Burası, doğduğum ve büyüdüğüm şehir…

Ona katkıda bulunmak benim en büyük hayalim! “Hayalimde, Asi Nehri’ni; Venedik, Milano ve Amsterdam’daki kanalların yanına yapılmış sosyal alanlar gibi canlandırma isteği var” diyen Mimar Yıldız Mıstıkoğlu Karadeniz, çarpık kentleşmeye işaret etti, plansız yapılaşması sonucu ortaya çıkan görüntü kirliliğinin ise alt ve üst yapı sorunlarını beraberinde getirdiğini söyledi. Röportaj: Bekir Atahan Bugün, “doğduğum ve büyüdüğüm […]

Ona katkıda bulunmak benim en büyük hayalim!

“Hayalimde, Asi Nehri’ni; Venedik, Milano ve Amsterdam’daki kanalların yanına yapılmış sosyal alanlar gibi canlandırma isteği var” diyen Mimar Yıldız Mıstıkoğlu Karadeniz, çarpık kentleşmeye işaret etti, plansız yapılaşması sonucu ortaya çıkan görüntü kirliliğinin ise alt ve üst yapı sorunlarını beraberinde getirdiğini söyledi.

Röportaj: Bekir Atahan

Bugün, “doğduğum ve büyüdüğüm şehir” diyerek anlattığı Antakya için konuğumuz olan Mimar Yıldız Mıstıkoğlu Karadeniz, bu kente dair hayallerini paylaştı bizlerle, olması gerekenlere işaret etti, eksiklikleri hatırlattı.

O zaman, keyifli sohbetimizin ilk sorusu gelsin…

Yıldız, merhaba. Öncelikle okurlar için bize kısaca kendini tanıtabilir misin?

Merhaba Bekir. Tabii, kısaca kendimden bahsedeyim… Ben, Yıldız Mıstıkoğlu Karadeniz. 1995 yılında Antakya’da doğdum. İlkokuldan liseye kadar olan eğitimimi Antakya Ata Koleji’nde tamamladım. Küçük yaşlardan beri tasarıma duyduğum ilgiden dolayı, Mimarlık Fakültesini tercih ettim ve eğitimini almak üzere İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne gittim. 2018 yılında mezun olduktan hemen sonra, kısa bir süreliğine Amerika’ya gittim ve iç mimari-dekorasyon üzerine eğitim aldım. Türkiye’ye döndüğümde ise İstanbul’da bazı mimarlık ofislerinde çalışma fırsatı buldum. Doğduğum ve büyüdüğüm bu şehre dönüşüm ise evliliğimle birlikte oldu. Daha sonra arkadaşımla beraber bir mimarlık ofisi açarak, kendi çalışma hayatıma adım atmış oldum.

Biraz da faaliyet gösterdiğin iş alanı üzerine sorular sormak istiyorum. Bir mimarlık şirketin olduğunu biliyorum, ismi nedir? Ne tarz projeler üzerinde çalışıyorsunuz? Projelerinizde nelere önem veriyorsunuz ve hangi alanlarda hizmet veriyorsunuz? Kısaca bahsedebilir misin bize?

Evet, “House of MiM” adında bir mimarlık ofisimiz var. Ortağım olan Melis Muratoğlu ile birlikte, 2021 yılında kurduk. Şirket ismimizin çıkış hikayesi ise hem mimarlığı çağrıştırmaktı hem de kendi soyadlarımızı birleştirmekti. Öncelikle, doğduğum ve büyüdüğüm bu şehre katkıda bulunmak benim her zaman hayalimdi ve bu konuda adım atmaya başladık.

Mimari projeler, iç mimari ve dekorasyon alanlarında faaliyet göstermekteyiz. Projelerimizde önem verdiğimiz hususları şöyle sıralayabilirim; Detaylarla bütünlük oluşturmak, farklı malzemeleri bir arada uyum içinde kullanmak ve kullanacak kişi / kişilerin ihtiyaçlarına göre fonksiyonel alanlar / ürünler yaratmak…

Belki de çoğu kişi için ‘ince iş’ sayılabilecek şeyleri yapmak, bizim asıl işimiz. Çünkü güzellik algısının detaylar içindeki bütünlük olduğuna inananlardanız.

