile yapılandırıp “Bkz. Amok” başlıklı bir üretim sürecini başlattı. Ardından programı şekillendiren girişimciler beş gün planladıkları performans günlerine, Polonyalı performans sanatçısı Pawel Korbus, İstanbul Performance Art’ın kurucusu/ sanatçı/ Tıp Doktoru ve küratör Pınar Derin Gençer ve gazeteci yazar Sinan Seyfittinoğlu’nu davet etti. Söz konusu sanatçıların da katılımıyla beş gün süreyle altı ayrı performans gösteriminin programı hazırlandı.
Etkinliğe adını veren Amok kültürel sendromunu şu şekilde tanıtabiliriz: “Amok; Bir hastalık veya kültüre özgü sendrom. (gözü kara, hiddetle saldıran ve öldüren) Malezya kültüründe katletmeye yönelik çılgınlık durumunu tanımlar. Filipinler’de juramentado olarak bilinir. Cinnet halinde olma, sonuçlarını hesap edemeden şiddet kullanma durumudur. Psikoloji biliminde Amok, derin bir düşünce döneminin sonrasında gelen şiddet ve bazen cinayet ile sonuçlanan atakların görüldüğü disosiyatif bir tablodur. Durum erkekler arasında yaygın ve bir hakaret sonrasında başlama eğilimindedir. Bireyde kötülüğe uğradığına ya da uğrayacağına dair sanrılar bulunmaktadır. Psikiyatride ender görülen kültüre özgü sendromlar arasında geçen “Amok” durumunun Malezya kültürüne özel olabileceği ve kültüre özgü sendromlara örnek gösterilebileceği ifade edilmektedir. Bazı kaynaklar ise günümüz toplumu ve “Amok” durumunun tarihsel ilişkisini tartışarak modern endüstri toplumunda da benzer bir tablonun görülebileceğini ileri sürmektedir. Bu özel durum altında olan, ister silahla, ister bir araçla suç işleyen, toplu öldürme ya da yaralamalarda bulunan kişilere Amok Koşucusu adı verilmektedir. Bu elbette ilkel dönemlerdeki atalarımızdan bize miras kalan ehlileştiremediğimiz duygudan ve ya arzudan bağımsız okunamaz.”
24 Mayıs 2017 Çarşamba gününe gelindiğinde etkinliğin ilk performans gösterimi saat 18:30’da sanatçı Pawel Korbus tarafından “ Bunun Gibi Ya Da Tamamen Başka” başlığıyla sanatseverlerle paylaşıldı. Katılım ve ilginin beklentilerin bir hayli üstünde olması önemli bir moral ve motivasyon olarak kendini hissettirdi. Sanatçı Pawel Korbus, performansında ana materyal olarak elinde dik vaziyette tuttuğu bir Güğüm kullandı. Avlu içinde ve izleyenlerin arasında söz konusu Güğüm içine attığı küçük patlayıcıları patlatarak dolaşan ve her patlama öncesi sabit bir monolog olarak da izleyicisinin gözünün içine bakarak ve kısmen de izleyicisini performansa dahil ederek “ ne yapıyorsun ? oturuyorum. Sen ne yapıyorsun? Ben de oturuyorum.” diyaloğunu dile getiren sanatçı 20 dakikayı aşkın bir süre bu durumu tekrarladı. Bombalar, silahlar, ölümler ve savaş olgusuyla yıprana gelmekte olan Antakya ve yakın coğrafyası içinde bu çarpıcı performans izleyenlerde ağırlıklı olarak endişe, kaygı ve korku duygularını tetikledi.
