Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Volkan İcil

Bugünün gençliği başka bir kurtuluş mücadelesinde

Yıl 2025. Takvimler 19 Mayıs’ı gösteriyor. Bundan 106 yıl önce, Mustafa Kemal’in Samsun’a attığı ilk adım, yalnızca bir kurtuluşun değil, bir uyanışın ve gençliğin tarih sahnesine çıkışının da simgesiydi. O ruh bugün yeniden canlanıyor; ama bu kez cephelerde değil, geçim derdinde, sınav stresinde, iş kuyruklarında, gözaltı araçlarında…

Bugünün gençliği, başka bir kurtuluş mücadelesinin içinde. Yoksullukla, işsizlikle, güvencesizlikle, baskıyla kuşatılmış milyonlarca genç, eğitim ile yaşam mücadelesi arasında sıkışmış durumda. Kimi sabah üniversiteye gidiyor, akşam kuryelik yapıyor. Kimi okul çıkışı kasaya geçiyor. Genç olmak, artık yalnızca bir yaşam evresi değil; hayatta kalma savaşı.

Ekonomik kriz, gençleri yalnızca yoksullaştırmakla kalmıyor, onları geleceksizliğe mahkum ediyor. Ailelerine destek olmaya çalışan gençler, kendi barınma ve geçim ihtiyaçlarını da karşılamaya çalışırken eğitim hayatlarından birer birer kopuyor. Hayatlarının en verimli çağında, bitkin ve tükenmiş hissediyorlar.

Çalışan gençlerin neredeyse tamamı ya sigortasız ya da asgari ücretin bile altında bir ücretle çalışıyor. Sendikalı genç işçi sayısı yok denecek kadar az. Örgütlenmeye kalktıklarında ya işten atılıyorlar ya da susturuluyorlar. Çalışıyorlar ama hakları yok. Üretiyorlar ama güvenceleri yok. Hayatın yükünü taşıyorlar ama karşılığında yalnızca kaygı alıyorlar.

Türkiye’de milyonlarca genç ne okula gidiyor ne çalışıyor. Toplumda “ev genci” diye anılan bu gençler, sistemin dışında kalmış değil, dışına itilmiş durumda. Ne umut var ne ışık. Sadece bir bekleyiş… Sona mı, kurtuluşa mı olduğu bilinmeyen bir bekleyiş.

Devletin “eğitim” diye sunduğu sistemler, çocukları küçük yaşta işçileştiriyor. MESEM uygulamasıyla 13 yaşındaki çocuklar bile atölyelere, inşaatlara gönderiliyor. En az 9 çocuk, bu uygulama kapsamında çalışırken hayatını kaybetti. Eğitimin adı altında iş cinayetleri yaşanıyor.

Tarikatlar, protokoller aracılığıyla okullara yerleşmiş durumda. Bilimin yerini inanç, sorgulamanın yerini biat alıyor. Aynı zamanda okul çevreleri, uyuşturucu çetelerinin hedefi. Gençler iki karanlık arasında sıkışıyor: Gericilik ve madde bağımlılığı. Devlet ise ya kör ya da sessiz.

Ama gençlik sessiz değil. İstanbul Üniversitesi’nde başlayan eylemlerle seslerini duyurdular. Boğaziçi’nde, liselerde, meydanlarda; her yerde haykırıyorlar: “Gelecek istiyoruz!” Ancak bu sesin karşılığı çoğu zaman gözaltı, soruşturma, tutuklama oluyor. Gençler konuşuyor, devlet cezalandırıyor.

Liseli gençler de sessiz değil. Öğretmenlerinin sürgün edilmesine, proje liselere, laik eğitimin tasfiyesine karşı seslerini yükselttiler. Boykot ettiler, yürüdüler, tehditlere rağmen geri adım atmadılar. Çünkü biliyorlar ki, ses çıkarmazlarsa kaybedecekleri yalnızca bir sınav değil; tüm gelecekleri olacak.

106 yıl önce bir ulusun kurtuluşuna öncülük eden gençlik, bugün kendi geleceğini kurtarmaya çalışıyor. Direnişin adı değişmiş olabilir, ama ruhu aynı: Onurlu, özgür, eşit bir yaşam arzusu. Umutsuzluğun büyüdüğü yerde bile, gençlik yeniden umudu örüyor.

Ve bu ülke, ne zaman gerçekten değişecekse, bu yine gençlerin elleriyle olacak.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER