Bu kente dair KEŞKE’lerimiz

Aslında onlar, hüzünlerimiz Ahşabın ve taşın estetiğinde yüzyıllar boyu ayakta kalabilmiş bir kentin bizle beraber ‘yok oluş’ sürecine girmesi ‘bizlere bir şeyler’ anlatmalı mı? Yoksa elde avuçta kalan sermayeden yemeye devam etsek mi? Yazar, içinde yaşadığımız karmaşanın içinden çıkamayan yorgun adımlarımız için bir hayal anı tasarlamış, belki de bir mola anı ve kelimeleri ardı ardına […]

Aslında onlar, hüzünlerimiz

Ahşabın ve taşın estetiğinde yüzyıllar boyu ayakta kalabilmiş bir kentin bizle beraber ‘yok oluş’ sürecine girmesi ‘bizlere bir şeyler’ anlatmalı mı? Yoksa elde avuçta kalan sermayeden yemeye devam etsek mi?

Yazar, içinde yaşadığımız karmaşanın içinden çıkamayan yorgun adımlarımız için bir hayal anı tasarlamış, belki de bir mola anı ve kelimeleri ardı ardına sıralamış. Ne mi demiş?
“Yemyeşil bir alan düşünün. Yere uzandığınızda yıldızlar dokunabileceğiniz kadar yakın sanki. Başınızı kaldırdığınızda, deniz burnunuzun ucundaymış gibi. Serin bir rüzgar yüzünüzü okşuyor. Çiçekler, kuşlar, böcekler… Burada bütün saadetler mümkün. Burada bütün soruların bir cevabı var, bütün kilitli kapıların bir anahtarı… Saatlerce ufuk çizgisine bakıyorsunuz, gökyüzünün denizi dudaklarından öptüğü o ince çizgiye… Hayattan herhangi bir beklentiniz yok, hayattakilerin de sizden… O an için yapılacak daha iyi ya da daha önemli bir işiniz yok. Görev bilmişsiniz bu manzaranın her santimini hafızanıza kazımayı… Gökyüzünden gelip geçen her buluta selam veriyorsunuz, önünüzde uçuşan her yaprağa… Karıncaların telaşı büyük, selamınızı almadıkları için sakın darılmayın onlara… En derininden bir nefes alıyorsunuz, ki ciğerleriniz bunca zaman hasretmiş böyle bir havaya… Zamanın neresindesiniz acaba? Buraya geldiğiniz andan öncesinin hiçbir önemi yok aslında! Çünkü her şey ve herkes yeniden başlıyor burada…”
Bu kısa hikayenin adı, ‘Ah keşke…’ Fotoğraflara eklediğimiz Antakya da bu ‘keşke’nin bir parçası aslında! Hatta ‘umut’ diye başlananlar da o ‘keşke’nin ilk hali! Son hali mi? Görmek istemediğimiz bir hal o… Çünkü o hal, parmaklarımızın arasından kayıp düşen bir kentin sessizliğe gömülen çığlığı… Yanı başından geçip gittiğimiz, ama bir türlü duymadığımız! Belki de duymak istemediğimiz… Çünkü betona teslime edişlerimiz…
Ahşabın ve taşın estetiğinde yüzyıllar boyu ayakta kalabilmiş bir kentin bizle beraber ‘yok oluş’ sürecine girmesi ‘bizlere bir şeyler’ anlatmalı mı peki? Sahi bizler ne düşünelim? Yazar’ın tasvirine Antakya adına ne ekleyelim? Hayallerimizi mi? Hani solmuş olanları… Yoksa gerçeği mi? Hani terk ettiklerimizi…
Seçim sizin! Nasıl bir Antakya da yaşamak istersiniz?   -Tamer Yazar-

 

Exit mobile version