Bu tabelalardan ne zaman kurtuluruz?

Onları ne zaman kurtarırız? Antakya’nın doğu yakasında ilerleyen meraklı adımların ‘dar sokakları çevreleyen ahşap evleri’ izlerken ki şahitliklerine takılı kalan bu demir tabelalara ekli gerçek, hem eldekinin azalışına hem de o azalışın izleyenlerine dair çok şey anlatıyor. Azaldılar… Aslında azalmadılar! Azaltıldılar! Kimilerine göre, yok olmaları sistematik olarak desteklendi. Korkutucu bir iddia belki ama… Olabilir mi? […]

Onları ne zaman kurtarırız?

Antakya’nın doğu yakasında ilerleyen meraklı adımların ‘dar sokakları çevreleyen ahşap evleri’ izlerken ki şahitliklerine takılı kalan bu demir tabelalara ekli gerçek, hem eldekinin azalışına hem de o azalışın izleyenlerine dair çok şey anlatıyor.

Azaldılar… Aslında azalmadılar! Azaltıldılar! Kimilerine göre, yok olmaları sistematik olarak desteklendi. Korkutucu bir iddia belki ama… Olabilir mi? Onlara dair hemen her yerde görmeye alıştığımız, alıştırıldığımız bu ‘uyarı’ tabelaları da buna mı dair? “Dikkat, bu yapı tehlike arz etmektedir” demek yerine, ‘bir şeyler yapmayı’ tercih etmeyenlerin kentinde eldeki sonuç buna mı dair?
-KAÇ TANE KALDI?-
Merak edilen, bu kente dair yapılan son sayımda kaç ‘tescilli’ tarihi evin tespit edildiği ve bugün o sayıdan geriye ne kaldığı! Ya da onca tescilli yapının tespitinde kaç tanesine yeniden yaşam verildiği…
Bugün yeniden yaşama dönen evlerin restoran halini almış hallerini izleyen yerli bir turistin anlattıkları, hem kazandıklarımızı hem kaybettiklerimizi anlatır gibi!
“Geçen gün eski bir Antakya evinde yedik yemeğimizi. İki katlı, avlulu, çok odalı bir evdi. Tahta sandalyeler, masalar, yöresel yemekler, gülümseyen yüzler… Güzeldi. Beklediğimiz gibiydi aslında. Bizlere gelmeden önce anlatıldığı gibiydi.
Ama hüzün var o evlerde, biliyor musunuz? Yemek yerken fark ettik! Daha öncesinde bu evlerde kalanların geride bıraktığı fotoğraflar süslemiş duvarları. Siyah beyaz, solmuş fotoğraflar. İnsan o an düşünmeden edemiyor… Kaç yaşam bu evlere emanet bırakıp gitmiş anılarını, diye! Avludan yukarıya, taş merdivenlerden yukarıya çıktığım o anı yeniden yaşadım o yüzden. Bu merdivenleri adımlayanları, benden çok önce, on yıllar önce adımlayanları düşündüm. Bu odalardaki mutlulukları, sohbetleri, doğumları, ölümleri, oradan oraya koşuşturanları düşündüm.
Yemek yerken, duvara asılı o siyah beyaz fotoğraflara baka kalmam da bundan belki de… Ama o eve ulaşıncaya kadar benzerlerinin yanı başından geçip giderken bir şey fark ettim. Sahi, “Dikkat, bu yapı tehlike arz etmektedir” diyen ne de çok uyarı var etrafta. Belediye logolu uyarılar! Ama niye uyardıklarını anlamadım! Kimi ne adına uyardıklarını da! Tehlike varsa, sahip çıkmak varken, uyarı niye? Kurtarılabilecek durumdakilerden ‘uzak durun’ diyerek eldekileri yalnızlaştırmak niye?
Antakya gibi kentlerin ortak kaderi aslında. Şehirleşmeyi yapmaya çalışırken, dünü unutuyor bu tür şehirler. Aslında şehrin kendisi unutmuyor! Şehri yönetenler ‘unutturuyor’… Bu, burada çok belirgin. Korkutucu şekilde belirgin. Oysaki öylesine güzel bir şehriniz var ki, bakmaya da fotoğraflamaya da doyamıyorsunuz. Ama baktığınız ya da fotoğrafladığınız her yerde de, var olan ya da biriken bir hüzünle karşılaşıyorsunuz. Garip olan, bundan rahatsızlık duymuyor hiç kimse.
Bazı evler var mesela, kocaman demir kafesler içinde… Bekliyor ya da bekletiliyor, ama neyi bekliyor, nasıl bir son onlar için hazırlanıyor, belli değil. Ama o demir kafes durumu ürkütüyor da. Siz sordunuz, ben anlattım ama… Ben de sorsam! Sizi rahatsız etmiyor mu bu yorgun kent hali. Hatta yorgundan çok, vazgeçmiş kent hali…”
-CEVAPLAMAK İSTEYEN!-
Birkaç günlüğüne Antakya’ya gelen bir misafirin sorduğuna cevap vermek isteyen var mı? Hatay Valisinden Belediye Başkanlarına… Bu kenti yönetenlerden, ‘cevabım var’ demek isteyen var mı? Yoksa eldekine kaldığı yerden devam mı? Peki ya o tabelalara! “Dikkat, bu yapı tehlike arz etmektedir” diyenlere! Onlara da devam mı? -Tamer Yazar-

Exit mobile version