Bizim bölgede, herkes inşaat işini iyi bilir. İş hayatına atıldıktan sonra beklentilerini nasıl karşıladın? Tahmin ettiğinden daha mı kolaydı, daha mı zordu iş hayatı? Bize biraz deneyimlerinden de bahseder misin?

Evet, bu konuda sana katılıyorum. Mimari destek alma algısı bizim bölgemizde diğer büyük şehirlere göre daha azdı, ama bu algının da artık Antakya’da kırıldığını görebiliyorum. İş hayatına atıldıktan sonra, tabii ki de belli başlı sorunlarla karşılaştık. İnsanın kendi memleketinde iş yapıyor olması ne kadar mutluluk verici bir şey olsa da kendi içinde bir takım zorluklar ve sorumluluklar barındırıyor. Burada bu işi yapmanın diğer bir zorluğu ise uygulamayı yapacak kalifiyeli eleman bulmanın zorluğu diyebilirim. Örneğin, uygulamalı bir proje aldıysak, daha önce de bahsettiğim gibi, detayları güzel çıkartmak için bu işe fazladan mesai ayırmamız gerekebiliyor.

İş hayatına yeni atılmış olmama rağmen, küçük-büyük birçok projede yer alma fırsatı buldum.

Biraz daha genele kaymak istiyorum. Hatay mimarisi, kendi içinde tezatlıkları da barındırıyor. Müthiş tarihi yapılar da var, son derece estetikten yoksun yapılar da. Bunlar iç içe bazı bölgelerde. Bu şehri estetik olarak nasıl daha güzelleştirebiliriz, nelere dikkat edilmeli?

Hatay’ı, Antakya özelinde konuşmak gerekirse, muhteşem bir kültürel geçmişi ve coğrafyası olan bir kent burası. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve günümüze de tarihi yapılar bırakılmış. Günümüzdeki yapıların, bu müthiş yapılarla hiçbir bağ kurulmadan, sadece ticari amaçla yapılması ise şehrimizin siluetini oldukça bozmakta.

Bence, Antakya gibi tarihi kentlerde, cephelerin malzemesi ve renkleriyle ilgili ortak bir karar getirilmeli. Eski yapıların dokusuna uygun yeni yapılar oluşturulabilir ama… Ben, bir yapının, yapıldığı yıldaki etkisini görmeyi sevenlerdenim. Örneğin, daha modernize edilmiş bir malzeme kullanarak, eskiyle de bağını koparmayacak ve kendi içinde konuşabilen yapılar yapılabilir.

Az önce, eski ile yeninin birbiri içindeki uyumunu ve cephelerden konuştuk. Tam da bu noktada, şehirciliği, Nevzat Sayın’ın sözleriyle tanımlamak istiyorum; “Şehircilik, yeni yapılan yapıların, önceki yapılarla kurduğu ilişkiden doğan ara mekanlardır. Çünkü bizler, günlük hayatımızı onların içinde değil, onların arasında geçiriyoruz.”

Ayrıca, şehrimizi güzelleştirebilmek için cadde ve sokakların yeterli genişlikte olması, yaya kaldırım paylarının olması, yeşil alanlara yer verilmesi de büyük önem taşımaktadır.

Bu süreçte, imar planlarının ve şehir planlamasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Mesela çarpık kentleşme! Sence nasıl önlenebilir? Kaliteli ve nitelikli park-bahçeler oluşturulabilir mi? Bunları nasıl başarabiliriz?

Maalesef, Türkiye’nin birçok ilinde görünen çarpık kentleşme sorununu Antakya’da da fazlasıyla görüyoruz.

Şehrin plansız yapılaşması sonucu ortaya çıkan görüntü kirliliği, alt ve üst yapı sorunlarını da beraberinde getirmekte. Ayrıca Antakya’ya olan göç olgusunun şehirde yarattığı yığılma da ‘kentleşmeme’ problemini doğuruyor.

