Türkiye’de Cumhuriyet, yalnızca monarşiye karşı bir yönetim biçimi değil; halk egemenliğine, laikliğe, eşit yurttaşlığa ve bağımsız kalkınmaya dayalı büyük bir toplumsal dönüşüm projesi olarak doğdu. Ancak bu proje zamanla, özellikle son yirmi yılda büyük bir aşınmaya uğradı. Bugün içinde bulunduğumuz siyasi ve toplumsal yapı, Cumhuriyet’in kamusal ve halkçı ruhundan oldukça uzaklaştı.
Bu süreçte, sadece iktidarda olanların değil, solun da ciddi sorumlulukları bulunuyor. Devlet karşıtlığını merkeze alan, kimlik politikaları ve sivil toplum vurgusuyla şekillenen bir sol çizgi, kamusal alanı terk etti ve giderek etkisizleşti. Tarikat ve cemaat yapıları boşalan bu alanı doldururken, halkın kolektif hakları ve eşit yurttaşlık bağları giderek aşındı.
Bugün Cumhuriyet, artık “kimsesizlerin kimsesi” olma işlevini yitirmiş durumda. Ne fazilete dayanan bir idare var, ne de halkın ihtiyaçlarına karşı duyarlı bir devlet yapısı. Cumhuriyet’in laiklikten kamuculuğa, bağımsızlıktan halk egemenliğine kadar tüm kurucu ilkeleri sistematik biçimde tasfiye edilmiş halde.
Ancak bu krizden çıkış mümkündür. Bunun için, Cumhuriyet değerlerini içselleştiren, halkçı ve eşitlikçi bir siyasetin yeniden inşası gerekiyor. Sınıfsal gerçekliklere gözünü kapayan hiçbir siyasi yönelim bu topraklarda kalıcı ve kapsayıcı bir gelecek kuramaz. Bağımsızlık, laiklik, kamuculuk ve toplumsal eşitlik gibi temel meseleler etrafında yeniden birleşen bir toplumsal hat, geleceğin anahtarı olabilir.
Bugün önemli olan; adının ne olduğu değil, ortak değerlerde buluşmak, birbirini anlamak ve birlikte yürümektir. Kimileri buna halkçılık der, kimileri aydınlanma, kimileri ise sadece vicdan. Ama özü aynıdır: Bu ülkenin kurtuluşunu sağlayan miras, ancak halkın birikimiyle ve halk için siyasetle yeniden can bulabilir.
Solun Cumhuriyet’ten, Cumhuriyet’in ise halkçı bir soldan ayrı düşünülmesi, her iki hattı da zayıflatır. Bu nedenle, içinde bulunduğumuz tarihsel eşikte, geçmişin mirasını taşıyan ama geleceğe bakan bir birlikteliğin inşası hayati önemdedir.
YORUMLAR