25 Mayıs 2017 Perşembe günü iki ayrı performans vardı. Katılım ve ilgi yine üst düzeydeydi. Saat 18:30’da sanatçı Mehmed Fahracı’nın “Seve Seve Öldürürüm” başlıklı video/performans gösterimi gerçekleşti. Fahracı, videosunda ayna karşısında bakım ve makyaj yapmakta olan kadın bir model kullandı. Oyuncu model, ekran karşısında yüzünü dikkatlice inceliyor, dokunuyor ve belli bir süre sonra da yara bantlarıyla adeta yaralarını kapatıyordu. Yaklaşık sekiz dakika süreyle devam eden videoda, modelin tüm yüzü yavaş yavaş çarpıcı bir tablo ve fotoğraf ortaya koyacak şekilde yara bantlarıyla doldu. Oyuncu model yara bantlarıyla başka bir yüze büründüğünde de yüzüne ruj ve allık başta olmak üzere makyaj ve bakım yapmaya devam etti. Fahracı’nın performans video gösterimi izleyenlerde başta kadına uygulanan şiddet, bireyin zaman ve mekan bağlamında başkalaşması ve her şeye rağmen yine de umut ve mutluluk duygusunun daim olması gibi konularda sorgulayıcı izler bıraktı.
Aynı gün saat 19:00’da bu kez gazeteci/yazar Sinan Seyfittinoğlu’nun “Ölüme Davet” adlı performansı gerçekleşti. Seyfittinoğlu, bir oda içinde ver tamamen karanlık bir ortamda yer alan bir masanın yanında oturdu. Yarattığı ortamda, sadece bilgisayarından gelen saat “tik tak” sesleri kullanan sanatçı, performans süresince masa üzerinde yer alan mumu yaktı, sigara içti, yine masa üzerinde bulunan bir karpuzdan bir dilim keserek yedi, sigarasını ve mumu söndürdü ve yine masa üzerinde bulunan bilgisayarından siyasetçilerin halka seslendiği bir diyalog yayınını açarak, izleyenleri bu siyasetçinin sesiyle başbaşa bıraktı. Seyfittinoğlu, performansında geçmişte tanık olduğu bir intihar vakasını canlandırmanın yanı sıra ağırlıklı olarak bireyi intihar ve ölüm duygusuna yönelten toplumsal baskılara da politik bir gönderme yaptı. İzleyenlerde merak, kaygı, endişe, gerginlik ve huzursuzluk duygularının tetiklendiği çalışma, 10 dakika sürdü.
26 Mayıs 2017 Cuma günü etkinliğe katılım artarak devam etti. Saat 18:30’da bu kez sanatçı Emrah Gökdemir, “ O Amok Koşarken” başlıklı performansını gerçekleştirdi. Sanatçı, bedenini ön plana aldığı çalışmasında bir oda içinde belirlediği bir alanda perde arkasında yer alan, torak dolu fide poşetleri kullandı. Aldığı toprak fide poşetlerini elleri aracılığıyla yavaş yavaş yok eden, yerinden eden, eşeleyen sanatçı bir süre sonra daha büyük devinimlerle kimi zaman başının üstünde, kimi zaman uzanmış karnının, omuzlarının, bacaklarının üstünde sürekli olarak bu eylemi tekrarladı. Zaman zaman izleyenler ile diyalog da kuran sanatçı, yok etme, yerinden etme ve eşeleme eylemine izleyenleri de katarak dahil etti. 20 dakikayı aşkın süren bu performans sonunda sanatçının kullandığı mekan, eşelenmiş fidelerin toprakları ve kökleriyle doldu. Sanatçı, zeminde bulunan toprağı vücudunun ve kıyafetlerinin içine doldurarak adeta gebe kalmış bir fotoğraf ortaya koydu. Sanatçı Gökdemir’in performansı izleyenler arasında sahip olunan kökler, insan – toprak ilişkisi, yok etme, yerinden etme, yeniden doğma, üreme ve reenkarnasyon gibi birçok kavram ve duygu konusunda çarpıcı izler bıraktı.
27 Mayıs 2017 Cumartesi günü etkinliğin hafta sonu olması itibariyle katılım en yüksek düzeyde, saat 17:00’de gerçekleşti. İstanbul Performance Art sanatçılarından, Pınar Derin Gençer, “ İn Between” başlıklı performansında bir oda içinde orta yerde zemin tamamen toprak ve içi çiçekler ile kaplı bir vaziyette, tavandan saçları beyaz bir tül ile örgülü ve tavana asılı şekilde, beyaz bir kıyafet içinde, yarı çıplak ayakları kana bulanmış, sol avucunun içinde kanlı bir kalp tutmuş vaziyette; sürekli ve sabit bir müzik eşliğinde izleyenlerini karşıladı. Bir süre bu çarpıcı fotoğrafı veren sanatçısı bir süre sonra izleyenlere donuk gözlerle bakarak “
“Çölde
Bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi.
çömelmiş oturuyor
yüreğini ellerinde tutuyor
yiyordu.
Dedim ki: ” tadı güzel mi dostum?”
“acı,acı,” diye karşılık verdi;
“Ama seviyorum
Çünkü acı
ve benim kalbim.”
Monoloğunu dillendirdi ve belli periyotta bunu tekrarladı. 45 dakikayı aşkın bir süre tavana sabit asılı kendi etrafında dönerek belirli bir monoloğu tekrarlayan sanatçı, izleyicisini de zaman zaman performansına dahil ederek, elinde tuttuğu kanlı kalpten bir lokma alıp, çiğnedi ve ağzından çıkardığı çiğnenmiş kalp parçalarını izleyenlerin eline verdi. Sanatçı Gençer’in performansı izleyeler arasında çok güçlü etkiler bırakırken, bedensel sınırların zorlandığı, ezberlerin bozulduğu, izleyeni son derece geren, endişe ve kaygıyı tetikleyen, bireyin var oluşunu, doğuşunu, yok oluşunu sorgulayan çarpıcı izler bıraktı.
Performans gösterimlerinin sonunda amaçlanan farkındalık yaratıldı. Toplumsal ve bireysel anlamda yaşanagelmekte olan; yok etme, yok olma, cinnet, ölüm, savaş ve kaos Bkz. Amok başlığıyla başarılı bir şekilde sorgulandı. Bu alanda duyarlılık, bilinç ve etki sağlandı. Burada şu yorumu yapmak isterim. Antakya geçmişten günümüze güçlü bir kültürel mirasın izlerini taşıyor. Ancak, bu güçlü duruş son yıllarda yakın coğrafyamızda yaşanan savaş, etnik kavga ve terör olaylarından çok etkilenmektedir. Kimilerine göre geriye, kimilerine göre ise hiç de iyi olmayan bir yöne doğru gidiş var. Genel anlamda halk arasında bir karamsarlığın, umutsuzluk, çaresizlik ve tükenmişliğin izleri hakim. Böylesi bir ortamda sanatçıların sorguladığı Amok; gerek bireysel gerek ise de toplumsal anlamda bir nevi cinnet, kayboluş, yok oluş ve yok ediş olarak karşımıza çıkıyor. Bir yandan gelişmekte olan bir teknoloji ve endüstri toplumunun izleri güçlü iken diğer tarafta, kan göz yaşı, cinayet, terör, savaş ve yok oluş var. Bireysel anlamda da intihar, katliam, cinayet gibi toplumu sarsan üzücü olaylar hızla ve artarak yaşanmakta. Bu kötü gidişe dur denemez ise kıyametin yakın zaman içinde deneyimleneceğine ve toplu ölüm ya da yok oluşun yaşanacağına dair inanışlar güçlendi. Ya da bu ve buna benzer sanatsal üretimler ile bir farkındalık yaratılıp insanoğlu’nun yarına yeniden umut ile bakması sağlanacak. İşte bu yüzden Bkz. Amok önemli bir buluşma ve etkinlikti.
Her ne olursa olsun, hafızalarda son derece güçlü izler bırakan Bkz. Amok etkinliklerinde; Performans sanatı aracılığıyla bir araya gelen sanatseverler ve sanatçılar arasında diyalog, tanışıklık, arkadaşlık yanı sıra fikir / duygu paylaşımı da gerçekleşti.
Amacına ulaşan ve tadı damakta kalan bir etkinlik geride kaldı. Emeği geçenleri kutlar teşekkür ederiz.