Çarpık kentleşmenin önlenebilmesi için Avrupa ve Amerika’da kullanılan grid sisteme geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Cadde ve sokakların düz, birbirini kesen yapıda olması, yeterli genişlikte kaldırımların olması, yapılaşmaya açılacak arazilerin belirli bir imar planının yapılması ve her yapılacak binanın otoparkının olması gerektiğini düşünüyorum ve tabii en önemlisi de, şehirde yer yer ihtiyaca göre yeşil alanların, parkların, açıklıkların olması gerekiyor.

Antakya özelinde birkaç sorum olacak… Biliyorsun, Antakya sokaklarında bir hareketlilik var. Birçok işletme orada oluştu. Ama şehrin tüm genelinde olan sorun, tabela kirliliği ve peyzaj sorunu burada da mevcut. Sen, nasıl bir Antakya Sokakları hayal ederdin ve yetkili olsan, nelere dikkat ederdin?

Bahsettiğimiz Antakya sokakları, eski yapılaşmaların günümüze gelen en sağlam bölgesi… Buranın restorasyonunun yapılması ve canlanması ne kadar hoşuma gitse de, geldiği son nokta, bu sokakları çarpık yapılaşmaya itti! Tabelaların rengarenk ve farklı ışıklı olması, burada büyük bir kargaşaya neden oluyor. Benzer tip ve aynı pastel tonlarda tabelaların kullanılmasının daha bir bütünlük sağlayacağına inanıyorum. Ayrıca bir şehri ve yapıyı güzelleştiren en büyük unsur, yeşil alanlar ve peyzajdır. Bu nedenle, özellikle Antakya sokaklarında tarihi taş binaların önünde güzel bir peyzaj ve doğru aydınlatmanın şart olduğunu düşünüyorum. Bunu hayata geçirmek için de yerel yönetimlerin bu kuralları zorunlu tutması gerektiğini düşünüyorum.

Sen, dünyada birçok ülke ve şehri gezdin, İstanbul’da yaşadın. Ablan keza, Amerika’da yaşıyor, sen de yılın belli dönemleri orada oluyorsun. Şehircilik açısından fark neler? Neden biz de tabelaları düzenli, yeşil alanları bol, binaları şık bir şehir yaratamıyoruz?

Bu soruya biraz daha farklı bir bakış açısından cevap vermek istiyorum ve çok eskilere giderek yanıtlayacağım. Burası, zamanında çok göç almış bir ülke / şehir, çok fazla uygarlık görmüş, her medeniyete kucak açmış bu nedenle her devletin yapılaşma algısı da farklı olmuş. Oysa Amerika’yı ele almak gerekirse; 1400’lü yıllarda keşfedilmiş bakir bir coğrafyaya, hali hazırda var olan batının şehircilik anlayışı daha bilinçli bir şekilde uygulanmış. Ayrıca maalesef ki, biz Türklerde “kurallar çiğnenmek içindir” mantığı yatıyor! Bu nedenle kuralları uygulamak da zorlaşıyor. Fakat Amerika’da kuralları uygulamayanlara büyük yaptırımlar oluyor. Böylece şehir anlamında daha düzenli olmayı başarıyorlar.

Son olarak, biraz hedeflerinden ve bu şehir için hayallerinden bahseder misin? Belki bu konudaki yetkililer bu satırlarımızı okur ve kafalarında bazı projeler canlanır, senin değerli fikirlerinle…

Kültürel mirasının yanında coğrafik olarak da Antakya o kadar güzel bir konuma sahip ki, şehrin ortasından geçen bir Asi Nehri…

Benim hayallerimde, Asi Nehrini; Venedik, Milano ve Amsterdam’daki kanalların yanına yapılmış sosyal alanlar gibi canlandırma isteği var. Biz neden, yürüyüşlerimizden sonra dinlenebileceğimiz bir alan veya iş çıkışında kahvemizi içebileceğimiz güzel peyzajlarla desteklenmiş açık havada oturma alanları yapamayalım ki? Ayrıca Büyük Antakya Parkı’nın büyük bir potansiyeli olduğuna inanıyorum. Fakat gereken özenin de değerin de oraya verildiğini düşünmüyorum. Oraya hizmet veren kafelerin, sadece okey oynanan kafe mantığından çıkması gerektiğini düşünüyorum.

Teşekkürler…

Exit mobile version